Bu tespitime dair meseleye biraz bağlam kazandırmak gerekirse şunları söyleyebilirim:
Eski Yüksek Temsilci Valentin Inzko, bu yıl 23 Temmuz’da, görevinin son günlerinde, “Bonn Yetkileri” olarak bilinen, -yani, “herhangi bir zorluğun çözülmesini… gerekli gördüğü şekilde bağlayıcı kararlar vererek kolaylaştırma”- yetkisini, soykırım inkarını yasak kapsamına almak maksadıyla ülkenin Ceza Kanununda değişiklikler yapmak için devreye soktu.
Yüksek Temsilcilik aynı zamanda, Bosna-Hersek’e yapılan uluslararası müdahaleden geriye kalan son önemli mekanizma. Barış uzlaşısının askeri ayağı ise, yıllar içinde güçlü bir operasyonel unsur olmaktan artık tamamen göstermelik bir askeri varlığa dönüştü.
Soykırımı inkâr etmeyi veya yüceltmeyi yasa dışı kılma kararı, Inzko tarafından birkaç yıl önce vaat edilmişti ve Bosnalı Sırp kurumları tarafından savunulan, desteklenen ve finanse edilen soykırım inkârının yeniden hortlamasını durdurmaya yönelik adımların atılması uzun zamandır bekleniyordu ve gerekliydi de. Soykırım inkârı, Bosnalı Sırplar kadar Sırbistan’daki Sırplar arasında da kurumsal bir hüviyete sahip. Soykırım inkârı, şimdilerde Banja Luka ve Sırbistan’ın, yani “Sırp dünyasının” paylaştığı ve son zamanlarda Karadağ’da dramatik boyutta bir şiddete yol açan Sırp siyasi ajandasının en önemli payandalarından birini oluşturuyor. Ayrıca, belli açılardan diyebiliriz ki soykırım inkârı, savaştan hemen sonraki yıllarda olduğundan daha kin dolu ve kötücül şekilde seyrediyor. Ve artık, zanlıların veya hüküm giymiş savaş suçlularının medya tarafından yıldız muamelesi görmesiyle, folklorun bir parçası haline gelmiş durumda.
Inzko’nun kararına yanıt olarak, Sırp siyasi sınıfı hükümetten ve diğer devlet kurumlarından ayrılarak hükümeti resmen boykot etti. Hatta Sırp Cumhurbaşkanlığı üyesi Milorad Dodik, bir noktada Bosnalı Sırpların Bosna-Hersek’i “dağıtma yönünde ilerlemekten başka seçeneklerinin olmadığını” bile ilan etti. Şiddet çağrısında bulunan söylemler –zira ayrılık fikri şiddeti de beraberinde getiriyor– ortadan kalkarken, yeni Yüksek Temsilci Christian Schmidt’in gelişiyle kriz yine tırmandı. Alman Hıristiyan Demokrat ve Alman hükümetinin eski federal bakanı olan Schmidt, Almanya Başbakanı Angela Merkel’in kişisel desteğiyle atandı. Öncelikli olarak Rusya (ve ona daha yakın zamanda eklenen Çin) tarafından desteklenen Bosnalı Sırplar Schmidt’in atanmasına karşı çıktılar; Rusya ve Çin ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne (BMGK) Yüksek Temsilciliğin kalıcı olarak kapatılmasına yönelik bir karar alınmasını önerdiler.
Bosnalı Sırp siyasi sınıfının tamamı da Schmidt’i boykot ediyor; kendisi henüz hiçbir Bosnalı Sırp politikacı ile görüşemedi. Bosnalı Sırp siyasetçiler bir Yüksek Temsilcinin atanması için gerekli olmayan BMGK’nin resmi onay eksikliğini öne sürerek makamın meşruiyetini tanımayı reddediyor.
Açık konuşalım: Yüksek Temsilciliği ihdas edilme amacı doğrultusunda kullanma iradesi olmadığı sürece ülkede ona bir ihtiyaç yok. Bu amaç ise Bosna Anayasasında da açıkça belirtildiği üzere; demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve insan haklarının en yüksek standartlarını teşvik etmek ve uygulamaktır. Schmidt, son zamanlarda Yüksek Temsilciliğin Bonn yetkilerini açıkça antidemokratik bir yönde kullanmaya, yani ülkede apartheid tarzı bir güç paylaşımı düzenlemesini pekiştirmeye istekli olduğunu belirtti. Eğer buna göre hareket ederse, Schmidt, insanlığa karşı suçlardan ve nihayetinde soykırımdan sorumlu olmalarına rağmen, Bosna-Hersek’te Sırp veya Hırvat milliyetçiliğinin suyuna gitmeye çalışan uzun bir uluslararası aracılar silsilesinin izinden gidiyor olacaktır.
En çok da uluslararası toplumun iradesizliğinin adeta tecessüm etmiş hali olan Schmidt, ABD ve AB’nin eski Yugoslavya’ya yaklaşımında radikal bir değişiklik olmadıkça, büyük olasılıkla sadece Yüksek Temsilciliğin resmen sona erme sürecine nezaret ediyor olacaktır.
Schmidt kısa süre önce Almanya’da bir panele katıldı, burada eş panelistlerinden biri olan ve Almanya’nın önde gelen bir “Balkan uzmanı” olan Prof. Marie-Janine Calic, soykırımı anmanın bir Boşnak milliyetçiliği projesi olduğunu iddia ederek Srebrenitsa soykırımını reddetmeye çıkan ifadeler kullandı. Diğer eş panelist, Bosna-Hersek’in bölünmesinin “önemli bir çatışma potansiyeli olan bir Müslüman ada” bırakacağını açıkça ifade eden Federal Meclis Başkanı Wolfgang Schauble idi. Baştan sona aşikare bir şekilde sömürgeci bir havanın hakim olduğu panel, bazı Alman siyasi çevrelerinin Balkanlara, özellikle de Bosna’ya ve orada kendini -diğer özelliklerin yanı sıra- Müslüman olarak da tanımlayan tek gruba yönelik önyargısının derinliğini ortaya koymuş oldu. Schmidt bahsi geçen ifadeler karşısında sükut etti.
Aynı şeyleri 30 senedir dinlemekten artık bıktık.
Bu nedenle, Yüksek Temsilciliğin fonksiyonlarını tamamen yitirip veya başka bir şekilde nihayete ermesi veya basbayağı lağvedilmesi ille de kötü bir haber olmayabilir. Bu ülkenin dürüstlükten nasibi olmayan yeni bir aracıya ihtiyacı yok.
[Dr. Emir Suljagić, Srebrenica Soykırım Anıtı Merkezinin müdürüdür. Uluslararası Saraybosna Üniversitesi (IUS) Uluslararası İlişkiler Bölümünde yarı zamanlı öğretim üyesi olan Dr. Suljagić, ayrıca iki kitabın da yazarıdır: “Ethnic Cleansing: Politics, Policy, Violence – Serb Ethnic Cleansing Campaign in former Yugoslavia” ve “Postcards from the Grave”]
Mütercim: Ömer Çolakoğlu
“Görüş” başlığıyla yayımlanan makalelerdeki fikirler yazarına aittir ve Anadolu Ajansı’nın editöryel politikasını yansıtmayabilir.
BALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceHABERLER
10 gün önceKÖŞE YAZARLARI
20 gün önceHABERLER
06 Kasım 2024