Başörtüsü meselesi yıllardır insanımızı meşgul eden bir konu olmuştur. Aslına bakarsanız yoktan yere bir meşguliyet olmuştur bizimkisi. Gereksiz zaman ve emek kaybına yol açmıştır. Bir bardak suda olmadık fırtınalar kopartılmıştır. Laiklik kavramı adı altında, inançlarının gereği başlarını örtmek isteyenler uzun yıllar bölünemez denilen devlet hizmetlerinin birçoğundan mahrum bırakılmışlardır. Üniversitelerde başları örtülü vatan evladı kızlarımız olmadık eza ve cefa ile karşı karşıya kalmışlardır. Yalnız onlar mı? Elbet değil. Diğer başörtülü bayanlar içinde durum hakeza. Devlet dairelerinde kamusal alan safsatasıyla başörtülü çalışmalarına izin verilmemiştir. Belli zihniyet tarafından toplantılarına önce davet edilip sonrasında hakaret ve küfürlere maruz bırakılmışlar. Örtüleri zorla çekilip alınmıştır. Kışlalara zinhar sokulmamışlar, başörtülü fotoğraflarına bile tahammül gösterilememiştir ki, bu tür fotoğraflar resmi işlemlerde kabul görmemiştir. Adeta ikinci sınıf insan muamelesine tabi tutulmuşlardır. Toplumun bir kesimince horlanıp, hakir görülmüş, aşağılanmış, ötekileştirilmişlerdir. Kısacası ilkel çağ uygulamalarına benzer uygulamalara maruz kalmışlardır. Suçları, sadece inançlarının gerektirdiği gibi giyinmek olmuştur. Yaşamlarını İslam’ın emirleri doğrultusunda kurgulamak olmuştur. Emri ilahiye fevkalade önem verip yaşamlarının her alanını ilahi emirlerle tezyin ederek bereketlendirip, taçlandırmak istemişlerdir. Bundan daha doğal ve masum ne olabilirdi ki.
KABÜLSÜZLÜK
Ancak bu doğallık ve masumiyet beyin örtülülerde kronik alerji vesilesi olmuştur. İnsan hakları ve inanç özgürlüğü kapsamındaki bu isteği hiçbir dönem hoş görememişlerdir. Bu uğurda çok canlar yakmışlar, binlerce vatan evladının ahını almışlardır. İnancının gereği gibi yaşama hakkını bir hak olarak görmemişlerdir. Bu kabulsüzlük, hani öyle lafın gelişi, sıradan bir kabulsüzlük değildir. Planlı, programlı, organize ve maksatlı bir kabulsüzlük olduğu yaşananlardan sonra su yüzüne çıkanlar arasındadır. Çoğu zamanda zülfü yâre dokunacak tarzda yüce dinimiz İslam’ a saldırı olarak zuhur etmiştir. Esasında, işin altında yatan en büyük sırda budur. Bir diğer sır ise İslam’ın etkisini minimize ederek, mezarlık ve ibadethanelere hapis etmek, sonuçta sosyal yaşamdan koparıp atmaktı. Cumhuriyetin ilk kurulduğu yıllardan hatta daha öncelerinden beri yapılmak istenen de buydu. Düşününüz yüzde doksan dokuzunun Müslüman olduğu her fırsat deklare edilen memleketimizde, Kur’an’ın önemli emirlerinden olan başörtüsü yasaklanıyordu. İşin bir başka boyutunda ise başörtüsünün yalnız Kur’anı Azimüşşan’ın emri olmadığı, İncil, Tevrat ve diğer kutsi kaynaklarda da aynı emrin bulunuyor olduğudur. Buradan hareketle, başörtüsüne muhalefet aslında “Yaradan’a meydan okumaktan başka bir şey değildir” denebilir. Galibi önceden çok net bir şekilde belli olan ve dünya sathında yüce Mevla’ya açılan bir savaş gibide düşünebilirsiniz bunu. Başörtüsü, bu savaşta kullanılan araçlardan sadece biridir. Bu araç vesilesi ile birçok Müslüman mesleklerinden edildi. Eğitim hayatları karartıldı.
KAMUSAL ALAN
Bugün meclis sıralarını dolduranlardan bazılarınca insanlığın yüz karası ikna odaları bile kuruldu. Bu, başta inanç özgürlüğüne, insan haklarına ve devamında hukuka aykırı bir durumdu. O yıllarda yürürlükte olan, üstünlerin hukukuydu. Yani hukuk dışılıktı. Peki, kimdi bu “üstünler”? Bu cesareti nereden buluyorlardı. Yetmiş beş milyonun yetmiş milyonuna karşı nasıl durabiliyorlardı? Nasıl oluyordu da kamu vicdanını bu denli kanatabiliyorlardı. Burada bir tezat yok muydu? Elbette vardı. Öncelikle bunlar emri ilahinin hilafına ciddi gayret gösterenler, ayak direyenler takımıydılar. Allah aşkına, kamu kimdi? Kamusal alan meneminin her santimetrekaresinin asli sahipleri kimlerdi? Kamu, bizlerdik, Müslüman Türk Milleti’ydi, alanının sahibi de bu Aziz Milletten başkası değildi. Zamanla, merhale merhale özdeğerlerinden sistemli olarak uzaklaştırılan milletin elinden alan kontrolünü almak çok kolay olmuştu. Kontrolü ele geçirenlerin sayıları da öyle zannedildiği gibi milyonlarla ifade edilecek türden de değildi.Genel nüfusa oranla yok denecek kadar azdılar. Maharetleri gövdeyi saran kurtların ki gibiydi. Sanatta, Edebiyatta, Sporda, Resimde, Tiyatroda, Televizyonda, Sinemada, Eğitimde, Sağlıkta, Basında, İş dünyasında, Kışlada ve diğer aklınıza gelebilecek birçok sektörü sararak gövdeyi yıllarca kemirdiler. Bizans oyunlarına taş çıkartacak değişik hamlelerle, hile, tuzak ve desiselerle önce genç kızlarımızın, kadınlarımızın ve top yekûn milletin inanç dinamiklerini sulandırdılar, sonra yok etmeye yeltendiler. On- On beş yıl öncesine kadar mevcut iktidarları kendi emelleri doğrultusunda yönlendirerek yol aldılar. Ancak bugünkü iktidar bunlara pabuç bırakmadı. Bırakacağa benzememekte. Günümüz de teşhis doğru kondu. Reçete doğru yazıldı. Tedavi metotları doğru uygulanıyor. Hatırlarsanız hasta dönemin merhum başbakanlarından Ecevit dönemi meclisinde başörtüsüyle meclise giren bir milletvekili nelere maruz bırakılmıştı. İnsan hak ve özgürlükleri adına utanılacak tablolarla yüz yüze kalmıştık. Bugünse, daha bir iki gün öncesinde 3-4 milletvekili tekrar başörtüleriyle milletin yegâne sahibi olduğu meclise girdiler. Gök kubbe yerinde duruyor. Memleket elden gitmedi. İrtica hortlamadı. Cumhuriyet eskisinden daha sağlam ayakta duruyor. Demokrasimiz hiç olmadığı kadar güven veriyor. Olması gerekenler bunlardı. Gelişmiş demokrasi adına, insan hak ve özgürlükleri adına, hukuk adına, laiklik adına Cumhuriyet tarihine yakışan yaşanan bu ilkle gerçekleşmiş oldu. Doksan yıllık ezberlerden biri daha bozularak, bir tabu daha yıkılmış oldu. Ezcümle, herkes inandığı gibi yaşamalıdır. Sağlıcakla kalın…
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce