Bazen düşünüyorum da, her günü yarın ölecekmiş gibi yaşamak
ne güzel olurdu! Böyle bir düşünce hayatın değerlerini çarpıcı şekilde ortaya
koyardı. Her günü daha gelecek günler ,
aylar, yıllar var düşüncesiyle çoğunlukla
unuttuğumuz yumuşak hevesli ve gayret dolu bir pazarlıkla yaşamak
gerekir ne dersiniz?!.
Bilinen bir gerçek vardır ki, ölümün gölgesinde yaşamış veya
yaşamaya çalışan kişilerin yaptıkları her şeyde tatlı bir olgunluk vardır.
Çoğumuz hayatı önemsemeyiz. Bir gün öleceğimizi biliriz ama
genellikle o günü uzakta görürüz. Sağlıklı olduğumuz zamanlarda ölümü düşünmek
güçtür, nadiren onu düşünürüz. Günler sonsuz bir uzaklıktaymış gibi uzanır
önümüzde. Böylece önemsiz işlerimizle uğraşmaya devam eder, hayat hakkındaki
fikirlerimizin çok zor farkına varırız.
Maalesef aynı savurganlık yeteneklerimizi, duyularımızı
kullanmada da kendini gösterir. Yalnızca
bir sağır, işitmenin önemini çok iyi kavrar, ya da bir kör görmenin önemini çok iyi anlar. Bir şeyi kaybetmeden
onun değerini anlayamadığımız, hasta olmadan sağlığın farkına varamadığımız acı
bir gerçeğimizdir.
Bazen düşünüyorum da, keşke insanlar ilk yetişkin çağlarında
geçici olarak birkaç gün için kör veya sağır olabilseler. Karanlık onlara
görmenin değerini anlamayı, sessizlikte sesteki eğlenceyi fark etmeyi
öğretirdi.
Gözleri görmeyen Helen
Keller anlatıyor; Geçenlerde ormanda yaptığı uzun koşu ve yürüyüşten sonra
arkadaşımı ziyarete gitmiştim. Kendisine neler gördüğünü sordum. “Dikkate değer
hiçbir şey görmedim!” Ormanda ağaçlar arasında bir saat yürüyüp, nasıl olur da
dikkate değer hiçbir şey görülemez! Göremeyen ben bile yalnızca dokunmakla
yüzlerce ilginç şey bulabilirim. Bir yaprağın hışırtısındaki güzelliği
hissederim. Ellerimi çam ağacının dikenli ve sert yüzeyinde sevgiyle
gezdiririm. Bir çiçeğin heyecan dolu kadife kokusunu hisseder, kıvrımlarını
keşfederim. Ellerimi küçük bir ağacın üzerine koyar, şarkı söylemekle meşgul
küçük bir kuşun mutlu titreyişini hissederim. Parmaklarımın arasından dökülen
serin sular coşku verir bana. Bence çam yapraklarından veya yumuşak otlardan
oluşan kaba bir halı, en lüks İran halısından daha çekicidir. Böyle anlarda
kalbim bütün güzellikleri görebilme isteğiyle dolar. Yalnızca dokunmakla bu kadar
zevk aldığıma göre, görmek ne hoş olurdu? Maalesef görebilen insanlar çok az
şey görüyorlar. Dünyayı dolduran renk ve hareketlerin oluşturduğu tablo çoğu
kez önemsenmiyor. Elimizde olanı çok az değerlendirir, elimizde olmayanın
peşine koşarız. Fakat ne üzücü ki; ışıklı dünyada bize bahşedilen armağanı,
hayatımıza anlam kazandırmaktan ziyade rahatımız için kullanırız.
Bir üniversitenin
başkanı olsaydım, ”Gözlerinizi nasıl kullanmalısınız?” başlıklı mecburi ders
koyardım programıma. Dersin profesörü öğrencilerine, dikkat etmeden
geçtikleri birçok şeye cidden bakarak hayatlarını nasıl daha mutlu
kılabileceklerini göstermeye çalışırdı. Onların kullanmadıkları yeteneklerini
ortaya çıkarmalarına yardımcı olurdu. Bir arkadaşın kalbine “ruhun penceresi”
olan gözlerinden bakmanın nasıl olduğunu bilmiyorum. Ben yalnızca parmaklarımla
yüzünün dış hatlarını görebilirim.
Bir şey daha; beş arkadaşınızın yüzlerini tam olarak tarif
edebilir misiniz? Bazılarınız yapabilir ama çoğunuzun yapabileceğini
sanmıyorum. Bir deneme olarak uzun yıllar evli beylere eşlerinin göz rengini
sorardım; ya tereddütle cevap verir veya bilmediklerini söylerlerdi. Zaten
hanımların çoğu şikâyetleri de, eşlerin yeni elbiselerini veya evlerindeki
değişiklikleri fark etmemeleri değil midir? Gören insanların gözleri
çevrelerindeki tekdüzeliğe kısa zamanda alışır. Fakat gerçekte en çok bakmaya değer olaylarda gözler tembellik eder.
Hergün mahkeme kayıtlarında, şahitlikte gözlerin nasıl yanılabildiği açıkça
görülebilmektedir. Bazı insanlar diğerlerinden daha çok şey görebilir. Ancak
görüş alanı içinde olan her şeyi görebilenler çok azdır.
HABERLER
19 saat önceHABERLER
19 saat önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce