Efendim, vaktiyle bir kundura tamircisi yaşarmış küçük bir ilçede. Kendi halinde, sessiz, sâkin, efendi bir insan. Yalnız, kimsesi yok… Çevresinde çok seviliyor, sayılıyor… Derdi olan ona gidiyor. Sıkıntısı olan ona koşuyor. Elinden geldiği kadar o insanlara yardımcı oluyor. Velhâsıl ona giden, dert verip, derman alıyor. Bir gün münadiler ilçeyi dolaşıp haber verirler. Filanca gün, ülkenin en büyük hadis bilgini filanca camide ikindi namazından sonra ders verecek diye. Beklenen gün gelir. Namazdan sonra herkes heyecan içinde hadis bilgininin söze başlamasını bekliyordur. Birden bizim kundura tamircisi ayağa kalkar. Sükûnetle kapıya doğru yürür, çıkar gider. Herkes hayret içindedir. Bir türlü anlam veremezler. Böyle büyük bir bilgin gelsin de, sen dinleme, olacak iş mi bu? Her kafadan bir ses çıkmaktadır. Nihayet cemaatten biri, arkadaşlar der, biz bu zatın hemen hepimiz pek çok iyiliklerini gördük; gelin, bu boş konuşmaları bırakalım. İçimizden bir grup arkadaş, dersten sonra gitsin, kendisiyle konuşsun. Belki bilmediğimiz bir incelik vardır. Önyargılı olmayalım. Zan ile yakîyn hasıl olmaz, der. Kabul ederler. Ders bittikten sonra birkaç kişi, kundura tamircisini ziyarete giderler. Sebebini sorarlar. Derin bir iç geçirir. Biraz düşünceye dalar ve ah efendim, der. Hiç sormayın. Bundan on yıl önceydi, yine büyük bir hadis bilgini memleketimize geldi. Yine münadiler ilân ettiler.
EMANET BIRAKMAK
Merakla, heyecanla koştum, dinledim, not aldım. Dersin sonunda, o büyük bilgin, arkadaşlar dedi, size on hadis yazdıracağım. Sizler en kısa zamanda bu hadisleri günlük hayatınızda yaşayıp, uygulayacaksınız. Size emânet bırakıyorum. Sonra bizim kundura tamircisi yine bir göğüs geçirir ve “ah efendim, ben nasıl yanmayım. O kadar gayret ettiğim halde, yine de aradan on yıl geçti, o hadisleri istediğim gibi yaşayamadım. Beni bağışlayın. Şimdi hangi yüzle sayın bilginin karşısına geçip, ondan yeni hadisler öğrenmek isteyebilirim? Efendim, bu anektodu okuyalı aradan otuz yıldan fazla bir zaman geçti. Unutamadım. Ve sürekli üzerinde düşündüm. Bana son derece anlamlı geliyor. Hepimizin bu konu üzerinde düşünmemiz, sohbet etmemiz gerekiyor. Günümüzde, özellikle son yıllarda bilgisayarların yaşantımıza girmesiyle yepyeni durumlar ortaya çıktı. Bilgi bankaları kuruldu. Normal bir ücret karşılığında, bir bilgi bankasına üye oluyorsunuz. İstediğiniz zaman, istediğiniz kadar bilgi önünüze anında seriliyor. Hem de ne bilgi… En önemsiz gibi görünen konular, en ince nüanslarına kadar oya gibi işlenmiş, size sunuluyor. Ansiklopediler artık işportaya düştü. Bazı gazeteler bile satışlarını artırmak için, promosyon olarak ansiklopedi veriyorlar. Ve her tarafta bilgi yarışmaları… Bir bilgi tutkusu ki günden güne bizleri sarıyor, sarmalıyor. Kötü mü, hayır, ne münasebet… Çok iyi ama bir şartla. Unutmayalım ki, bilgi gaye değil, vâsıtadır. Hayatta ne zaman amaçlarla araçlar yer değiştirirlerse, bir şeyler anlamını yitiriyor, güzelliğini kaybediyor. Burada müsaadenizle, Resûlullah Efendimizin bir hadisini nakletmek isterim. Meâlen “İşe yaramayan, lüzumsuz, fuzuli bilgiden sana sığınırım Ya Rabbi” buyuruyorlar. Özellikle yarışmalarda görüyoruz. Bilgi adı altında, işe yaramayan, saçma sapan bir sürü teferruat… ayrıntı. Peki, ben hayat yolunda nasıl yürüyeceğimi, bir müşkül, bir sıkıntı, bir sorun karşısında nasıl bir tavır takınılacağını bilmiyorsam, güçlükler üst üste gelince allak bullak oluyor, pusulayı şaşırıyorsam, o zaman ne kıymeti kalır o ince ayrıntıların.
BİLGİ IŞIĞI
Evet, bilgi güzel, amenna ama, işe yarar bilgi, hayatta yeri olan bilgi. Bana ışığı, güzeli, doğruyu, hak olanı, haktan yana olanı gösterecek bilgi. Beni dünyada da, ahirette de mutlu edecek, huzurlu edecek, başarılı yapacak bilgi. Yoksa benim kafamı, ipe sapa gelmez, işe yaramaz bilgilerin depo edildiği bir ambar haline getirmek, böyle bir eğitimi vermek, sanırım hayata da, insana da, eğitime de ihanettir. Ve buna hiç kimsenin hakkı yoktur. Beni çokluktan tekliğe, kaostan kosmos’a, kesafetten letafete götüren bilginin bir anlamı, bir derinliği, bir güzelliği vardır. İş, bu karmakarışıklık içinde düzeni kurabilmek, uyumu bulabilmek, güzelliği yaşayabilmek ve yaşatabilmektir. Gerisi lâftan, kuru gürültüden ibarettir. Bir önemli hatamız da, bir şey okuyunca, işitince, biraz araştırma yapınca hemen, efendim, ben onu biliyorum, bunu biliyorum diye ortaya çıkmamız oluyor. Evet, bilgisayardaki bilgi gibi, bizim de kafamızın bir köşesinde bazı bilgi kırıntıları olabilir. Ama bu bilmek midir? Bilme olayını kapsar mı? Bildiklerimiz, günlük hayatımızda, iş hayatımızda, aile hayatımızda yaşanmadıkça, yaşantıya dönüşmedikçe acaba ona bilgi denilir mi? Biliyorum diyebilir miyiz? Bir teyp kendine okunanları kaydeder. İstenildiği zamanda bize verir. Peki şimdi biz, teyp o bilgileri biliyor diyebilir miyiz? Bence, insanoğlu da böyle. Bir şeyleri papağan gibi tekrarlıyorsa ama onları yaşamıyorsa, günlük hayatında yaşantıya dönüştürmüyorsa, sorarım size, o insanın teypten ya da papağandan farkı nedir? Önemli olan “kâl” değil, “hâl”dir. Hâl sahibi olabilmenin bir anlamı vardır. Sadece satırdan okumak yetmez. İnsan bazen de sadırdan okuyabilmelidir. Temiz olan, asil olan, yüce, büyük, güzel olan bir tek hareket, yüzlerce yaşanmamış fikirden, düşünceden daha anlamlıdır. Bazen, bir anlamlı tebessüm, bir tek güzel söz, bir insanı ölümden döndürebilir. İntiharın eşiğinde olan nice insan, böyle durumlarda, bir bakışla, bir güzel davranışla ölümden dönmüşlerdir. Büyük Yunus “Şu cihan cehennemini, yağ ile bal ide bir söz” der. Bir küçük hediye, bir küçük ilgi, bazen yaşama gücünü yitirmiş insanlara yeniden hayat verebilir. Onları tekrar mutlu, huzurlu ve başarılı yapabilir. İnsanı insan eden yine insandır. Hayat, yaşamak, varolmak, varoluşun çılgın lezzetini duymak, hiçbir kelimeyle, sözle, kitapla anlatılmayacak kadar büyük, yüce, muhteşem bir olaydır. Ve hayat bizzat yaşanan, yaşanması gereken şahsî bir maceradır. Yaşamak bir aşktır, şiirdir. Kimse, kimse adına hayatı yaşayamaz. Bir güzellikle ürperemez. Bir güzel davranışın, bir vermenin, bir paylaşmanın güzelliğini hissedemez. Yunus “Bir siz dahi sizde bulun, benim bende bulduğumu” der. Bizler, bildiğimizi sandığımız hususları, kendi hayatımıza mal edip, kendi yaşantımız içinde aşka, heyecana, şiire, varoluşun dayanılmaz ürpertisine çeviremezsek, sadece ama sadece papağanlık yapmış oluruz. Aşk ilmin yarısıdır, derler. Ancak, bilgiler uygulandığı zaman değer kazanırlar; ancak bilgiler uygulanıp, yaşanıp, davranışa dönüştükleri zaman vardırlar. Varlıkları ispatlanmış olur. Dostlar, açık konuşalım, bu çağda hiç kimsenin, yaşamadıkları bilgileri bozuk plâk gibi tekrarlayan insanlara sevgi, saygı, hayranlık duydukları görülmemiştir. Bu çağın insanlarının bilgiye karnı tok. Davranış istiyorlar. Yoksa onun kendi bilgisinin kendine hayrı yok, kendi söylediğini kendi uygulamıyor, geç onu, palavracının biridir o diyorlar. Bu çağın insanlarının, sözüyle değil, özüyle, parlak nutukları ile değil, güzel, samimi, içten davranışları ile örnek olacak insanlara ihtiyacı var. Sözü ile değil, fiili ile örnek olanlar insanları etkileyebilirler. Onları iyiye, doğruya, güzele götürebilirler. Onlara yepyeni bir dünyanın renk dolu, ışık dolu, şiir dolu, aşk dolu kapısını açabilirler. Ve ancak onların Yunus gibi “Sevdiğimi demez isem, sevgi derdi boğar beni” demeye hakları vardır. Evet, sevelim, sevilelim, dünya kimseye kalmaz.
KÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
22 gün önceKÖŞE YAZARLARI
23 gün önce