Türkiye’nin son yüz yıllık tarihine baktığımızda halkımızın en büyük kayıplarını savaşlardan sonra, başta deprem olmak üzere doğal afetlerde yaşadığını görürüz. İstatistikler, bu zaman diliminde Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde ciddi sayılabilecek seksenden fazla depremin kaydedildiğini ve bu depremlerde seksen beş binin üzerinde vatandaşımızı kaybettiğimizi ortaya koymakta. Afetlerin maddi faturası da işin bir başka acı boyutu. Özellikle 2011 yılı içerisinde yaşadığımız Van Depremi ve 1999 Marmara ve Düzce depremlerinin acıları, hafızalarımızda hala canlı, yaraları hala derin. Kısacası ülkemiz insanı, depremden çok çekti. Her afet sonrası bu millet, uzmanlardan çıkarılması gereken dersler konusunda sayısız nutuklar dinledi. 1999 depremlerinin ardından kamuoyu önünde bu konuda en çok fikir beyan edenlerden biri de Ahmet Mete Işıkara oldu. “Deprem öldürmez bina öldürür” sözü, o günlerden aklımda kalan en etkili söz olmuştur. Ardından 11 Mart2011 de Japonya’da yaşanan 8,9 büyüklüğündeki depreme dair yayınlanan görüntüler Sayın Işıkara’nın sözünü tekrar hatırlamama ve doğruluğuna bir kez daha onay vermeme neden oldu. O görüntülerde, depreme çalıştıkları mekânlarda yakalanan Japon vatandaşlarının, deprem anındaki davranışları yer alıyordu. Görüntüdeki kişiler, panikle kaçmak yerine, etraflarındaki ofis gereçleri veya monitörleri devrilmeye karşı tutmaya çalışmakla meşguldüler. O görüntülerden sonra şunu düşündüm; Japonlar, deprem anında içinde bulundukları yapının yıkılıp hayatlarına mal olmayacağından o kadar emin ki “camdan atlayıp” canını kurtarmak yerine, var gücü ile eşyaların derdine düşmüş olacak ki böyle davranıyor. Birde bizdeki afetlerde, binalar altından günler sonra çıkarılan depremzede vatandaşlarımız aklıma geldi. Aradaki fark tam manasıyla her kesim adına ders çıkarmalık.
İNSANI YÜCELT Kİ DEVLET YÜCELSİN
Sonra anladım ki; Yaratılmışların en şereflisi olan insan, yaratanının kendisine verdiği bu makamın hakkını vermek bir yana, kendi için inşa ettiği yapılarda dahi, insan hayatını ve güvenliğini göz ardı edecek kadar sorumsuz ve bencil davranabilmiş. Hal bu ki bu topraklar yüzyıllar boyunca Şeyh Edebali’nin “İnsanı yücelt ki devlet yücelsin” anlayışı ile yönetildi. Nerede Şeyh Edebali’nin sözündeki insan? Nerede “İnsanlar bir ulusun en büyük zenginliğidir” düşüncesine sırtını dayamış yönetim anlayışı? Bence, bu ülkede asıl bunlara ihtiyacımız var. Depremler gösterdi ki, sağlıklı kentsel yapılaşmadan uzağız. Aslında, kararlı adımlarla bu durumu tersine çevirmek mümkün. Ama ne yazık ki, Marmara depreminin ardından, depreme dayanıklı konutlar ve Türkiye’nin risk haritasının çıkarılması konusunda bir takım niyetler ortaya konulsa da, somut adımlar atılamamış. O dönemde devlet içerisinde bu işleri koordine edecek ve sonuçlandıracak ciddi bir yapı olmadığından, sorunun devlet eliyle sahiplenilmesi, ancak 2002 yılından sonra Başbakanlık Toplu Konut İdaresi (TOKİ)’in başına getirilen şimdiki Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar döneminde gerçekleştirilebilmiştir. 2002 senesine kadar Ankara sınırları içine sıkışmış hantal bir devlet kurumu olarak varlığını sürdüren TOKİ, bu yıldan itibaren, dinamik bir yapıya kavuşturularak, 81 ildeki şantiyeleri ile ülke sathında kendini göstermeye başlamıştır. 20 Haziran 2001 tarih ve 4684 sayılı kanunla Toplu Konut Fonunun da yürürlükten kaldırılması ile büyük ölçüde gelir kaynaklarından da mahrum kalan TOKİ, bütçeden aktarılan ödeneklere bağımlı hale gelmiştir. Yapılan düzenlemelerle bugün bütçe ödeneklerinin dışında gayrimenkul satışı ve Kira gelirleri yanında kredi geri ödemeleri ve faiz gelirleri ile gelir kalemlerini genişletmiştir. Kurulduğu 1984 yılından 2002 yılına dek TOKİ sadece kendi arsaları üzerine 43 bin 145 adet konut yapabilen ve 950 bin konuta kredi yolu ile finansman desteği verebilmiştir. Aynı TOKİ, 2002 yılından bu yana seksen bir ildeki 2 bin 335 adet şantiyede 539 bin 579 adet konut üretmiştir. Konutun dışında Ticaret Merkezi, Hastane, Sağlık Ocağı, Spor Salonu, Engelsiz Yaşam Alanı, Yurt, Okul, Kütüphane, Cami, Adet Sevgi evi inşa ederek yaşam alanlarımızı şekillendiren dev bir kurum haline geldi. Yazının başlığında dönüşüm başlıyor demiş olsam da aslında Türkiye’de dönüşüm, TOKi’de yapılan bu reformlarla 2002 yılında başlamış oldu. Deprem gerçeği üzerine çıkarılan risk haritalarının ardından, tüm çalışmalar yine bu zaman dilimi içerisinde derli toplu hale getirilerek somutlaştırılmış ve nihayetinde TBMM çatısı altına getirilerek kanunlaştırılmıştır. İlk olarak, orman vasfını yitirmiş 2B statüsündeki arazilerin hak sahiplerine satışını ön gören kanunun, ardından yabancılara mülk satışını düzenleyen kanunlarını çıkarılması ve son olarak sonuçlanma aşamasına gelen Afet riski altındaki alanların dönüştürülmesine ilişkin kanunun da yürürlüğe girmesi ile Türkiye‘de merkezine insanı koyan tam anlamıyla bir dönüşüm seferberliği başlamış olacak.
HABERLER
1 gün önceHABERLER
1 gün önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce