Ankara’dan mektup gönderen bir sayın izleyicim, “Sohbet nedir?”, “Gönül Sohbeti nedir?” diye sorduktan sonra aralarındaki farkı belirtmemi istiyor.
Efendim, dostça ve arkadaşça karşılıklı görüşmeye, sohbet denir. Dikkat buyurun görüşme dedim. Görüşmede bir iştirak, katılma, birliktelik vardır. Görüşmede birbirini görme, birbirine ayna olma vardır. Bu kelimeyi bilinçli olarak kullandım. Konuşma da diyebilirdim. Her konuşma görüşme değildir çünkü. Günlük konuşma dilinde, çene çalmak, gevezelik etmek, vakit geçirmek, zaman öldürmek diye nitelenen, konusu genellikle dedikodu, ıvır zıvır olan konuşmalara sohbet diyemeyiz. Buna sadece boşboğazlık etmek denir. Sohbette bir ciddiyet, bir ağırbaşlılık, bir efendilik, bir olgunluk vardır. Sohbetin âdâbı, erkânı, incelikleri vardır. Zaten belirli bir kültüre, olgunluğa, kıvama gelmeyenler sohbet edemezler. İsteseler de olmaz. Sohbette karşılıklı saygı, sevgi, görgü vardır, efendilik vardır. Düşünceye saygısı olmayan, edepli, ince, toleranslı olmayan kimseler sohbet edemezler. Anadolu’da, bir kimse methedileceği zaman, “o değerli insandır, sözü sohbeti yerindedir” diye nitelendirilir. Yerinde, zamanında, kıvamında konuşabilmek son derece önemlidir. “Söz” kelimesi ile “Öz” kelimesi arasındaki yakınlığa dikkatinizi çekerim. Büyük Yunus, söze çok önem verir. Konuşurken bizi uyanık olmaya davet eder.
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı
Söz ola ağulu aşı, yağ ile bal ide bir söz
Dile hâkimiyet çok önemlidir. Bir hadiste “Ya hayır söyleyin, ya da susun” buyuruluyor. Ağzımızdan tek olumsuz sözün dahi çıkmaması için gayret etmemiz gerekir. Dedikodu insanın mânevî hayatını karartır, kirletir. En ufak olumsuzluklar bile denizdeki dalgalar gibi insandan insana yansır. Her sözümüz, her hareketimiz büyük önem taşıyor. İnsan için en acı şey, kendi hayatında mahpus kalmasıdır. İşte sohbet bu kapıyı açan bir anahtar gibidir. Çevrenize dikkatle bakın. Nice insanın, kendilerinin olmayan boş ve anlamsız bir hayat yaşadığını göreceksiniz; bilseler ki, insan kendisinin derinliklerindedir. Günümüzde insanlar, kalabalığa, gürültüye koşarak gidiyorlar. Oysa beyaz bir kağıt gibi güzel bir sükût olmadan, düşüncelerin gelişmesine imkân yoktur. Düşüncenin tadını alanlar kendi hayatlarını yaşayanlardır. Okumak ve düşünmek hayatın en önemli fonksiyonlarıdır. Okuyan insan dua eden insana benzer.
KAPI KAPI DOLAŞMA
Bu bakımdan Türkçe’de okumak kelimesinin aynı zamanda dua etmek anlamına gelmesi rastlantı değildir. Her insan kendisinde bütün insanlık ve kâinatın sırlarını taşır. Düşünmek, tahlil etmek, sohbet etmek insanı derin gerçeklere götürebilir. Bir gönül dostu, “Kapı kapı dolaşma, muratlar sendedir…” diyor. İnsanlara dünyayı cehennem gibi gösteren varlıklarının mânâsını bilmeyişleridir. Yunus, “Bir siz dahi sizde görün, benim bende bulduğumu” der. Gerçek sohbetler, kültürün, zarafetin, güzelliğin çiçeklendiği yerlerde ve insanlar arasında yapılır. Konuşma da, sohbet de, kültürü taşıyan bir nehirdir. Gerçek sohbette insan bazen yıllardır kafasında taşıdığı, yükünü çektiği soruların çözülüverdiğini, içini saran karanlıkların birden aydınlandığını hisseder. İnsanı tekâmül basamaklarında yükselten, içini ışıtan, aydınlatan, nurlandıran, ona bir yaşama sevinci veren, onu güzelleştiren, onu yücelten sohbetlere gönül sohbeti denir. Gönül sohbeti, tıpkı bir mikroskop veya teleskopun ayarlanması gibi insanı, kâinatı ve kendini görebilecek bir hale getirir. Gönül sohbeti, kalbin inşirahıdır, ferahlık duymasıdır; sohbetten sonra hayata, içi renk dolu, ışık dolu, sevgi dolu olarak, sıfır kilometreden başlamasıdır. Günlük hayatın karmaşası, alışkanlıklar, bizi en önemli olaylar, en güzel görüntüler karşısında bile duygusuz, ürpertisiz hale getirir. Gerçeğe ve güzele ulaşmanın yolu hayret duygusudur. Felsefenin de, ilmin de, san’atın da kaynağı budur. Hayret duygusunu kaybeden insanlar varlık muammasını da unutuyorlar. İşte gönül sohbeti bizi yeniden özümüzle, aslımızla karşı karşıya getiriyor; yeniden duymaya, düşünmeye, hayal etmeye, ürpermeye başlıyoruz. Gönül sohbeti bizi sığlıktan, basitlikten, sathilikten kurtarıyor. Bizi sonsuzla, ebedilikle, her an varolan ve binbir şekilde tecelli eden güzellikle temasa geçiriyor. Bilim adamı kozmik âleme bakarken insanı unutuyor. Halbuki; kâinatı gören ve duyan insandır. Gönül sohbetinde biz varlığın özü ile temasa geliyoruz; insanın ve varlığın bir çok sırlarını yakalıyoruz. İçimiz ışıyor, arınıyor, temizleniyoruz. Yunus, bir şiirinde “Yunus bir haber verir, işitenler şâdolur” diyor. Eğer şâdolmuyorsak, kabahat bizimdir. Mutsuzluğumuza dış âlemde binbir neden ararız. Ne olur biraz da içimize eğilsek, kalbimizin sesini dinlesek… dinleyebilsek… Gözlerin açık diye gördüğünü mü sanıyorsun? Şikâyet nefsin çığlığından, yetersizlik ve bencillikten doğar. Şikâyet Muhammedî sevgi ile bağdaşmaz. Acaba kimi kime şikâyet ediyoruz ki? Eğer kusursuz olsaydık, başkalarının kusurlarını bulmaya, bu kadar meraklı olmazdık. Kötülüğe en güzel şekilde mukabele edebilseydik, düşmanın bile dost olduğunu görürdük. Hayatta kötü ve çirkin insan yoktur. Çeşitli nedenlerle içindeki güzellikleri ortaya çıkaramamış insan vardır. Gönül sohbeti yapmak, insanın içinde zaten var olan güzellikleri ortaya çıkaran bir ortam hazırlamaktır. Bir dalgıç gibi kendi içimize bizi daldırıyorsa, kendi iç dünyamızdan bize inciler çıkartıyorsa, ona gönül sohbeti denir. Bize bizden yakın olanla bizi temasa getiren sohbete gönül sohbeti denir. Gönül sohbeti, sözle, yazıyla, sesle, tavırla, bakışla, edep, hayâ, tevâzu ve incelikle bir ortam, bir mânevî iklim ortaya çıkarabilmek san’atıdır. Ve o ortamda, o iklimde dinleyenlerin içindeki güzellikler, gizli kalan, örtülü kalan güzellikler, bir gül tomurcuğunun açılışı gibi ortaya çıkarlar, tezahür ve tecelli ederler. Tıpkı, kışın bir ağaçta gizli kalan güzelliklerin, baharda müsait iklim ve ortam bulunca, bahar çiçekleri şeklinde ortaya çıkışı gibi… İşte gönül sohbeti budur. Duadır, aşktır, şiirdir, ibâdettir.
DUA VAROLUŞUN ÖZÜDÜR
Her realite binlerce küçük ayrıntıdan oluşur. Her gerçek sohbetin, her gönül sohbetinin ardında bütün bir ömrün muhassalası vardır. Sohbet, kargaşadan yeni bir düzen, yeni bir âhenk, nesiller boyu sürecek yeni güzellikler, incelikler çıkarabilme san’atıdır. Sohbete, sohbet edenin bir ömür boyu kendi kendine karşı verdiği savaştan elde ettiği bir zafer, bir ömür boyu her gün, her saat, her dakika devam eden, okuma ile, ibadet ile, gözlem ile, duyma, düşünme, hissetme, muhakeme ve mukayese ile meydana çıkan bir gül bahçesi gözüyle bakabilirsiniz. İnsanı insan yapan yine insandır. Bir gönül sohbetinin iki unsuru vardır. Söyleyen ve dinleyen. Dinleyen, lâf olsun diye dinliyorsa, gönlüyle değil de, kulağıyla dinliyorsa, söyleyen ne yapsın. Söyleyenin diline hikmet dinleyenin bakışından gelir. Aynı şekilde, söyleyen gönlüyle, öz varlığıyla değil de dudaklarıyla söylüyorsa, elinde defter ve kağıtla, gözleri satırlarda kıraat ediyorsa, dinleyen ne yapsın. Okuyarak sohbet olmaz. Gönül sohbeti hiç olmaz. Ama var, oluyor diyeceksiniz. Bilmem. Sadece başımı önüme eğer, sükût ederim. Önemli olan, içimize inebilmek, ebedî gerçekleri ve güzellikleri kendi içimizde yakalayabilmektir. İnsanoğlu kendine dönemediği, bilâkis her gün kendinden uzaklaştığı için, huzursuz ve mustarip dolaşıyor, kendini oradan oraya atıyor. Zamanını ve imkânlarını boş yere harcayarak gönlünü eğlendirmeye çalışıyor. Ne gaflet… Oysa bu âlemde her zerre bizi irşâd edebilir. Yeter ki o şeyin ikazından ders alabilelim. Şükürler olsun, nereye gidilirse gidilsin, tertemiz, pırıl pırıl, yüzüne bakıldığında insana Allah’ı hatırlatan, gülyüzlü Allah dostları içimizde, aramızda yaşıyor. Onlara zahiren bakıldığında, sessiz, mütevâzı, edepli, ince insanlardır. Yakınlaşınca, onların lâ mekânı içine almış bir mekân olduklarını görürüz. Yunus, “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı” der. Madde âlemindeki hiçbir şey insanın içindeki büyük boşluğu, sonsuz iştiyakı doyurmuyor. Bugün insanlarda çılgınca bir sahip olmak isteği var. İhtiyaçlar unutulmuş. Hep almak… Hep sahip olmak… Sebebi, mânevî âlemdeki boşluk… İşte gönül sohbetleri insanı bu durumdan uzaklaştıran, onun içini güzellikler ve yüceliklerle dolduran, varoluşunun amacını ona hatırlatan bir eğitim yoludur. Körler, onları görmese de, yıldızlar vardır. Beden ruhun yalnızca bir süre için yaşadığı yerdir. O nedenle bu süreyi en güzel değerlendirenlere, bu süre içinde kendini keşfetme arayışına giren, kendini bilen, tanıyan ve kabul edenlere ne mutlu. İnsan kendini kabullenmedikçe hiçbir şeyi, hiç kimseyi kabullenemez. Kişinin kendini kabullenmesi ancak kendini bilmesiyle, tanımasıyla mümkün olur. Kendini bilmek de tüm bilgilerin en derinidir. Bu devirde bir insana yapılacak en büyük iyilik, onu kendi üzerinde düşünmeye sevketmektir. Bu büyük kurtuluşun başlangıcıdır; insan, kendi nefsinden, egosundan kurtulduğu zaman, güzellikler tecelli etmeye başlar. Maddenin hakiki mahiyetini, fizikçiler değil de “kendini tanımış” olan Hazreti insan idrak eder.
HABERLER
1 gün önceHABERLER
1 gün önceKÖŞE YAZARLARI
5 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce