DOLAR 32,8826 -0.25%
EURO 35,1821 -0.54%
ALTIN 2.449,68-0,30
BITCOIN 1986378-2.24558%
İzmir
30°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

704 okunma

Kuğunun son şarkısı hakkında …

ABONE OL
09/10/2011 22:00
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Bugünlerde Beşir Ayvazoğlu’nun bir kitabı var elimde. ‘’Kuğunun Son Şarkısı’’ gerçekten etkileyici bir kitap. Ne de olsa anlattığı kişi Şeyh Galip, çoğu kişinin bilmediği ama bilenlerin hayran olmaktan kendini alamadığı bir şahsiyettir, biz edebiyatçıların değimiyle, divan şiirinin son merhalesidir. Eser, Feridüddin Attar’ın eşsiz eseri ‘’Mantıku’t- Tayr’’ dan bir alıntıyla başlıyor… Ve kitaba ismini veren kuğuya gönderme yapılıyor. Anlatılan efsane, Kaknus Kuşuna ait. Rivayete göre, insanlar müzik bilgisini bile ondan öğrenmiştir. Kaknus, 1000 yıl ömür süren, gagasında 100’e yakın delik olan Hindistan da yaşayan bir kuştur. Gagasında ki deliklerin her birinden ayrı bir ses çıkarır… Öleceği günü bilen bu kuş, ölmeden önce topladığı çalı çırpının üzerine oturup, feryat eder ki bu feryat kimisini ağlatır kimisini öldürür. Son nefese eriştiğini sezen Kaknus kanat çırpınışlarıyla çalı çırpıyı tutuşturup kendini yakar. Ve yangınındaki son küldeki ateşte sönünce yeni bir Kaknus doğar… İşte bu yeniden doğuş toplumda Anka Kuşu’na mahsus sanılsa da aslında Kaknus’a ait bir özelliktir. Kaknus değişik kaynaklarda özellikle de Yunan mitolojisinde kuğuya dönüşmüştür ve ölürken şarkı söylediği inancı vardır… İşte bunlardan yola çıkarak da Beşir Ayvazoğlu divan edebiyatının son temsilcisi olması nedeniyle Şeyh Galip’in şiirlerine kuğunun son şarkısı demiştir…

6 AYDA YAZILAN HÜSN-Ü AŞK

 

Galip’e bir kez daha hayran olmamak elde değil… Hem bilgisine hem de bana göre cesaretine. Yirmili yaşlarda ortaya konan bir divan, ardından altı ay gibi kısa sürede yazılan Hüsn ü Aşk… Bazen diyorum o devirde yaşamalıymış insan, her şeyin insanların bile farklı olduğu bir devir, onun büyüsünden mi bu ilhamlar bilinmez, ama özenmemek imkânsız… Her şey gibi edebiyatı da yavaş yavaş ayağa düşürmeye çalışıyorlar, alt alta sıralanan kelimeler şiir, kafalarına estikleri gibi yazmayı eleştiri sayanlar var. Her şeyde olduğu gibi edebiyatın adabı da kaybolmaya başlıyor. Oysa nasılda unutuyoruz edebiyatın kökünün bile ‘’edep’’ten geldiğini. Nerden nereye konudan uzaklaşmayayım diyorum ama olmuyor işte… Bir dokun bin ah işit. Eserde anlatılanlar, devir özellikleri, Mevlevi bir şair oluşunun etkisiyle Mevlana’ya da değinilmesi eseri daha da çekici kılıyor. Ayrıca genç Esad’ın Galip oluşu… Galip’in en dikkate değer yanlarından biri bana göre, yeni sözlük hakkında söyledikleri…Onun divan şiirinin bunca yıllık geçmişine genç yaşında korkusuzca baş kaldırışını, alışılagelmişlikleri reddedişi insana ilham veriyor… Oysa insanlar bir şeylere tutunabilmek yer edebilmek için, sürüler gibi çoğulun içinde kendine yer etmeye çalışıyor. Susanların, herkes gibi olanların kabul görmesi daha kolay oluyor. Ama olanı değiştirenler, fark yaratmayı kafalarına koyanlar önce tepki çekiyor, ama gerçekten güçlülerse ve inanıyorlarsa yaptıklarına, unutulmuyorlar.

Üniversitede eski Türk edebiyatı dersinde okutuluyor, ölümünün üzerinden geçen onca yıl onu unutturmuyor, değerinin daha da iyi anlaşılmasını sağlıyorsa, başarabilmiş demektir. Galib Mevlevi bir şair. Çileye girişinden postnişinliğe kadar uzanan bir serüveni var. Kırk iki yaşında kaybettiğimiz bu usta şair. Kısa ama dolu bir hayat geçiriyor. 3. Selim’in ‘’Pamuk Şeyhim’’ diye çağırdığı Galip, Selim dolayısıyla Mevlevi meşrepliğe uymayan, fazla göz önünde bir hayat yaşıyor. Bundan memnun olsa da şiirlerinden de anladığımız kadarıyla, kimi zaman bocalıyor. Galip 3 Ocak 1799 da vefat ettiğin de dönemin önemli şairlerinden Surûrî, bu ustanın ölümünü Tarihe şöyle düşüyor…

GEÇTİ GALİB DEDE CANDAN YAHU

Galib ölümüyle, yok olmaya mahkûm kılınmıyor. Bıraktığı eserleri ve yeni sözlük terennümleri onu kendinden çok sonra hala yaşatmayı başarıyor. Haşim’den Ziya Paşa’ya, Muallim Naci’ye kadar, birçok şairde onun izlerini görebiliyoruz. Hatta Ziya Paşa’nın şu beyiti, onun yaşamaya devam ettiğinin çok canlı bir kanıtı olarak karşımızda duruyor…

‘’Gelmiştir o şâir – i yegâne
Gûyâ bu kitâb içün cihâne’’

Hüsn ü Aşk yazılışının üstünden geçen onca zamana karşın, hâlâ mükemmelliği kabul edilir. Ve modern şiirin ilk temsilcilerine feyiz verir. Bunlardan biri de A. Hâmid’dir. Galib, Servet – i Fünun döneminde ‘’dekadanlık’’ tartışmalarının içine sürüklense de yine de Servet – i Fünun döneminin uzantısı Fecr – i Ati’ de başlatılacak bir moda halini alacaktır… Fakat ölümsüzlüğü yakalayan Galib, Fecr – i Ati sonrasında da günümüze kadar gelmeyi başaracaktır. F. Nafız’dan, A. Nihat Asya’ya Hatta N. Hikmet’ e kadar kendine edebiyatımızda yer bulmuş, ünlü şairlerin beslendiği bir kaynak olmayı sürdürecektir. Şeyh Galib, şiiri ve şahsiyetiyle edebiyatımızda ki etkisini 1950 sonrası da sürdürür. Cumhuriyet dönemi sonrası modern edebiyatımızda da izlerine rastladığımız bu şair, seneler öncesinden gelen sesi, yarattığı orijinal imajlarıyla şairlere ilham vermeye devam eder. Bunun en güzel örneklerinden birine, Behçet Necatigil’in Ölü adlı şiirinde görürüz. Hüsn-ü Aşkın temel imajlarından biri olan, ateş denizi ve mumdan kayıklar, şairin şiirinde tekrar hayat bulur. Galib’e yazılan önemli bir ustadan şu dizeleri es geçmek istemedim.

‘’Ve Şeyh Galib yeniden iş başında bu şafakta
Yenidünyanın ilk ustalarından
Benim dünyamın muştucularından’’

Bilenler bilirler, Sezai Karakoç ‘a ait olan bu şiir, Galib’in böyle büyük ustalarla hâlen yaşatıldığına önemli bir kanıttır. Galib, sadece şiirlerinden alınan ilhamlarla değil, yazarların belki de bu büyük ustaya bir vefa borcu bildikleri, romanını yazma girişimleriyle de önemli bir yer kaplar edebiyatımızda. İlk romanını yazmaya kalkan, Muallim Naci’dir. Ardından değişik şekillerde ve farklı yazarlarla da karşımıza çıkar. Tanpınar’ın önemli romanı Huzur’da başkişilerden Mümtaz Galib’i anlatan bir roman yazmaya çalışır. Burada aslında simgelediği kişinin Tanpınar’ın kendisi olduğunu düşünebiliriz. Belki de anlatmanın çok uzun süreceği ve birçok kelimenin yetersiz kalacağı bu usta şairden, değerli yazarımız Beşir Ayvazoğlu’nun eseri sayesinde ondan küçük alıntılarla bahsetmeye çalıştım. Aslında böyle bir şairi anlattıktan sonra ne denir, yazı nasıl sona erdirilir, bilemiyorum. Ama onun değimiyle bitirmekte yarar var. Onun söyleyişiyle edebiyatımızda yer eden şekliyle…

Hoşça bak zâtına usta…

    En az 10 karakter gerekli