RS’nin Bosna’dan ayrılığının rasyonel bir tarafı yok
Dodik, devlet içindeki anayasal düzene gücü yettiği ölçüde zarar veriyor
Son aylarda Bosna Hersek, sistemin ve etnik bölünmüşlüğün ürettiği krizlerden biriyle karşı karşıya. Krizin fitili; 2009 yılından beri görevde olan Yüksek Temsilci Valentin Inzko’nun yerine Christian Schmidt’in gelmesi ve yıllardır elindeki Bonn yetkilerini kullanmayarak sükunetini koruyan Inzko’nun giderayak “Bosna’da yaşanan soykırımı inkar edenlerin 6 aydan 5 yıla kadar hapis cezasına çarptırılmasına yönelik yasayı” yürürlüğe koymasıyla ateşlendi.
Batı’dan aldığı destek her geçen gün azalan, Sırbistan’ın temkinli yaklaştığı ve Rusya’dan başka dayanağı kalmayan Bosna Hersek’in Sırp nüfus yoğunluklu entitesi Republika Srpska’daki (RS) en önemli siyasetçi ve şu an Bosna Hersek Üçlü Başkanlık Konseyi üyesi olan Milorad Dodik ise ateşi körüklüyor. Dodik arkasına aldığı RS Parlamentosu ile “Bosna’dan ayrılma ya da Sırbistan ile birleşme” vaatleriyle bazı kararlar alınmasını sağladı. Ayrıca Dodik, bu doğrultuda bazı eylemlerde bulunmaya da başladı. Bonn yetkilerini ve Yüksek Temsilciliği tanımamak; devlet kurumlarını ve üst düzey resmi toplantıları boykot etmek; Bosna devlet kurumlarıyla olan entegrasyonu sonlandırmaya çalışmak; adalet, savunma, güvenlik ve vergilendirme alanlarında devlet içinde paralel kurumlar kurmayı amaçlamak ve RS’nin kendi ordusuna sahip olmasını istemek, Dodik’in söz konusu girişimlerinden birkaçı.
Tüm bu gelişmeler, Bosna’nın ayrılığın eşiğinde mi olduğu sorusunu gündeme getirirken gelecekte oluşabilecek bazı senaryoları da tartışmaya açıyor.
Bosna Hersek’te üç kurucu kimlik üzerine bir sistem inşa edildiğinden toprak bütünlüğünü bozan bir ayrılığın gerçekleşmesi teknik olarak çok zor. Dayton Anlaşması kapsamında değerlendirdiğimizde Bosna’nın toprak bütünlüğü BM Güvenlik Konseyi ve Uluslararası Adalet Divanı tarafından koruma altında bulunuyor. Bu yüzden tek taraflı bir bağımsızlık ilanı veya bir başka devlet ile birleşme kararı uluslararası hukuka aykırı ve karşı yaptırımları doğurur.
Herhangi bir sebeple bağımsızlığın ya da diğer bir ülke ile birleşmenin yaşandığı varsayıldığında bunun politik, askeri ve ekonomik maliyetleri olacaktır. Bunlar şu şekilde sıralanabilir:
Politik maliyetler: RS, BM ve AB ülkeleri tarafından uluslararası sistemden izole edilecektir. Sistemin başat aktörlerinin desteğini almamak RS açısından ekonomik ve insani bakımdan olumlu bir sonuç doğurmayacaktır. RS tanınma kriziyle karşı karşıya kalacaktır. Uluslararası organizasyonlara katılım sağlayamayacak, sorunlarını dile getiremeyecektir. Diğer ülkelere göre daha zor iş birlikleri geliştirebilecektir.
Sırbistan belli bir süre RS’nin uluslararası alandaki temsilciliğini üstlense dahi son yıllarda yeniden inşa etmeye çalıştığı imajının zarar göreceğini fark etti. Sırbistan, geçmişte Bosna ve Kosova savaşlarının getirdiği tarihsel yükümlülüklerden dolayı pragmatik ve dengeli bir dış politika yürütüyor. Özellikle Arap ve Müslüman ülkelerle ilişkilerini geliştirerek Körfez sermayesini ülkesine çekmek istiyor. Bunun için hiçbir fırsatı kaçırmıyor. Örneğin; Ekim 2021’de Soğuk Savaş döneminde Endonezya, Hindistan, Mısır, Gana ve Yugoslavya’nın öncülüğünde kurulan “Bağlantısızlar Hareketi”nin 60. yılı kutlamalarını Belgrad’da yaparak, iyi bir PR çalışması yürüttü.
Askeri maliyetler: RS muhtemel kendi ordusunu güçlü ve istikrarlı tutabilmek için ekonomik kaynağa ihtiyaç duyacaktır. Çevresindeki NATO ve AB üyesi ülkeler tarafından yaptırım uygulanacağından kaynak bulmakta zorlanacaktır. Rusya’dan ve Sırbistan’dan uzun süreli askeri destek görmesi de zor görünüyor. Rusya coğrafi olarak bölgeye uzak olduğundan askeri birliklerinin RS’ye konuşlanması için NATO üyesi ülkeleri aşması gerekecektir. Bu da NATO güvenlik mimarisi kapsamında pek mümkün gözükmemektedir. Sırbistan belli bir süre Rusya destekli askeri altyapısını RS ile paylaşsa bile ülkeye yönelik ekonomik yaptırımlar bir süre sonra Sırbistan’ı da zorlayacaktır.
Ekonomik maliyetler: Günümüzde Bosna Hersek toprak bütünlüğü içinde yer alan RS, yatırım çekmekte zorlanırken; tek başına bağımsızlık ilan etmiş ve sistem tarafından dışlanan bir RS, ekonomik olarak ciddi sıkıntılar yaşayacaktır. RS’deki Avrupa ülkelerinin yatırımları, uygulanacak yaptırımlar neticesinde zarar görecek ve geri çekilecektir. Ekonomik olarak Sırbistan’ın RS’ye uzun süreli yardım etmesi de pek mümkün gözükmemektedir. AB yatırım payının yüzde 70’lere ulaştığı Sırbistan, tek başına RS’nin yükünü kaldırabilecek potansiyele sahip değildir. AB ülkelerinin ekonomik yaptırımları ile karşı karşıya kalmak istemeyecektir.
Tüm bu maliyetler göz önüne alındığında RS’nin Bosna’dan ayrılığının rasyonel bir tarafı olduğu söylenemez. Böyle bir ayrılığın yaşanabilmesi için uluslararası toplum nezdinde bir konsensüsün sağlanması gerekir. Muhtemel bir ayrılığın çok zor olacağını varsaydığımızda krizin nereye evrileceği veya etkilerinin ne olacağını da öngörmeye çalışmak gerekir. Dodik, devlet içindeki anayasal düzene gücü yettiği ölçüde zarar verip, Yüksek Temsilcilik Ofisi (YTO)’ne ve devlete karşı sorumluluğu olmayan, olabildiğince fazla hak ve ayrıcalıklara sahip bir entite yaratmaya çalışıyor. Böyle bir entite Rusya’nın bölgede rahatlıkla kullanabileceği başına buyruk bir yapı anlamına geliyor. Savaş travmasının hala var olduğu ülkede, güvensizlik ve tedirginlik her geçen gün artıyor.
Temel aktörlerden beklentiler nelerdir?
Uluslararası ilişkiler perspektifinden bakıldığında pandemi sonrası yeni dünyada sistemsel bir krizin olduğu aşikar. Uluslararası kurum ve kuruluşlar yeni tehditlerle karşılaştığı gibi bu tehditlere cevap verebilecek yeni mekanizmalar oluşturmaya çalışmaktadır. Kısa zamanda alınan hızlı kararlar ve tavizler uzun vadede dengeleri değiştirebilmektedir.
Bosna özelinde değerlendirdiğimizde yaşanan krizin artarak mı yoksa azalarak mı devam edeceğini üç aktörün tutumu belirleyecektir.
Birincisi YTO’dur. Bonn yetkileriyle bağlayıcı kararlar alabilen ve Dayton Anlaşması kararlarını uygulamayan devlet görevlilerini azletme yetkisine sahip olan YTO’nun tutumunun net ve açık olması gerekir. Fakat Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in kısa süre içinde yaptığı açıklamalar kafa karıştırıcı. Schmidt göreve geldikten kısa bir süre sonra BM’ye sunduğu raporda Bosna’da savaş sonrası dönemin en büyük varoluşsal tehdidini yaşadığını söyledi. Geçtiğimiz günlerde ise Al Jazeera’ya verdiği özel mülakatta Dodik’in siyasi olarak zayıfladığı ve oy kaybettiği için krizi tırmandırmaya çalıştığını dile getirdi. Öncelikle krizin varoluşsal mı yoksa politik mi olduğuna karar verilmelidir.
İkincisi; Avrupa Birliği ve ABD’dir. Avrupa Birliği son yıllarda kendi içinde gruplaşmaların olduğu bir yapı haline gelmiştir. Örneğin; Almanya, Bosna’daki toprak bütünlüğünü desteklerken, Viktor Orban yönetimindeki Macaristan, RS’nin fiilen yönetim merkezi olan Banja Luka’ya ziyaret gerçekleştirmiş, Dodik’e destek vermiştir. En azından Bosna özelinde AB, içindeki bu parçalı görüntüden kurtulmalı ve genişleme süreci konusunda sağlam adımlar atmalıdır. Verilebilecek yeni teşviklerle Bosna’daki kriz hafifleyebilir. Yoksa Bosna’nın Avrupalılaşma sürecinde yaşadığı gerileme, bu krizle birlikte geri dönülmez bir evreye girecektir.
ABD’deki Biden yönetimi Avrupa Birliği ile Balkanlar’daki sorunların çözümü konusunda koordineli bir çalışma sürecini başlatacağını duyurmuştu. Fakat aldığı en ciddi yaptırım kararı Bosnalı Sırp lider Milorad Dodik’in ABD’ye girişini yasaklamak oldu. ABD ve AB’nin şimdilik aldığı önlemler resmi açıklama seviyesinde kalsa da ilerleyen süreçte askeri ve ekonomik olarak yaptırımlar bekleniyor. Şu an Batı bloğu ve muğlak bir zeminde devam eden Dodik-Rusya ittifakı birbirinin sınırlarını test etmekte, kartlar açık oynanmamakta, karşılıklı hamleler için kozlar biriktirilmektedir.
Üçüncüsü Türkiye’dir. Bosna özelinde Türkiye, maddi ve manevi hiçbir destekten kaçınmamaktadır. Karşılıklı ziyaretler sıklaşmıştır. Türkiye, Balkanlarda ihtiyaç duyulduğunda krizin taraflarıyla hızlı ve rahat bir şekilde diyalog kurabildiğini ve diplomatik olarak barışı tesis etmek için arabulucu rolünü üstlenebileceğini gösterdi. Türkiye karşılıklı ziyaretlerin yanı sıra, Dışişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı gibi ilgili ve gerekli bakanlıklar nezdinde krizin nasıl çözüleceğine dair teknik görüşmelerin yürütüleceği istişare mekanizmaları üretebilir. Ayrıca Türkiye Bosna’daki krizin çözümünde Müslüman ülkeleri de harekete geçirebilecek bir potansiyele de sahip. Bu yönde bir kamuoyu oluşturması da bekleniyor.
[Dilek Kütük, Medeniyet Üniversitesi doktora öğrencisi]
HABERLER
3 gün önceHABERLER
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
6 gün önceKÖŞE YAZARLARI
11 gün önceKÖŞE YAZARLARI
17 gün önce