Ülkemizin postkomünizm döneminde 30 yıllık bir zaman dilimine uzanan en hassas en karmaşık neredeyse hiçten ortaya çıkmış olan ve birçok karanlık noktayı bünyesinde barındıran meselelerden biri şüphesiz Yunanistan’la yaşadığımız “deniz meselesidir”. Bu meselenin çözümü, meseleyi değerlendirenlerin bakış açısına bağlı olarak ne kadar yakın ise aynı nispette uzaktır. Her hâlükârda tüm bu tarihçede ihtiyacı hasıl olan şey bu meseleye realist ve günlük politikalarının etkisinden uzak profesyonel bir yaklaşım olmalıdır. Pek tabii ki bu husus medyada kendisine fazlasıyla yer bulmuş ancak bu yazılar derinlikten, hakikatten yoksun ve meselenin daha çok duygusal boyutu ağır basmıştır.
Alsar Vakfı’nın neredeyse kuruluşundan itibaren uzun bir yayıncılık geçmişi vardır. Bu esnada edinilen tecrübe ile gün geçtikçe yayın yelpazesini genişletilmiş ve ulusal çıkarlara dair eserlerin yayınlanması arzusu ile zenginleşmiştir. Bundan çok da uzun olmayan bir süre önce bu türden bir eserin yayınlanması önerildi. Diplomat ve yayıncı Şaban Murati kendisine göre tartışmasız olarak namevcut olarak nitelendirdiği “Deniz meselesi” hakkında uzun ve kapsamlı bir değerlendirme gerçekleştirmişti. Müellifin kitabı yayınlama arzusu Alsar Vakfı’nın bu bağlamda bir katkı sunma iradesi ile buluştu ve bu şekilde kitap okuyucu ile buluştu. “Olmayan Deniz meselesi: Bir Yunan veya Arnavut Diplomasi Entrikası Mı?” kitabı Alsar Vakfı’nın kararlılığı ile Arnavutça ve İngilizce olmak üzere iki dilde yayınlandı. Bu kararlılığı sebebi kitabın doğrudan bu sorunla ilgilenenlere hizmet etmesi ve bununla birlikte ilgili her okuyucuya hitap etmesi ve ulaşması isteğinden kaynaklanmaktadır. Bu kitabın iki dilde yayınlanması vakfımızın tartışmasız bir şartıydı. Pek tabii ki bu kitabın yayınlanmasının doğurabileceği memnuniyetsizlikler de göz önünde bulunduruldu ancak müellifin bahse konu entrikayı gün yüzüne çıkardığı eseri ileride bir referans teşkil etmesi arzusu bize bu konuda tahammül gücü vermiş ve gelecek tepkilere karşı güç vermiştir.
Güney komşumuzla geçmişteki sürtüşmelerimiz yetmiyormuş gibi yeni asırda yine yasak elma olma ihtimali yüksek bir diğer mesele de gündeme gelmiş oldu. Yunanistan’la “Deniz meselesi”, Arnavutluk’taki iktidarın değişmesi ile dönüp dolanıp önümüze çıkmakta ve partiler dönemsel olarak birbirlerini ulusal ihanetle suçlamaktadır. Bu arada Yunan tarafı ise istediklerini alma konusunda net bir tutuma sahiptir. Peki bu “Deniz meselesi” nereden çıktı? Nasıl oldu da daha önce bunu hiç duymadık? Meselenin reel bir esası var mı, yoksa uydurma mı? Kime ve neye hizmet etmekte? Tüm bu soruların cevabını bir diplomat, muazzam bir yayıncı ve bir diplomatik analiz uzmanı vermiştir. Bunu da “Olmayan Deniz meselesi: Bir Yunan veya Arnavut Diplomasi Entrikası Mı?” gibi olağandışı bir başlıkla yapmıştır. Ünlü diplomasi analisti Şaban Murati bununla meselenin yapısal çözümlemesini yapmıştır.
Eserin müellifinin girizgah kısmında da ifade ettiği üzere: “Deniz meselesi Arnavutluk ve Yunanistan arasındaki ilişkilerin en gizemli dosyalarından birini teşkil etmektedir. Fıtratı, müzakere konusuna dönüşmesi, dinamizmi ve ikili ilişkilerde sebebiyet verdiği komplikasyon bakımından gizemlidir.” Öncelikle şunu kabul etmeliyiz ki asgari bilgilerle bile yorum yapılması mümkün olan diğer konulardan farklı olarak Yunanistan’la olan deniz meselesi gibi bir hususta değerlendirmede bulunmak gerek iki ülke arasındaki ilişkilerin muhtevasını gerekse bu alandaki uluslararası uygulamaları iyi tanımayı gerektirir. Bu bakımdan Büyükelçi Şaban Murati’nin bu kitabı ziyadesiyle önemlidir.
Arnavutluk ve Yunanistan arasındaki ilişkiler öteden beri inişli çıkışlı olarak nitelendirilmiş ve birçok sorun havada kalmış. Barış rüzgarlarının estiği dönemlerde bile küçük bir olay bu durumu etkilemeye yetmiştir. 10 yıldan uzun bir süre önce ortaya çıkan “deniz meselesi” bu ilişkileri daha da içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Ne zaman Arnavutluk Yunanistan’a bir adım atmak istese karşılığında Yunanistan Arnavutluk’tan ne alabileceğini düşünmüş ve dost eli uzatmak yerine alacaklı gibi davranmıştır.
Şaban Murati yaşananları Bizans ve Balkan diplomasisinin klasik bir metodu olarak nitelemekte zerre tereddüt etmemektedir: “Söz konusu durum suni bir temelden üzerine kurulu veya hiç olmayan bir durumdan aniden sorun çıkarma metodudur.” Yazarımıza göre iki ülke arasındaki “Deniz meselesinin” çıkış noktasının ne hukuki sorunlarla ne uluslararası anlaşmalarla belirlenmiş olan Arnavutluk-Yunanistan kara sınırının geçerliliğine ilişkin Yunanistan hükümetinin şaibeleri ile ne de reel veya diplomatik amaçla ilgisi yoktur. Müellife göre meselenin çıkış noktası, ülkemizin deniz sınırları içinde ve yakınlarında keşfedilen zengin hidrokarbon havzalarının keşfi ile ilgilidir. Yani burada ekonomik ve enerji çıkarları ve amaçları mevzu bahistir. Kendini muktedir zanneden devletler, dünyaya demokrasi dağıtma adı altında bütün zenginliklere tek başına sahip olmak ve bu zenginlikleri kendi halkına sunmak(?) gayreti içindedirler. Adalet, sadece sözde kalıyor. Bu sözde büyük devletlerin halkı da refah içinde yaşadıklarından ve sus payını aldıklarından olsa gerek bu adaletsizliklere göz yummakta ve neler olduğunu sorgulamamaktadır. Medya’nın bu olayları nasıl servis ettiğini de unutmamak gerek?
Bu meseleyi başlatan Başbakan Berişa’nın hükümetidir. 27.09.2009 tarihinde Yunanistan Başbakanı Kostas Karamanlis hükümeti ile iki ülke arasında yeni “deniz sınırını” belirleyen anlaşmaya imza attılar. Yanlış yorumlamaları(?) neticesinde bu anlaşma ile ülkemiz Yunanistan’a verilen 350 kilometrekarelik “Deniz alanından” mahrum oldu. Dönemin Arnavutluk ana muhalefeti Sosyalist Partisi ve Parti’nin o dönemki başkanı Edi Rama, Sali Berişa’yı ulusal çıkarlarımızı satmakla suçladılar ve anlaşmayı Anayasa Mahkemesi’ne taşıdılar. Anayasa Mahkemesi Yunanistan’la “Deniz Antlaşması’nı” ülkemiz anayasasına aykırı olarak nitelendirip iptal etti. Anlaşmayı hukuki olarak değersiz ilan etti.
Dönemin iki ülke dışişleri bakanları Lulzim Başa ve Dora Bakoyanis tarafından imzalanan antlaşma geçersiz olarak ilan edildi ancak konuyu açık tutmayı hedefleyen Yunanlıların tutumu sebebiyle konu kapanmadı. Nasıl olsa bir açık kapı bulunmuş ve bu tam da Yunanistan’ın istediği fırsattı. Bu mesele Yunanistan’a göre istediğini alana kadar sıcak tutulmalı. Müellife göre Yunan tarafının bu kararlı tutumu, 2010 sonrası Arnavutluk hükümetlerinin Anayasa Mahkemesi’nin kararının akabinde “hem açık hem de kapanmış” durumdaki bu konu hakkında çözüm bulması yönünde sergiledikleri kararsızlıktan istifade etmektedir. 2009 Antlaşması’nın yeniden baştan değerlendirilmesi gerektiği şeklinde ifade edilen bir Arnavutluk’un diplomatik tutum kararsızlığını(!) eserinde şu şekilde ifade etmektedir: “Balkanlarda yapıcı ve modern tutum ifadesi ile nitelendirilen Arnavut diplomasisinin iyileşmez çocukluk hastalığı olan aşağılık duygusu.”
Yunanistan ile ilgili olarak ise kitapta Yunan tarafının büyük bir zafer kazandığı, Arnavutluk Anayasa Mahkemesi tarafınca anlaşmanın iptal edilmesine rağmen Yunanlıların Arnavutluk’la ilişkilerde “Deniz meselesini” varlığını kabul ettirmeleri ve konuşulur hale getirmesinin zafer olduğu belirtilmektedir.
Gerçekten de Yunanistan başarı elde etti çünkü şimdilerde Başbakan Rama’nın Sosyalist hükümetini de konunun çözümü için masaya oturtmayı başardı. 2017 Kasım’da Girit’te ve 2018 Ocak’ında Görice’de gerçekleştirilen görüşmeler, görünüşe göre iki tarafın tutumlarını birbirine yaklaştırdı. 2009 Antlaşması’nı imzalayanlar ne gariptir ki şimdilerde Edi Rama’yı ulusal çıkarları satmakla suçlamaktadır!
Şaban Murati 2009 yılında imzalanan anlaşmadan günümüze meselenin tüm dinamiğini en ince detayına kadar incelemektedir ve yine müzakereler için sitem dolu ifadeler kullanmaktadır: “Ölmüş olan deniz anlaşması için yeniden müzakereler başlatmak, şu veya bu şekilde değersiz kılınmış olan bahse konu anlaşmanın ve onun doğurduğu zararlı sonuçları diriltme gayretidir. Bu durum Arnavut deniz sahasının 350 kilometrekarelik bir alanı kaybolmasını ve aynısının Yunanistan’a verilmesini yasallaştıran bir hareket olur. Daha da tehlikeli olanın Yunanistan’ın anlaşmayı ve başarısını yeni diplomatik müzakerelerinin ve sonu gelmez isteklerinin konusu yapmak anlamında cesaretlendirecektir. Bu durum 2009 Antlaşması’nın daha başlığında yazan yasadışı konuyu yeni diplomatik müzakerelerin konusu yapmak anlamına gelmektedir. Bu durum Arnavut Devleti sınırları hakkında yabancılara yeniden pazarlık yapmak anlamına gelmektedir…! En nihayetinde bu durum Arnavutluk’taki Yunan lobilerinin sirenlerinin güya Yunanistan’ın bu sefer cömert tutum takınacağı ve 2009 hükümetimizin kendisine hediye ettiği büyük bir alanın birkaç kilometrekaresini iade edeceğine dair çocukça bir sevinçle eski değersiz anlaşmayı yeniden diriltme anlamına gelmektedir.”
Bu eserle ilk defa bir Diplomat ve bir uluslararası ilişkiler uzmanı çalışmasında Arnavutluk Dışişleri Bakanlığı Arşivi, Arnavutluk Devlet Arşivi ve İtalya Dışişleri Bakanlığı Arşivi evraklarından istifade etmek suretiyle Yunanistan’la yaşanan “Deniz meselesine” ilişkin kapsamlı bir araştırma gerçekleştirmiştir. Müellif, okuyucuya ülkemizin sınırlarına ilişkin bir dizi tarihi belge, antlaşma ve uluslararası anlaşma sunmakta. Bununla kara ve deniz sınırlarımızın 1913-1926 yılları esnasında yapılan uluslararası anlaşmalarla her iki ülke için mükellefiyet arz edecek şekilde belirlendiğini gözler önüne sermektedir.
Deniz sorunu anlaşmasını Uluslararası Adalet Divanı’na veya Hamburg’taki Uluslararası Deniz Hukuku Mahkemesine gönderilmesi için Yunanistan tarafından Arnavutluk diplomasisine dikte edilmesi de manidardır. 2015 yılına kadar Arnavutluk Dışişleri Bakanının danışmanı görevinde bulunan yazar, Arnavutluk’un neden deniz anlaşmasını mahkeme veya uluslararası tahkime götürmemesi gerektiği yönündeki nedenlerini incelikle detaylandırıyor. Ayrıca yazar ilk defa kitabında, Yunanistan’ın 2015 yılında attığı, hükümetin BM’ye gönderdiği bir bildiride BM’nin herhangi bir mahkeme veya tahkiminin Yunan toprak ve deniz sınırları konusundaki yetkisini dışlandığı ile ilgili, diplomatik ve yasal adım hakkında belgelere de yer veriyor. Yunan hükümeti tarafından BM’ye böyle bir belgenin teslim edilmesi yalnızca Arnavutluk değil, Yunanistan’ın diğer komşu ülkeleri için de deniz alanları meselesi ile ilgili herhangi bir müzakere veya uluslararası karar için Yunan engeli teşkil ediyor.
Kitabın en ilgi çekici kısımlarından biri de deniz sorunu ile ilgili Yunanistan ile yapılan deniz anlaşmasını dava eden Sosyalist Parti’nin iktidara gelmesinin ardından Arnavut diplomasisinde dolaşımda olan bazı yanlış Yunan tutumu ve tezlerinin analiz edildiği kısımlar. Yazara göre bu Arnavutluk diplomasisinde Yunan diplomasisinin güçlü etkisinden başka bir şey değil.
2009 yılında deniz anlaşmasını imzalayan hükümetin imzaladığı ve 1940 yılında İtalya ile Yunanistan arasındaki savaşta öldürülen askerlerin mezarlıkları konusu ile ilgili varılan anlaşma aydınlatılmış durumda. Mezarlıklar anlaşması, Yunanistan’ın Güney Arnavutluk için olan toprak iddiaları çizgisini onaylayan zararlı bir anlaşma. Kitap ayrıca Arnavutluk’ta bulunan hem Arnavut hem de Yunan ortodoks kilisesinin Yunan kilisesi ve hükümeti tarafından kontrol edilmesi konusunu ve Yunan diplomasisinin tüm ortodoks Arnavutlar’a yönelik kontrol etme ve koruma siyasi ortodoksluk stratejisini de aydınlatıyor.
İki ülke arasındaki ilişkilerin en keskin tarihsel ve modern çatışmaları arasında yer alan Çam meselesini de aydınlatıyor. Yunanistan’ın, Arnavut vatandaşlarının hakları ve mülkiyeti üzerindeki tüm olumsuz etkilerle yürürlükte tuttuğu 1940 yılının absürd savaş yasası da aydınlatılmış. Yunanistan’ın Arnavutluk hükümetinden izinsiz ve anlaşmadan, uluslararası anlaşmaları ihlal eden Vyosa nehrinin su yataklarını yönlendirmesi ve çalması ile ilgili, tatlı sular ya da somut olarak Vyosa nehri meselesi de aydınlatılmış.
İlk defa Arnavutluk’un Yunanistan’dan birinci ve ikinci dünya savaşında Arnavutluk’a gerçekleştirdiği öldürmeler, yol açtığı yıkım ve zararla ile ilgili tazminat meselesini de gündeme getiriyor. Kitap, Yunan diplomasisi karşısında eşit haklara sahip olmak ve ulusal çıkarları korumak için, Yunanistan ile her tür müzakere yapacak Arnavut diplomasi ve hükümeti için tez ve tutumları sergiliyor.
“Olmayan Deniz Meselesi: Bir Yunan veya Arnavut Diplomasi Entrikası Mı?” kitabı, Arnavutluk Devleti’nin hem kara hem deniz sınırları meselesinin Londra’da 1913 yılında tertiplenen Büyükelçiler Konferansı’nda ve 1925 yılında Floransa Protokolü ile tasdik edildiğini, 30 Temmuz 1926 yılında ise Paris’te Uluslararası Hukuk bakımından net yaptırımsal bir hüviyet kazandığını ve Arnavutluk’un komşu ülkeleri tarafından sınırların kabul edildiğini belirtmektedir.
Arnavutluk Dışişleri Bakanlığı Arşivi’nden ilk defa yayınlanan belgeler, her iki ülkenin geçmişte farklı konular hakkında imzalamış oldukları ikili anlaşmalarda iki ülke arasındaki deniz sınırını mevcudiyetini ve sınırın tanınması hususlarını kabul ettiklerini göstermektedir. Dolayısıyla kitabımızın müellifi şu soruyu sormaktadır: “Neden iki ülke asında ne 1971 yılında diplomatik ilişkilerin kurulmasından önce ne de 1971 yılında diplomatik ilişkilerin kurulmasının ardından ikili ilişkilerde bir deniz meselesi yok; neden ne Arnavutluk’taki komünizm rejimi ve Yunanistan’daki askeri cunta rejimi esnasında ne de Yunanistan’daki askeri cunta rejiminin düşürülmesi ve Yunanistan’ın AB’ye üye olmasının akabinde ne de komünist rejimi sonrası demokratik Arnavutluk döneminde bu tür bir mesele yok da bugün varmış gibi davranılıyor? Neden?”
Müellife göre meselenin ilk kıvılcımları, Arnavut yetkililerin Yunanistan başbakanının 1992 yılında ülkemize ziyareti esnasında bir görüşmede karasuları konusunun tartışılması talebi ile başlamıştır. 15 yıl boyunca bu talebe cevap vermeyen Yunan tarafı, yabancı bir şirketin İyon Denizi’nin Arnavutluk bölümünde petrol ve doğalgaz havzaları keşfettiğini anlamasının akabinde 2007 yılında bu talepte bulundu.
Deniz meselesi müzakerelerinin konusu değiştirilmiştir, zira Yunanistan Dışişleri Bakanlığı’nda 2007 yılının ocak ayında Arnavutluk tarafına iletilen talebinde karasuları sınırının belirlenmesi hususunda müzakere gerçekleştirilmesi mevzusu belirtilmiştir! Dönemin Arnavutluk başbakanının müzakere ekibini oluşturma emri, kıtasal şelf konusunda müzakerelerin yürütülmesi amacıyla verilmiştir. Ancak bu vesileyle öğrenmekteyiz ki Arnavutluk Dışişleri Bakanlığının müzakere ekibi yasal olmayan şekilde ve yetkilerinin dışına çıkmak suretiyle iki ülke arasındaki müzakerelerin konusunu kıtasal şelften deniz sınırının delimitizasyonu olarak değiştirmiştir ve böylelikle Yunan tarafının metotlarına ve haritalarına boyun eğmiştir!
Müellifin ifade ettiği üzere, Yunanistan müzakereler esnasında Arnavutluk’a gizli diplomasiyi dayatmış ve ABD, İtalya ve Türkiye gibi müttefik ülkelerle istişarelerde bulunmamasını talep etmiştir. Arnavut tarafı ise bu dayatmaya boyun eğmiştir. Ayrıca Arnavut tarafının “Deniz meselesinin” müzakere edilmesi ve bir yıl içerisinde anlaşma ile tamamlanmasına ilişkin aceleciliği de açıklanabilir değildir! Değerli müellifimiz, Arnavutluk ile İtalya arasında kıtasal şelf ile ile ilgili müzakerelerin 8 yıl sürdüğünü, Bulgaristan ve Romanya arasında sadece Karadeniz’deki 17 kilometrekarelik bir deniz alanı için müzakerelerin 27 yıl sürdüğünü, Slovenya ile Hırvatistan arasında 12 kilometrekarelik deniz alanı için yürütülen müzakerelerin de 27 yıl sürdüğünü belirtmektedir.
Şaban Murati, iki ülke arasındaki “Deniz meselesinin” karmaşıklığını daha anlaşılabilir kılmak için 1940 yılındaki İtalyan-Yunan Savaşı’nda öldürülen Yunan askerlerinin mezarları konusundan başlayarak Arnavut Ortodoks Kilisesi’nin Yunan Kilisesi tarafından kontrol edilmesi, Yunan tarafından halen yürürlükte tutulan Savaş yasası meselesi ve çözülmemiş tatlı sular sınırına dahil ikili ilişkilerde mevcut birçok sorunun tasvirini sunmaktadır.
Bu pek ilginç ve manidar kitapta okuduğumuz üzere Yunanistan ikili ilişkilerde “hayali Deniz anlaşmasını” canlı tutmaya çalışacak ve Arnavutluk hükümetlerinin “hayali Deniz Diplomasi” unsurunu diretmeye mecbur kalmaları yönündeki çalışmalarına devam edecektir!
Pek önemli delillere ilişkin bu analizin sonuna doğru yaklaşırken müellifin kitabın sonunda dile getirdiği şu cümlelere vurgu yapmak faydalı olacaktır: “Deniz meselesi, Arnavutluk ve Yunanistan arasındaki ilişkilerde olmayan bir meseledir. Bu mesele Arnavut diplomasisi ve hükümeti tarafından 2009 yılında suni şekilde oluşturuldu. Arnavutluk’ta bütün bu yaşananlar yetersiz siyasi irade, günübirlik diplomatik davranışlar ve seçim endişeleri; Yunan diplomasisi için Arnavut topraklarında istediğini yapmak adına adeta fırsata dönüşüyor.
Şaban Murati’nin “Olmayan Deniz Meselesi: Bir Yunan veya Arnavut Diplomasi Entrikası Mı?” kitabı Alsar Vakfı’nın adanmışlıkla sergilediği gayretler neticesinde okuyucuyla buluştu. Yunanistan’la yaşanan “Deniz meseles”i gündeme geldiği her seferinde tartışmalara sebebiyet vermektedir. Şaban Murati ve yayıncı Alsar Vakfı’nın işbirliğinde ortaya çıkmış olan bu kitabın pek çok soruya doyurucu cevaplar vermesini ve milli davamıza hizmet etmesini temenni ediyoruz. Uluslararası hukukun sadece güçlülere değil herkese ve her millete eşit olarak işletilmesini diliyoruz. Adil bir yaşam dünyada yaşayan her bireyin ve milletin hakkıdır.
Mehdi GURRA
ALSAR Vakfı Başkanı
KÖŞE YAZARLARI
2 gün önceKÖŞE YAZARLARI
7 gün önceKÖŞE YAZARLARI
13 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
21 gün önceKÖŞE YAZARLARI
22 gün önce