Yanılmıyorsam rahmetli Barış Manço’nun bir sözüydü. “Çocuklarınıza ilk önce YABANCI DİLİ değil, TATLI DİLİ öğretin.” Şimdi bu mantıktan ne kadar uzağız desem… Şimdiki oyuncak bebekler insan gibi ağlıyor, gülüyor, yemek istiyor, dondurma yalıyor, gaz bile çıkarıyor. Ben çocukken oyuncak bebeklerin içine düdük gibi birşey koyarlardı, böyle hafif yatırınca acayip bir ses çıkarırdı. Biz ona ağlama sesi derdik….
Tekrar çocukluğumun tüm sorumluluklarını kabul etmeye hazırım. Yağmur sonrası çamurlu sularda tahta parçası yüzdürmek, kayalarda yürümek istiyorum. Çikolatanın paradan daha iyi olduğunu çünkü daha tatlı ve yenilebilir olduğunu düşünmek istiyorum. Sıcak bir yaz gününde bir meşe ağacının gölgesinde oturup arkadaşlarımla limonata satmak istiyorum. Hayatın daha basit olduğu zamanlara dönmek istiyorum. Her şeyin mümkün olduğuna inanmak istiyorum. Yaşamın karmaşıklığını unutup, yeniden küçük şeylerden fazlasıyla heyecanlanmak, zevk almak istiyorum. Tekrar basit yaşamak istiyorum. Tespitine katılmamak mümkün mü? Günümün, bilgisayar arızaları, kağıt yığınları, üzücü haberler, bankada para olmadan ay sonunu getirme kaygıları, doktor faturaları, dedikodu, hastalık ve sevdiklerin kaybedilmesinden ibaret olmasını istemiyorum. Gülümseme, kucaklaşma, tatlı bir söz, doğruluk, adalet, barış, rüyalar, hayaller ve kardan adam yapmanın gücüne inanmak istiyorum.
Söyleyen ne güzel söylemiş;
Çocuktuk akıl edemedik. Oysa defalarca sormuşlardı, büyüyünce ne olacaksın diye. “Mutlu” diyemedik. Çünkü çocuktuk akıl edemedik! Hadi şöyle küçüklüğümüzün o sade, mutlu, huzurlu ve dopdolu günlerine bir yelken açalım ve küçükken yaptığımız bazı şeyleri hatırlayalım..
Küçükken Gırgırı oyuncak arabalara tercih ederdik.
Küçükken annemizin “Gel dövmiycem”, sözüne inanıp gidip dayak yiyiyorduk.
Küçükken ışıklı ayakkabıları seviyorduk.
Küçükken kara kedi görünce saçımızı tutuyorduk.
Küçükken düğünlerde yerden paraları toplayıp kaçıyorduk.
Küçükken bayram harçlığı alırken utanmış gibi yapanlar da vardı tabi.
Küçükken bileğimizi ısırıp saat yapardık.
Küçükken dondurma külahını alttan ısırıp içimize çekerdik.
Küçükken şurup içmekten nefret ediyorduk
Küçükken düğünlerde altın kutuları için kavga ediyorduk ..
Küçükken annesinin “seneye de giyersin” diyerek kıyafet aldığı çocuklardık…
Küçükken adımızın İngilizcesini merak ediyorduk.
Küçükken babamız tarafından zorla berbere götürülüyorduk.
Küçükken babamızın bakkal olmasını istiyorduk.
Küçükken bir şeyler saklamak için evde yer arıyorduk.
Küçükken elma şekeri ile kandırılıyorduk.
Küçükken karton kutuda civciv besliyorduk.
Küçükken telefon açmadan önce anneden izin alıyorduk.(Alıntı)
Ne güzeldi… Samimiydi… Teknoloji geliştikçe ilişkilerin, dostlukların, çocuklukların sığlaştığını görmek ne kadar ürkütücü… Yani şimdilerde anlayacağınız eve çift maaşın girdiği, çiftlerin boşandığı… Güzel evlerin yuva olamadığı… Kısa seyahatlerin, kağıt mendil gibi ilişkilerin… Yıka çık gönüllerin… Kilo dertlerinin ve her derde deva vitaminlerin…. Vitrinlerin dolu gönüllerin boş olduğu günlerde yaşıyoruz.
BALKAN YEMEKLERİ
20 saat önceHABERLER
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
19 gün önceHABERLER
05 Kasım 2024