Büyükşehirlerin acımasızlığı mı, hayat standartlarımız mı, yaşam koşullarının ağırlığı mı, yoksa kanaat kavramımızın ciddi yara alması mı? Ne derseniz deyin! Ama bir gerçek var ki değerlerimizi daha küçükken kaybediyoruz. Sonucunda bencil, yalnız, güvensiz, maddiyatı yaşamının göbeğine koymuş bir insan olarak hayatımızı tüketiyoruz.. Söylediğim gibi daha bebekken başlıyor;
Ailenin tek ve son bebeğiydi. 18 aylık olunca konuşmaya başlamış ve söylediği ilk kelime, hayatta en çok sevdiği kişininki olmuştu: ANNE.
Bebek aynı bedenin bir parçası olduğunu idrak edemiyordu ama onu canı kadar sevdiğini ve onsuz yapamayacağını çok iyi biliyordu. Allah’ım sütünü içtikten sonra onun sıcacık kolları arasında uyumak ve uyandığında yine onu başucunda görmek ne doyulmaz bir saadetti!
Bebeğin mutluluğu fazla uzun sürmedi. Annesi onun masraflarını bahane ederek babasının “şef” olduğu bankada çalışmaya başlamış ve “erkeklere taş çıkaran yaman iş kadını” olmuştu. Artık yavrucak, sabahları gözünü açtığında kendisini öpücüklere boğan gül kokulu annesinin yerine, plastik kokulu bir çiklet çiğneyen ve “dadı” olduğunu söyleyen kara-kuru bir kadınla karşılaşıyordu. Bu durumda çocuğun yapabileceği tek şey, avazı çıktığı kadar bağırıp ağlamaktan ibaretti. Fakat gözüne dadıdan çok cadı gibi görünen o kadının kemikli parmaklarıyla attığı ustalıklı çimdikler onu doğduğuna bin defa pişman ediyordu.
Bebek bir ay zarfında diğer çocuklardan farklı olarak ağlamamayı öğrenmiş, annesine kavuşacağı saate kadar dadısıyla birlikte TV seyretmeye alışmıştı.
Babası nüfus artışını “memleketin geleceği için bir tehlike” olarak gördüğünden oldum olası bebeğe soğuk davranır ve arasıra uzaktan laf atmanın dışında ona pek yüz vermezdi. Bu sebeple yavrucak tek tesellisi olan annesinin dönüşünü dört gözle bekler, kucağına atılmakta gecikmemek için dış kapının yanında oyalanırdı. Fakat artık buram buram sigara dumanı kokan annesi gelir gelmez ev işlerine koyulur, onu alelacele doyurduktan sonra kendi odalarından çıkartıp, yan odaya aldıkları yatağına bırakırdı. Bebek bu durumda yine ağlamamaya çalışır ve eskiden anneciğinden duyduğu o güzelim ninnileri mırıldanarak uykuya dalardı.
Bebek 2 yaşına bastığında annesi ona kafesinde zıplayıp duran bir muhabbet kuşu hediye etti. Artık yavrucak asık suratlı dadısının yerine onunla konuşuyordu. “Anne bankaya gitti. Anne bankaya gitti!” Diyerek şikâyette bulunuyordu.
Anne ve babası bu isabetli hediyelerinden dolayı yavrularının YALNIZLIK çekmediğine inanıyor, bu yüzden yeni aldıkları arabanın taksitlerini kolaylaştırmak için tatil günlerinde de mesai yapıyorlardı.
Kuş belki de ayrı bırakıldığı sevdiklerine kavuşabilmek gayretiyle günün birinde kafesin açık bırakılan kapısından uçup gitti. Son arkadaşını kaybeden bebeğin onu yakalamak için uzanan elleri havada kalmış, uzun zamandır dökülmeyen gözyaşları inci gibi ardı ardına sıralanmıştı. Kuşun uçtuğu yöne doğru mahzun mahzun bakarken şöyle mırıldandı bebecik.”KUŞ DA BANKAYA GİTTİ, KUŞ DA BANKAYA GİTTİ, KUŞDA BANKAYA GİTTİ!…” (Cüneyt Suavi)
ARAŞTIRMA-İNCELEME
4 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
6 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
6 gün önceHABERLER
9 gün önceHABERLER
13 gün önce