Bir Trakya yerlisi, bir Pomak, bir de Bingöllü bir araya gelmişler kahvehanede. Çay ucuz ya sebep ortak. Bu mekân bir de pek samimi. Konu daha çok köyden şehre gelmenin sakıncaları. Arada başka konulara atlansa da temelde bu. Seviye güzel, herkes nazik. Büyük iddiaları olan kimse yok, hepsi çoktan büyük iddialardan vazgeçmiş, hayattan çoktan vazgeçtikleri gibi. “Babamın çok yeri var köyde, bir de hayvanları var; ben geldim burada süt fabrikasında asgari ücretle çalışıyorum. Oysa geri dönsem, köyümde toprakların başında dursam hem daha çok faydam olurdu, hem de daha iyi bir gelirim.” diyor Pomak genç. Yuvarlak yüzlü, renkli gözleri, önden hafif dalgalı saçlarıyla sanki daha dün gelmiş Rodoplar’dan. “Şeker pancarı ekiyoruz. Bire dört veriyor. C sınıfına giriyor. Her şekilde kaybettirmez. Oysa ben burada elaleme 3 kuruşa çalışıyorum. Babama diyorum ama kendisi kendisine yetermiş. Zaten abim ve kardeşimin ilgisi bile yok. Abim, bir firmaya başvuru yaptı, 2 haftadır cevap gelecek diye evde yatıyor. Kardeşim cep telefoncuda, kapılmış bir kıza dünya umurunda değil. O kız, onu bir bırakırsa sanki gidecek yeri var.”
Şehirden köye geri dönmenin gerekliliğinin farkında olması çok hoşuma gidiyor açıkçası. Pomak insanı her daim zekidir. Sadece hareket etmek konusunda gereğinden fazla tedbirli ve ihtiyatlı olup hep geç kalır. Yiyecek maddelerinin fiyatlarının tavan yaptığı ülkemizde sadece bireysel çiftçilik için bile olsa bizim insanımız köye geri dönmelidir kanımca. Köyde hayat daha kolay, geçim rahat.
İNSANIMIZ AKILLI DEĞİL
Trakyalı abim aslen Lüleburgazlı. Konuşması ve tavırları klasik efendi Trakya köylülerini andırıyor. Eski toprak, saygılı, nazik ama tavrında dik, sağlam Trakya köylülerini.
“Bizim insanımız akıllı değil. Zamanında dışarıdan gelenlere aman oğlumu da işe al diye yalvarıp güzelim tarlalarımızı veriverdiler. Benim oğlum ekip biçsin, kendi işini yapsın, az ya da çok kendisinin efendisi olsun demediler hatta düşünemediler. Sonra ne oldu ? Her yer fabrika oldu. Bizimkiler de kendi tarlalarında yapılan fabrikalarda sıradan işçi. Yazık ettiler her yere.”
Sanki içimi ya da binlerce bu durumdan rahatsız olan bilinçli Trakyalı’nın içini okuyor, anlatıyordu sayın abim. Eskiden senede üç defa ürün alınan, üzerinden tertemiz nehirler akan, koskocaman gündöndü başlarının üzerlerindeki yükten ağır ağır kafasını çevirdiği ve güneşe baktığı; sonradan o yükü de taşıyamayarak boyun büktüğü doğa harikası, bereket diyarı Trakyam’da şimdi bomboş tarlalar, adını sonradan öğrendiğimiz yabani otlar yetiştirilmeye çalışılıp üç kuruşluk kalitesiz yağ imal edilmiyor mu ? Kapkara fabrika dumanları şehirlerin üzerini kaplıyor, yılda en az iki defa asit yağmurları yağıyor, nehirler artık akamıyor. Bütün bunlara sanayi deniliyor ve Trakyamın insanı, bu monte işletmelerde, dört duvar arasında, aslında sahibi olduğu gökyüzünü aylarca görmeden yaşamaya mahkûm oluyor.
DÖNÜMÜ 150 MİLYAR
Abi devam ediyor sözüne:
“Ama kendimiz yaptık. Suçlu bizleriz. Kısa yoldan mal, mülk sahibi olmak istedik. Herkes bencil davrandı. Dönümü 150 milyarı duyan herkes, koştura koştura sattı arazilerini. Hazır para tatlı geldi.”
Peki ne oldu o hazır paralara ? Birazı oğlanın altına araba oldu. Cıstık cıstık gezdi çocuklar bağırta bağırta hoparlörlerini son model arabalarının. Modeller değiştirildi. Arabalarla kazalar yapıldı. Çocuklar, tam çalışmaları gereken en verimli dönemlerinde hazır paranın rahatlığıyla tembelleştiler, vasıfsız kaldılar. Birazı kızlara gitti; oradan da damatlara. Kızlarımız, çalışkanlık, iyi niyetlilik, dürüstlük, azimlilik gibi çok önemli kavramları unutuverdiler eşlerini seçerken. Hazır para bu. Yakışıklılık yeterli oluverdi. Gereksiz, tembel, yabancı damatlar da bu hazıra konuverdi, Trakyam’a doluverdi. Şaşalı düğünler yapıldı. Sanki akarı varmış gibi lüks eşyalar alındı. Yarıştı bizimkiler. Komşudaki birse, onlar 2 aldılar. Akraba gördü, 3 aldı. Bilindik işler bırakıldı. Koyun besleyeceğine devekuşu aradı Trakyamın insanı. Beceremedi tabii. Koyun, keçi neyine yetmedi? Şimdi işçi, yabancının fabrikasında. Hele bir de bilmem ne müdürü yazıyorsa kartvizitinde janjanlı; kendini pek önemli sayıyor. Ama şunu hiç anlamıyor: “Esaret esaret, kölelik köleliktir. Seviyesi, hiyerarşisi olmaz.”
Abim son sözleriyle son noktayı da koyuyor: “Bizimkiler girişimci değil. Parayı üretip arttıracağına; sadece yaşayıp tüketmeye bakıyorlar.”
Bingöllü arkadaş da hepsini dinliyor. Araya girişler yapmaya çalışsa da yabancı, yabancı oluyor ister istemez. Ortak kültüre sahip olmamanın sıkıntısını yaşıyor; biz ise yakınlığımızın keyfini çıkarıyoruz. Doğu ve Batı insanı arasında ciddi bir anlayış, hayata bakış ve yaşayış farkı olduğu ortaya çıkıyor. Konuyla ilgisiz, “Karı koca, birbirlerinin akrabalarına aynı güzel yüzle gitmeli” diyor. Doğru söylüyor. Türkiyem’in insanı Edirneli de olsa, Karslı da olsa, Diyarbakırlı da olsa, İzmirli de, kalbi her zaman temiz. Ama diyorum ya özellikleri, başka deyimle gözleri farklı. Tamamen ilgisiz bir konuya girse de Bingöllü, ortama aitmiş gibi saygıyla ve anlayışla kabul edip dinliyor Pomak kardeşim ve Lüleburgazlı abim ve onaylıyorlar bu iyi niyeti. İşte gurur duyduğum insanımdaki birleştiricilik. İşte Batı’nın Doğu’dan farkı.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
22 saat önceBALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce
konuyla ilgisiz olabilir bingölllü en azından kendini size yabancı hissettirmemek için çaba sarfediyor. Pomak ve trakyalı arasında heralde yakın kültür olur. bingöllü ile adanalı birinin ortasına da trakyalıyı koy o ne yapacak bakalım bunlar ne konuşuyor niye iç geçirmezse bişey demiyorum bi kabullenmezlik bi yadırgama mutlaka yapacaktır. Anadolu insanında samimiyet var