DOLAR 35,2068 0.3%
EURO 36,7672 0.92%
ALTIN 2.968,331,32
BITCOIN 34546755.12609%
İzmir
16°

HAFİF YAĞMUR

SABAHA KALAN SÜRE

265 okunma

Harput’tan Hırvatistan’a -3

ABONE OL
04/04/2013 21:42
0

BEĞENDİM

ABONE OL

harput1Bosna’ya giriş yaptığımız andan itibaren ülkede gözlemlediğimiz en ciddi olgu, grubumuzdakilerin hiç yabancılık çekmediği idi. Diğer olgu ise ülkenin adeta bir yamalı bohça gibi duran parçalı yapısıydı. Önce Boşnak-Hırvat kısmına giriyorsunuz, ardından Sırp kısmına, ardından Boşnak kısım yeniden başlıyor ve ara ara Sırp, Boşnak şeklinde değişen sınırların içerisinden geçiyorsunuz. Aslında Dayton Antlaşması gereği öyle kontrol noktaları olan, tellerle çitlerle çevrili bir sınır da yok ortada. Sırp tarafına girdiğinizi değişen alfabeden anlamak hiç de zor değil. “Добродошли у Републику Српску” yani “Sırp Cumhuriyeti’ne Hoşgeldiniz” yazısını bir de kiril alfabesi bilmeyenler için Dobrodoşli u Republiku Srpsku şeklinde de yazıyorlar zaten. İşte bu tip zig zaglar daha pek başlamamışken Mostar’a doğru ilerliyoruz. Geceleme orada olacaktı ve adına rağmen bir pansiyon olmayan ve mütevazı bir butik otel olan Pansion Lombrelle’de yer ayırtmıştık. Pansiyon ve otellere farklı vergi uygulaması olduğundan Bosna Hersek’te bazı oteller pansiyon adını kullanabiliyorlar. Mostar’a gece geç saatte varınca Mostar’ı tanımak da bir problem. Bir kaç Boşnak genç rehberlik ediyor ve araçları ile aracımıza yol gösteriyorlar. Ben de onlarla gidiyorum. Arabayı kullanan Semir’e hayat nasıl? İşler nasıl diyorum. “Ne değişti ki? Diyor. “Bosna’nın üçüncü büyük kenti idi burası ve 150–200 bin kişiden şimdi kala kala 50 bin kişi ya var ya yok burada. Onlar da gitme derdindeler. Burada hayat artık yok.” Diyor.  İlerlemekte olduğumuz ana yolun bir arkasındaki yolu göstererek, devam ediyor; “Orası Hırvat tarafı. İyi bakın! İşte size İtalya’dan, Vatikan’dan, Avusturya’dan ve Almanya’dan bedavaya maaşlarla yaşayan insanların mahallesi.” Açıkçası bu durumu pek de takıyor gibi değildi. Ağzında sigarası ve çok doğal bir anlatımla söylüyordu. Ancak gerçek de buydu aslında. O kadar takıyorlar ki, problem hayatlarının bir parçası olmuş. Koparılan bacağı ile yaşamaya alışmış insanın doğallığı ile özdeş bir şekilde konuşuyordu semir.

 

 

 

 

 

OTEL SAHİBİ KARETECİ GAZİ

 

harput3İşte şuralardan ateş açtılar, şuradan köprüyü topa tuttular, buradan Karagözbey Camii’ni vurdular, buraya da haçı diktiler gibi…  Bu muhabbetlerin ardından 15 dakika geçmeden otele vardık. Zaten köprünün 100 metre yanında ve Neretva Nehri kıyısında denecek bir otel burası. Otelin sahibi bir gazi. Adını hatırlayamasam da cüssesini hatırlamamak elde değil. Zira 2 metreden uzun birisiydi. Grubumuzu otele alır almaz, anahtarlarını veriyor ve muhabbet ediyoruz. Bana önce göğsündeki savaş yarasını gösteriyor. “Kurşun girdi, çıktı. Nasip değilmiş ve bize gazi olmak düştü.” Diyor. Ardından ise ofis olarak kullandığı kısımdaki Karate ödüllerini gösteriyor. Kendisi madalyonlu ve başarılı bir dövüş sanatları ustası. Neden bu spor? Diyorum. “Güçlü olmak zorundayız. Bir gerçek var, biz burada yalnızız.” Bu sözün ardından “Gel” diyor ve kapıdan çıkıyor. Dışarıdaki serin havaya rağmen ceketimi almayı unutarak aceleyle çıkıyorum. Otelin karşısındaki şehitliği gösteriyor. Gayri ihtiyari bir şekilde oraya doğru yürüyorum. Her bir mezar taşını okşayarak konuşuyor ve ekliyor. “Bu en yakın arkadaşımdı” “Bu kumandanımızdı” “Bu yanımda şehit oldu” “Bunun yeni doğmuş bebeği vardı” “İşte bu da kimsesiz bir garipti. Mostar’ın kurtarılması esnasında ileri atıldı” diyor. Her bir mezar taşını tek tek tanıtırken Mayıs ayındaki o titretici soğuk yarım saatliğine bizden ayrılmış ve kendimi bir başka iklime terk etmiştim. İşte burada Mostar yatıyor diye bağladı cümlesini ve buruk bir şekilde otele döndük.

 

ŞUURSUZ TURİSTLERİMİZ

 

Bana bütün bunları gösteren ve anlatan otel sahibine teşekkür ettim ve bunca şeyi neden gösterdiğini de anladım. Bunları duyurmamız, Türk insanına anlatmamız içindi. Bilinmesini istiyorlar. Duyulmasını. Sürekli aynı teranenin yinelenmesini istemiyorlar. “Yok savaştan önce Sırplar’la Hırvatlar’la evleniyorlarmış, yok Allah’tan cezai tokat yemişler, yok hala savaştan ders almamışlar da barlarda meyhanede vakit geçiriyorlarmış.” gibi tonla yoz eleştiri artık bu insanların kulağına gelerek rahatsız etmiş gibi. Peki biz ne bekliyoruz ki? 50 sene komünizm ile yönetilip, gecenin ortasında hiç bir şey olmamış gibi teheccüte mi kalksınlar? Bu kadar kolay mı bir yaşam tarzını değiştirmek? Kaldığımız otelde her otelde olduğu gibi içki vardı. Barda envai çeşit biralar, şaraplar, likörler. Bosna’da ve Hersek’te hangi otelde yoktur ki? Ancak o içkilerin ardındaki insanların Ramazan ayında her birini saf saf teravih namazında da görürsünüz. Mostar sokaklarını, Saraybosna sokaklarını yağmura rağmen dolduran bayram namazı kalabalıklarını da bu insanlar meydana getirirler. Savaş zamanında ise buldukları ne silah varsa savaşır ve “Allahuekber” diye ölürler. Ama maalesef İstanbul’dan bir tur grubu ile giden bazı insanlarımızın Mostar çarşısındaki bir hediyelik eşya dükkanında söylediklerini de duymuş oluyorum. “Bunlar adam olsaydı bu bela gelir miydi?” Söze bir bakar mısınız? Sanki adamlığın vesikasını bunlar dağıtıyor. Biz adam değil miydik de Kurtuluş Savaşı ve Çanakkale harplerinde şehit verdik? Uhut’takiler adam değil miydi? de yenilgiyi, hezimeti tattırdı yüce yaratan? diye sormak istedim ancak kul bazen olayları kul okuyamıyor ve Allah’ın bize verdiği “imtihan” dairesinde değerlendirilecek musibetleri bir nevi “ilahi intikam” zaviyesinden ele almak istiyor. Bana da en hayırlı lokmayı yutup öfkemi yutkunmak düşüyor ve girdiğim hediyelik eşya dükkânından alel acele çıkıyorum. Aksi halde Mostar Çarşısı’nda ses yükselecekti. O sesi öte tarafa erteliyor ve gezimize devam ediyoruz. Mostar, fazla anlatmaya gerek olmayan, köprüleri ve köprüye çok yakın ve inci tanesi gibi 5–6 önemli büyük tarihi camisi ile güzel bir şehir. Koski Mehmed Paşa Camii ile Karagözbey Camii’leri ise en bilinenleri. Mostar Köprüsü’nün haricinde bir iki taş köprü daha mevcut ancak gezdiğinizde ve kendinizi şehrin içerisinde kısa süreliğine kaybettiğinizde buluyorsunuz onları. Bir de Mostar’a gelenlerin gezmeden gitmemeleri icab eden Bişçeviç Konağı var. Tipik bir Batı Anadolu konağı ile karşılaşıyorsunuz. Sadece çatısındaki tuğlalar yerine şist yani yapraksı taşlarla örtülü bir yapı. Avlusu, Neretva Nehri’nin çakıl taşları ile örülü bir mozaik döşemeye sahip ve görülmeye değer. Gerek avlusu, avlusundaki çeşmesi, eyvanı ve Neretva’ya bakan oturma odası ile Bişçeviç konağında tarihte sadece bizim ait olduğumuz anlara geri dönüyoruz adeta. Bizim diyorum zira bu biz kelimesinin içerisinde sadece biz Türkler değil, Boşnaklar, Arnavutlar, Araplar tüm Osmanlı milletleri var. Bir kaç güzel fotoğrafın ardından ise Mostar’a elveda değil, görüşmek üzere diyor ve Blagaj ile Poçitel’i görmeye gidiyoruz. Blagaj, Sarı Saltuk Türbesi’nin olduğu yer olarak iddia edilmesine rağmen, aynı kişiye ait Balkanlar’da 9 ayrı yer mevcut olduğundan burasının ağırlıklı olarak bir Halveti Dergahı olduğu sanılmakta. Zira Bektaşi kültürü Bosna Hersek’te yok denecek kadar azdır. Buranın Sarı Saltuk türbesi olduğunu ise bir kaç tarihçi tv yorumcusu iddia etmiş ve burada ellerindeki sipariş kağıtlarla konuşma yapan bazı eski bürokrat ve politikacılarımızın da saçmalaması ile Sarı Saltuk adı yerleşmişti. Allah’tan girişte Alperenler Tekkesi gibi bir yazı yazmışlar da daha geniş bir kapsam çıkmış ortaya. Aslında tekke deseniz ne zararı vardır? Buranın asla adı yoktu. Blagaj Halveti Tekkesi olarak bilinirdi burası eskiden. Ortada belki 50 sene boyunca tek bir Halveti dervişi yokken bile halveti tekkesi idi. Alperen mevzusu şeklinde milliyetçi maneviyatçı bir markaya da gerek var mıdır? Bazı şeyler olduğu sadeliği ile kalsa zararlı mıdır? diye de soruyorum içimden Blagaj’ı terk ederken. Yönümüz artık Poçitel.

harput4Neretva kıyısındaki bir akıncı yerleşmesi. Kasabanın eski sakinleri akıncı ailelerinden oluşurmuş. Zira Boşnaklar, Osmanlı’nın Tuna’dan resmen çekildiği 1878 tarihine dek Tuna kıyılarını koruyan ve en çok akıncı gönderen millet olmuştur. İkinci millet ise Tuna’ya coğrafi mesafesinden dolayı Arnavutlardır. Biz Türkler ise belki sadece üçüncüsüyüz. Bunu Tuna kıyılarındaki mezar taşlarını okuyarak da görmek mümkündür. Hepsi bu coğrafyaların insanıdır. Boşnaklar ise eski vatanlarının daralmış bir kesiminde yaşamaktadırlar. Zira Osmanlı döneminde Budapeşte’de Boşnakça konuşulurdu. Belgrad’da Boşnakça konuşulurdu. Günümüz Hırvatistan’ı sınırları içerisindeki Klis, Lika ve Krbava bölgelerinde de Boşnak Müslümanlar yaşardı. Ve Boşnaklar o zamanlar Balkan topraklarımızdaki en geniş alana yayılmış Müslüman milletti. İşte bu geniş alandan kalan zekat misali bir “çeyrek” vatan ile avunmaya çalışıyor Bosna Hersek.

 

 

Hırvatlar’ın Mostar’daki Hum dağında ölen 20 askerleri için diktikleri 20 metrelik haç ile Mostar merkezindeki 130 metre yüksekliğindeki çan kulesi gece vakti kaybolurken, alemlerin üzerine parlayan bir inancın dünyaya hakim adaletine simge temsil olmuş Hilal beliriyordu gökyüzünde. Bizler ise Mostar’dan ayrılıp Batı Bosna’ya Bosanska Krajina’ya yani Bosna sınır hattı topraklarına doğru ilerliyoruz. Yolumuzun ortasında Jajce şehrinde biraz mola verip, şelaleler üzerine kurulu Bosna’nın bu eski başkentine yol kenarındaki bir balkondan nazar ediyoruz. Pliva ve Vrbas ırmaklarının Jajce’den boşalan bir şelale ile birleştiği noktada bizim Çoruh Nehri’ni aratmayan debisi ile Vrbas Nehri akıp gidiyor aşağıdan. Jajce, Sırplar’dan kurtarılan bir kent. Dik açılı tahta çatıları ile Bosna’nın yağışlı kesiminde araziye uygun materyallerle inşa edilmiş taş ve ahşap yoğunluklu bir yamaç yerleşmesi olan Jajce yaşanılası bir kent. Ancak bir çok Bosna Hersek kenti gibi yüzde altmışı Avrupa’ya göç etmiş durumda.

 

 

SAVAŞ GENÇLERİ AVRUPA’YA KAÇIRMIŞ

 

Kalanlar ise yaşlılar. Savaş, adeta gençlerin geleceğini Avrupa’ya taşımış. Sanki yaşlılar otursun diye akıtıldı bu kadar kan diyordu bir Boşnak arkadaşım. Gerçekten de haksız değilmiş diye düşünerek grubumuzun beğeni dolu bakışlarına son verip mola bitimi diyor ve Bihaç’a doğru depar alıyoruz. Ancak Bihaç’ı gezmek ertesi güne kalıyor. Zira Bihaç’a gelişimizde kentin merkezinde kısa bir süre kalıp bizi dağdaki villa otele götürecek olan otel görevlisini bekliyoruz.  Otelimizin adı Villa Senad. Sahibinin adı Senad, eşinin adı Senada, çalışanlarının adı da Senad. Güzel insanlar ve otelleri de yeşilliklerin ortasında bir akarsu kenarında tabloları kıskandıran bir mekan. Otel sahibi Tito zamanında olimpiyatlarda Yugoslavya’yı temsil etmiş olan bir Boşnak. Aynı zamanda rafting turları yapıyor. Zaten oteli ünlü yapan da bu rafting grupları. Biz ise otele sadece bir gecelik bir ziyaret için geldik. Zira ertesi gün, Hırvatistan’ı yöneten Osmanlı beyinin avlanma mekanı olan Plitvice’ye gidecektik ve Villa Senad, buraya en yakın yer durumunda. Güzel bir gecelemenin ardından buradan da ayrılıyor ve güzel bir kahvaltının ardından kısa süreli bir Bihaç turu yapıyoruz. Ancak turun başlaması ile bitmesi aynı anda oluyor zira Fethiye Camii kapalı. Dahası dışarısında bir abdesthanesi de yok. Yetkililere buradan bildirmekte fayda var. Sebebini soruyoruz. Sosyal Demokrat Parti’nin(SDP) saçmalığı diyor Boşnaklar. Aslında bir Boşnak olan Zlatko Lagumdjija’nın bu partisi tarafından bir bahane ile kapatıldığını söylüyorlar bu caminin. Bihaç ve çevresi, Bosna savaşında teslim olmayan, General Atıf Dudakoviç’in başarısı ile inatla ve ihlasla direnen bir bölge olmuş. Bihaç kelime manası ile Bİ HAÇ yani haçsız şehir manasında kullanılmış. Gerçekten de haçın yüksekte olmadığı son kent olarak uzunca bir süre Osmanlı’nın en batı ucunu oluşturmuş. Bihaç turumuz kısacık da sürse buradaki bir şehitliği ziyaret ediyor ve Hırvatistan’a, şelaleler bölgesi olan Plitvice’ye doğru yol alıyoruz. Harput’tan, Fırat’ın kıyısından Hırvatistan’a ulaşıyoruz. Sınır kapısında alışıldık soğuk tipler ve kendini beğenmiş bir eda ile AB üyesi Hırvat görevliler karşılıyor bizleri. Sirke satan surat ifadesi ile kendini yüzyıllarca Alman sanan Slavlar’ın ülkesine girdiğimizi anlıyoruz. Bir sınır görevlisi selamsız sabahsız Pasaport! diyor. Evet! Gerçekten Hırvatistan’dayız…  Gönülleri ve ruhu okşayan bir Bosna rüyası geride kaldı. Şimdi ruhsuz ama görsel bir rüya başlıyor.

 

Yüksel HOŞ

 

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP