Türkiye’nin bölgesel güç olmasını engellemek için sahneye konan müthiş bir oyun var. Bu denli detaya kadar inebilen ve en az üç veya dört ayrı eylem kurgusu yazıp bunları ayrı ayrı senaryolaştırdıktan sonra bunları tek bir hedefe yöneltebilen senaristleri kutlamak gerekir. Senaryonun hedefi belli. Hedef, “Türkiye’yi Kıbrıs adasından sökmek ve bir daha ada üzerinde hak sahibi olmamak üzere geri Anadolu’ya göndermek”.
Bunu anlayabilmek için son iki-üç ayda yaşananlara, büyük pencereden bakmak gerekli. Tezgâhlanan oyun tamı tamına dört perde. Aslında dört ayrı tiyatroda oynanıyor bu dört faklı perde ve en sonuncu final perdesi de, tüm oyuncuların katılımı ile tek bir yerde, yani Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde sahneye konacak. İlk perde 2002, 2003 ve 2004 yıllarında BM, AB, İngiltere ve Amerika kanalı ile sahneye kondu. Kıbrıslı Türkler, Ayrılıkçı Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’a rağmen Annan Planı’na “Evet” dedirtilerek, hem Türk askerinin adadan tek bir kurşun atılmadan ve kan dökülmeden çıkması sağlanacaktı hem de referandumdan hemen sonra “Birleşik Kıbrıs Federal Cumhuriyeti”nin AB’ye girmesi ile de Türkiye’nin garantörlüğünün hukuken yok olduğu iddia edilerek, ada Türkiye’nin elinden tereyağından kıl çeker gibi alınacaktı.
YALAN GARANTİ
Bu senaryoyu yazanlar, dönemin Cumhurbaşkanı Tassos Papadopulos’un, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin AB’ye sorunsuz girebilmesi için AB’nin Genişlemeden Sorumlu Komisyon Başkanı Verhaugen’e vermiş olduğu “Yalan” garantiye güvenerek Rumların referanduma, bu sözü veren Cumhurbaşkanları da dahil olmak üzere “Hayır” diyebileceklerini hiç hesaba katmamışlardı. Referandumdan “Hayır” çıkınca tüm oyun bozuldu ama bu dönem içinde özellikle KKTC’de oluşturulan dostluklar, kurulan tabela dernekleri, paraya boğulan Sivil Toplum Örgütleri ve bazı önde gelen kamu görevlileri ile ilişkiler hep taze tutuldu ve çeşitli menfaatlere sağlanarak aksamasız bir şekilde yeni bir senaryo yazılıp sahneye konana değin “istendiği zaman eyleme hazır uyutulmuş askerler” gibi canlı tutuldu. İkinci perde, Kıbrıs adasının çevresindeki hidrokarbon yataklarına Türkiyesiz el koymak hedefi. Daha evvel bunun peşine Kıbrıslı Rumlar düşmüşlerdi ve 1958 II. Cenevre Konferansı sonuçlarına göre Türkiye’nin güney kıyıları ile Mısır’ın kuzey kıyıları arasında kalan Doğu Akdeniz’in yarısı üzerinde hak sahibi olan Türkiye’yi, bu sulardan atmak ve Münhasır Ekonomik Bölge’ye hâkim olabilmek için Türkiye’nin altında imzası bulunmayan 1982 III. Deniz Hukuku Konferansı’nı (UNCLOS) öne sürmeye başlamışlardı. Kıbrıs adasının güneyinde ve İsrail ile Kıbrıs Rum Cumhuriyetinin 1982 tarihli UNCLOS’a göre var olduğunu iddia ettikleri Münhasır Ekonomik Bölgeler içinde Doğal Gaz’ın varlığı ortaya çıkınca, işin boyutu değişti ve devreye İsrail de girdi. İsrail, ABD kanalı ile Türkiye’nin askeri gücünü çok iyi bildiğinden Türkiye ile yüz yüze çatışmak yerine hemen “Rakibimin Düşmanı Benim Dostumdur” felsefesi ile yola çıkarak, önce “Mavi Marmara” olayını yarattı, sonra da Türkiye’nin güneyinde Yunanistan-Kıbrıs Rum ve İsrail blokunu oluşturmanın girişimlerini başlattı. Buradaki hesap, Türkiye’nin her üç ülkeyi de açık ve net olarak karşısına alamayacağı varsayımıydı. Üçüncü perde, Avrupa Birliği kanalı ile Türkiye’yi sürekli taciz ederek, üzerinde baskı kurmak ve Türkiye-Avrupa Birliği Müzakerelerini çıkmaza sokmak hedefi. Bunun en güzel örneğini Kıbrıs Rum siyasi partileri verdi. Kıbrıs Rum tarafındaki EDEK, EUROKO ve Ekologlar, Kıbrıs’la ilgili bazı sözleri “tehdit” diye öne sürerek Türkiye’yi Avrupa Parlamentosu’ndaki siyasi gruplara şikâyet ettiler. Tabii ki bu, Türkiye ile ilgili şikayetlerin bir başlangıcı. Şikayetlerin arkası, her seferinde biraz daha büyütülerek AB’nin ilgili, ilgisiz tüm birimlerine durmadan yapılacak. Dördüncü ve son perde ise Kıbrıslı Türkleri, anavatan Türkiye’ye karşı kışkırtarak, artık KKTC’de Türkiye’yi istemediklerini alenen söyletmek hedefi. Bunun ilk adımı 28 Ocak mitinginde atıldı. 2 Mart mitinginde ise, 28 Şubat mitinginde küçük bir grubun yaptığı iddia edilen bu eylemenin boyutları genişletildi, güya sendikalar tarafından alındığı iddia edilen bütün önleyici önlemlere rağmen tüm Kıbrıs Türk Halkı Türkiye’yi istemiyormuş havası verilmeye çalışıldı. Sonra da Mübarek’e yapılan “Çekil” baskısı gibi, Türkiye’ye de “Adadan çekil, artık seni istemiyorlar” baskısı, her yönden ve ilgili ilgisiz birçok yurt dışı kuruluştan başlayacak. Silahla yapılamayacağı çok anlaşılan “Türkiye’yi adadan atmak senaryosu”, demokratik hakların arkasına saklanılarak 6. Güç faaliyetleri ile yapılmaya başlandı. Topsuz, tüfeksiz, kansız, gözyaşısız, bir can ve bir servet harcanmadan. Tüm eylemleri zaten KKTC hazinesi endirekt olarak finanse ediyor.
HABERLER
16 saat önceHABERLER
16 saat önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce