Günümüz toplumlarının birçoğu bundan ve hayata geçirememekten muzdarip. İçselleştirilip hayata yansıtılması gereken en önemli bilgi, ilme dair olanlardır. Bilmeye ve tanımaya, inanmaya ve güvenmeye dair olanlardır. Bunda muvaffak olmayanlarsa psikolojik, sosyolojik, eğitsel, v.b. bozukluklara takılıp kalmaktadırlar. İçselleştirememe, yani özümseyememe ve benimseyememe, yani içe sindirmeme. Genel hatlarıyla hayata geçirememe. İçselleştirme öncesi evrelerde atılması gereken birkaç sağlıklı adımla çözülebilecek bir sorundur aslında. Birçok sorunun kendiliğinden ortadan kalkmasına da vesile olabilecek, çözümü bireylerde saklı bir sorundur içselleştirememe. Ön adımların sıhhati burada önemlidir. Adımların doğru atılamaması durumunda ortaya hilkat garibesi bir yaşam tarzı ve sosyal ilişkiler ağı çıkar. Hani, bazı abes durumlar için denir ya “üstü kaval, altı şişhane” diye, durum aynen öyle zuhur eder. Bu durum doktor kılığındaki birine kasap demeye benzer. Akıntıda sürüklenen balıklardan farkı kalmaz insanın. Aklın, bi hakkın devreye girmesi ise kaçınılmazdır. Bu sebeple bozukluk, esasen içselleştirme öncesi bilgi sahibi olma alışkanlıklarımızdaki evrelerden başlar. Sürecin sonuna değin de sürüp gider. Öyle bir an gelir ki, insan inancının gerekliliklerinden ziyade, yaşadıklarını inancın gereklilikleri gibi algılamaya başlar. Belli bir zaman sonra bunlar kalıplaşarak terk edilmesi fevkalade zor alışkanlıklar şekline dönüşür. Gerçek inanılması gerekenlerin yerini alırlar. Ki, buda ömür sermayesine hâkim olabilecek ciddi bir yanılgı olur. Bireylerde başlayan bu yanılgı toplumun her zerresine istenmese de kendiliğinden nüfus eder.
SAĞLIKLI BİLGİYE ULAŞMAK
Böylesi vahim bir durumun engellenmesinin diğer bir yolu da sağlıklı bilgiye ulaşmaktır. Günümüzde bilgiye ulaşım, 20–30 yıl öncesine oranla inanılmaz derecede kolaylaşmıştır. Bir iki tuşa dokunmanız yeterlidir. Teknoloji, bilgiye ulaşmanın maliyetini, zamanını ve emeğini en aza indirgemiştir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus vardır. O da maksatlı ya da maksatsız olarak ortaya sürülen yığınla dezenformasyona dikkat etmek gerektiğidir. Doğru bilgi doğru kaynaklarda bulunur. Her bulunan bilgi de doğru olmayabilir. Marifet, bilginin diğer kaynaklarla test edilmesi, doğrulanması, doğrulardan beslenilmesidir. Beslenebilmeninse akla gelen ilk şartı İslam’ın ki ile aynıdır. Yani ilk emir olan “oku” maktır. Okuma alışkanlığı olmayanlar için edinilecek kayda değer bir bilgiden söz etmekte doğru değildir. Okumamak, daha ilk adımda çuvallamaktır. An be an geriye gitmektir. Kendini varlık içinde darlığa mahkûm etmektir. Araştırıp, bulma ve okuyup, öğrenmenin peşi sıra edinilen bilgi içselleştirilmelidir. Pekiştirilmeli ve samimane özümsenmelidir. Topluma sesli ya da sedasız verilecek mesajlarda doğru bilgiye dair emareler yaşantımızın her alanına yansıtılmalıdır. İnanca dair bilgiler, davranışlara aksettirildiği takdirde kıymeti harbiye kazanır. Bu uğurda atılan adımların, irfan basamaklarında zirveye doğru atılanlardan farkı yoktur. Adımlar, zirvenin tersi istikametinde olur ise devreye takiyye girer. Takiyye sahipleri istese de emin, inandırıcı ve güven veren adresler olamazlar. Sesine ve kendine kimseler gereken ehemmiyeti vermez. İrfan sahipliği, takiyye ve riyadan uzak, ilmini eyleme dökebilmektir. Salt bilgisiyle değil, hal ve tavırlarla farkındalık oluşturabilmektir. Her haliyle Allah’ı anımsatabilmektir. Bilgisi, eyleme dönüşen insanın irfanla buluşup kucaklaştığı varsayılır. Eyleme dönüştürülemeyen bilgi, sahibi için esasen yüktür. Bu yüzden olacak ki Kur’an, bilgisini eyleme dönüştürmeyenleri, başka sıfatlarla tanımlamaktadır. Bu türden olanlar huzur veremez. Asli huzuru bulamaz. Ebedi mutluluğun kapısını aralayamaz. Ne ruhen, ne aklen ve ne de bedenen dengede olamazlar. Anını anına örtüştüremezler. Dengede olduğunu zannetse de, asıl dengeyi hiç yaşamadığı, yaşatılmadığı için yaşadığı keskin zikzakları bu duygu ile karıştıracaktır. İlk emri ‘Oku’ olan yüce bir dinin müntesipleri olarak dünyanın en az okuyan milletleri sıralamasında en üst sıralarda yer almamız oldukça üzücüdür. Hazır yeri gelmişken konu ile ilgili bir istatistiği paylaşmadan geçmek istemiyorum. Ülkemizde yapılan bir ankette, izleme oranı yüzde 95, okuma oranı yüzde 5 seviyelerinde çıkarken gelişmiş ülkelerde yapılan anket sonuçları tam tersine çıkmıştır. Lebalep dolu kahvehane, internet kafe, kafe ve benzeri yerler ile sinek avlayan kütüphane ve benzerleri bunun en iyi göstergesi değil midir?
HABERLER
21 saat önceHABERLER
21 saat önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce