Tarihi bilmeyenler ile günümüz meselelerini konuşmak ya da tartışmak boş bir uğraştır. Bazı yazar çizer tayfasının vermekten çok haz ettiği bir örnek vardır. “Bulgaristan Türkleri bu durumda olsaydı ne yapardınız?’’ Hemen cevaplayalım ve bu sebeple de Bulgaristan’daki soydaşlarımızın kısmen devam eden sorunlarını da tanımış olalım; Bulgaristan Türkleri’nin Türkiye’de ki terör sorunuyla doğrudan veya dolaylı hiçbir bağı yoktur. Her şeyden evvel Bulgaristan da ki Türk varlığı Hunların V. yy’da bölgeye gelmeleri ile başlar ve kesintisiz Hun, Avar, Hazar ve Tuna Bulgarları olarak devam eder. Müslüman Türkler olarak ise XIV. yy’da ikinci Türk varlığı başlar. Balkanlardaki Türk varlığı, Osmanlı dönemi ile bölgede gayri Türk unsurlar arasında, İslam’ı yayacak hatta hiçbir asimile unsur ve baskı göstermeksizin dillerini ve kültürel değerlerini bölgeye nakşedecek derecede köklü bir değer oluşturmuşlardır. Şu durumda teröre sebep olan kültürsüz ve köksüz oluşumla daha bu açıdan bile kıyaslanamaz uzaklıktadır. Bulgar Türkleri örneği ile Türkiye’de ki Kürt vatandaşlarının benzerliği örneğini verenlerin, benzetebileceği tek husus; yüzyıldır bölge Türklerine zulmeden Bulgar devleti ile 30 yıldır ülkemizin çoğu ocağına ateş düşüren PKK örgütüdür. Osmanlı döneminde yüzlerce medrese, hastane, imarethane, külliye, çeşme, köprü, vakıf ve onlarca kurum ile Bulgar toprakları, tüm devletin en modern coğrafyası olmuştur. Devletten koptuktan sonra, bölge Türklüğü en acı kadere maruz bırakılmış, ama eline silah alıp önce kendi insanından başlayarak, çoluk çocuk katletmemişlerdir. Bulgaristan Türkleri 1908–1919 ve 1919–1989 gibi, kesintisiz iki acı dönem geçirmiştir. Özellikle soğuk savaş döneminde komünist Bulgar idaresi tarafından, Belene Kampları’na gönderilip, bin yıldan fazladır anayurt yaptıkları coğrafyadan yüz binlercesi sürülüp, Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştır. Bu ve çok daha acı olayları, terör sorununa haklı bir çıkış yolu bulma adına kullanmak ve eşdeğer göstermek, önce teröre verdiğimiz şehitlerimizin aziz hatırasına, sonra ise Bulgar zulmüyle kaybettiğimiz değerlerimize hakaret diye düşünüyorum. Bu süreçte tartışılan bir diğer nokta kimlik algısı ve anayasada nasıl tanımlanacağı konusudur. Sadece Türkiye’de değil yaklaşık bin yıldır (Haçlı Seferleri) Ortadoğu’da Arabistan ve Afrika’da bile kimlik ve isimlendirme Türk adı ile şekillenmiştir. Şu durumda Berberilerin yaşadığı coğrafyaya Türk demek, Farsilerin, Arapların olduğu bölgeye ve özellikle kültüre Türk demek bu bölgelerde etnik ayrışmalara sebep olmak bir tarafa, birlik bütünlüğün sağlanmasında son derece etkili olmuştur. Milli marşımızın Arnavut kökenli yazarı Akif’in “Kahraman ırkıma bir gül” derken kastettiği söyleme, hangimiz ayrılıkçı ve faşist diyebiliriz. Keza Türkçülüğün Esasları’nı kaleme alan Kürt kökenli Ziya Gökalp’i kim neyin ırkçılığı ya da ayrılıkçılığı ile suçlayabilir. Siyasi ya da beşeri coğrafyacıların veyahut tarihçilerin Orta Asya’nın geneli için Türkistan adını kullanması, hatta daha ileri giderek Çin’in Batı coğrafyasını da Doğu Türkistan olarak ayırması, o bölgede nasıl bir terör sebebi olmuştur. Daha yakın dönemde yoğunlukla Almanya’ya giden, bizim gurbetçi dediğimiz, Avrupalının ise içine Kürt, Çerkes, Lazı da katarak komple Avrupa Türkleri dediği kitleye kim sosyolojik olarak karşı çıkabilir. Sonuç olarak şu örnekle kimlik konusunu da bitirmek istiyorum. Osmanlı toplumu yaptığı ıslahatlarla batılılaşmak isteyen II. Mahmut’a, batı ve Yunan kıyafeti olarak bilinen fesi ülkeye getirttiğin de “Gavur” yakıştırması yapmış ve kabullenmekte bir hayli zorlanmıştır. II. Mahmut’tan fazla değil, iki nesil sonra Mustafa Kemal, eski fesi kaldırıp şapka kanunu getirdiğin de, aynı toplum yine kabullenememiş fese sahip çıkarak, şapkaya karşı çıkmıştır. İşin ilginç tarafı Mustafa Kemal’den de fazla değil, iki nesil sonra ise yine aynı toplum, bu sefer şapkayı benimsemiş, ters çevirip namaza duracak kadar içselleştirmiştir. Yani Türkleştirmesini bilmiştir. Toplumumuzda bunun örnekleri sayılamayacak kadar çoktur. Özünü ve temelini Yemen’den getirdiğimiz kahve, bizimle zaman içinde Türkleşmiş ve ‘’Türk Kahvesi’’ tadına varmıştır. Ve sonuç olarak baharatının Hindistan’dan gelmesi, kebabı mozaik yapmaz ve kimliğimizle Türk kebabı olmuştur. Ayrılıkçı bir zihniyetle söylenmiyor ve yaklaşılmıyor ise, Türk kimliği bu coğrafyada hiçbir canlıyı rahatsız etmez ve etmemiştir. Binlerce yıldır etnik menşei ne olursa olsun, bizi biz yapanın Türk kimliği olduğu bilinciyle, nice bin yıllara ulaşmak dileği ile.
BALKAN YEMEKLERİ
19 saat önceHABERLER
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
19 gün önceHABERLER
05 Kasım 2024