Bölgemizde gerçekleşen son dönem gelişmelerin dıştaki büyük oyunun, küçük perdeleri olduğunu düşünmemizi sağlayan birçok kesişme vardır. 1990’lı yılların başında Balkanlarda başlayan kopma, 2000’li yılların başında kuzeyimizde gerçekleşen turuncu devrimler ve son 2 yıldır Arap dünyasında esen bahar havası, sanki 20 yıl öncesi başlayan bir rüzgârın devamı algısını oluşturmaktadır. Yugoslavya’nın dağılması ve 6 parçaya ayrılması, hemen akabinde, bölgenin Türk ve Müslüman unsurlarına karşı başlayan, başta Sırp olmak üzere baskın ve hakim devletlerin asimile ve yok etme politikası baş göstermiştir. Balkanlarda herhangi bir ülkenin asli vatandaşı olamamış binlerce Türk soyluyu sınırlar arasında kalmış olarak görebilirsiniz. En geri kalmış şehir ve semtlerinin genelde Türk yerleşim yerleri olduklarını şaşırarak izlersiniz. Avrupa’nın bu güneydoğu ucunda 90’lı yılların değişim havası sanki sadece Türk ve Müslüman azınlığa yaramamıştır. 2000’li yılların başında güneyimiz de işgalle başlayan kargaşa, yine başta ülkemiz olmak üzere Irak ve Afganistan Türklerini kısa ve orta vadede olumlu etkilememiştir. Irak’ın Amerikan işgali ile seksen yıldır kırmızı çizgiyle koruma altında tuttuğumuz, tarihi ve kültürüyle Türkiye’nin en doğu şehri diyebilecek yakınlıkta gördüğümüz Kerkük’ün, demografik yapısının hızla değişmesi engellenememiştir. Son 10 yılda Irak Türkmenlerine ve Kerkük Musul gibi bin yıldır Türk şehri olan coğrafyalara, bir anda Kürt Bölgesel Yönetimi yakıştırması yapılması ve zoraki bir oldubitti ile sözde Kürdistan yönetiminin oluşturulmasını maalesef sadece tüm ülkece izledik. Barzani ve Talabani’nin aşiret kabalığı ve siyaset beceriksizliğinden, hızla devlet başkanlığı bilgisine! ve statüsüne kavuşmasını bölgenin genel havasının kaçınılmaz bir sonucu olarak görüp, devletimizin önceliklerini ve korkularını tam olarak maalesef yansıtamadık. Bölücü başının yakalanmasından bu yana geçen süreçte devlet ve hükümetler olarak durmadan arttırılarak geliştirilen demokrasi süreci bile Türk devletinin acziyeti ve tavizi olarak algılanmış, terörist başının bırakılmasına varan hain söylemlere cesaret kaynağı olmuştur. Şu durumda 10 yıl önce Irak’ın işgaliyle başlayan bu süreçte, Türkiye için hayırlı olmamış ya da olabilecek politika maalesef üretilememiştir.
YENİ MUHALİF KUTUPLAŞMALAR
Son olarak Kuzey Afrika ve Arap dünyasında ki “Bahar” adıyla olumlu başlayan hava, son dönemde Mısır’da yine karışıklığa, Libya ve Tunus’ta yeni muhalif kutuplaşmalara doğru gitmektedir. Basınımız da bunların yer almaması o bölgelerdeki Müslümanların bir anda demokrasi havarisi olduğu anlamına gelmemektedir. Israrla ve hep aynı çizgide, sert bir havada yönettiğimiz Esat ve Suriye politikamız, Putin’in son ziyaretiyle olumlu bir çizgiye doğru kaymaktadır. Suriye konusunun çözümünde bu aktif çabamız, mutlaka bölgede en aktif güç olmamızı sağlamalıdır. Son yirmi yılda hemen sınırlarımız da gerçekleşen tüm bu olayların belki de rövanşı ve telafisi elimizdedir. Bölgede artan terörün, önce içteki hain yüzleri ve sonra dıştaki destek unsurları bu sayede etkisizleştirilebilir. Aktif Türk dış politikası ve muhtemelen değişecek Suriye ile hem ülke çıkarlarımıza hem de bölge Türkleri’ne on yıllardır beklediğimiz ve maalesef hep Türk’ün zararına yürütülen süreç olumlu çizgiye çekilebilir. Dikkat etmemiz gereken Suriye konusunun da teröre kaynaklık etmesi ve beslenecek bir bataklığa dönüşmemesidir. Bölge genelindeki 100 milyondan fazla Türk soylunun siyasi ve sivil örgütlerinin doğru kullanımı ile özlenen lider ve güçlü Türkiye hızla oluşacaktır. Unutmayın dünyanın başka hiçbir yerinde uzakta olsa, tarihi dili ve kültürü bu kadar benzeyen başka bir millet yoktur. Yeter ki inanalım ve bölünmeyelim.
HABERLER
1 gün önceHABERLER
1 gün önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce