DOLAR 32,8145 0%
EURO 35,1666 -0.21%
ALTIN 2.450,63-1,56
BITCOIN 2114341-0.85755%
İzmir
36°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

Milli Mektup Çanakkale

ABONE OL
24/03/2013 22:00
0

BEĞENDİM

ABONE OL

20. yüzyıl çoğu tarihçiye göre cinnet ve savaşlar çağıdır. Yüzyılın hemen başlarında artan bölgesel rekabet (Avusturya- Rusya) ve  XIX. yüzyıldan hatta daha önce ki dönemlerden gelen küresel sömürge hırsı(İngiltere-Fransa), olası kitlesel bir savaşı kaçınılmaz kılmıştır. I Dünya Savaşı; merkezi Avrupa devletlerinin hedefleriyle bütünleştiğinde, süratle kıta Avrupa’sına ve maalesef asıl hedef olan Anadolu ve Ortadoğu’ya sıçrayacaktır. İngiltere Hint yolu ve Süveyş’in güvenliğini sağlayıp, yeni yüzyılın yeni değeri petrol sahalarına girmeyi düşlüyor, Rus çarı atalarının hedeflerini Akdeniz sahillerine inerek gerçekleştirmek istiyordu. Fransa; Lübnan, Suriye ve Çukurova havzasına sahip olarak petrol ve gıda sorunlarını aşmanın hayalini kurarken, Almanya ise Uzakdoğu ve Ortadoğu’da ki bu zenginliklere Osmanlı devletinin dostluğunu kazanarak sahip olmanın, en azından koruyucu olarak ortak olmanın hevesini güdüyordu. Tüm bu hevesleri ve amaçları gerçekleştirmek için beklenen kıvılcımı yakmak ise, 28 Haziran 1914’de Avusturya Arşidükü Ferdinand’ı öldüren Sırplı bir gence düşmüştü. Osmanlı Devleti tüm bu emperyaller arasında, en uzun yüzyılı olarak gördüğü XIX. yüzyılı aşarak gelmiş ancak bir çok toprağıyla birlikte saygınlığını da XX. yüzyıl başlarında maalesef yitirmişti. Ard arda girdiği Trablusgarp ve Balkan Muharebeleri’nden yenilgiyle çıkmış ve Doğu Trakya dışında Balkan arazisi kalmamıştı. Avrupa nezdinde oldukça kısa ömrü kalan Osmanlının ölümünü beklemek gereksiz zaman kaybıydı ve yıllar önce ‘’Şark meselesi’’ olarak koydukları teşhisi kesin bir çözüme kavuşturmak zorunluydu. Osmanlı’nın mirası çok değerliydi ve kendisinin dağıtması beklenemezdi. Osmanlı Devleti başlayan bu savaşa önce İtilaf bloğunda katılmak istemiş ancak Rusya’nın soğuk tavrı ve İngiltere’nin olumsuz cevabı ile mümkün olmamıştır. Bunun üzerine Abdülhamid döneminde başlayan Alman dostluğunun ve içte Alman ekonomisi ve savaş sanayisine duyulan güvenin de etkisi ile elde kalan tek Avrupalıyı dost bilmek zorunluluk olmuştur. Osmanlı Devleti, 2 Ağustos 1914 de imzaladığı gizli bir antlaşma ile Alman ittifakını garanti altına almış oldu. Güvenlik endişesi ile 10 Ağustos 1914 de seferberlik ilan edip, silahlı tarafsızlık çizgisinde olduğunu duyurmuştur. Ancak Ege savaşlarında İngiliz donanmasından kaçan Goeben ve Braslau adlı Alman savaş gemilerinin boğazlardan geçmesine izin verip, diğer tüm savaş gemilerine kapattığını açıklamıştır. Aslında bu tavır Osmanlıyı İtilafların gözünde tarafını seçen yeni düşman yapmıştır. II. Abdülhamid devrinde paraları ödendiği halde bize verilmeyen 2 Osmanlı gemisinin yerine, bu iki Alman gemisinin satın alındığı cevabı, İngilizleri iki Alman gemisinin Osmanlı’ya sığınmasından daha çok şaşırtmış ve aynı derecede  kızdırmıştır. Amiral Souchon komutasındaki yeni adıyla Yavuz zırhlısı, 27 Eylül 1914 de tatbikat amacıyla çıktığı Karadeniz de, Sivastopol ve Novorosisk adlı limanları bombalamış ve Osmanlı fiilen tarafını belli etmiştir. Rusya 1 Ekim 1914 de Kafkasya üzerinden sınırları ihlal ederek Osmanlı Devleti’ne savaş ilan etmiştir. Osmanlı Devleti’nin elinde bulunan boğazlar, konumları itibariyle özellikle Avrupa için  büyük bir önem taşıyordu. Tarih boyunca uğurlarında birçok savaş verilen boğazlar stratejik ve ekonomik  açıdan paha biçilmez değerdeydiler.

BOĞAZLARIN STRATEJİK ÖNEMİ

Bugün bile bakıldığında değerlerini korudukları oldukça açıktır. İtilaf Devletleri’nin Boğazları geçme nedenlerinin başında, elbette ki boğazların sahip olduğu bu stratejik önem vardı. Rusya’ya yardım etmek amacıyla gelişen bu düşünce; aynı zamanda Almanya’dan yeterli yardım alamayacağı ve fazla direnemeyeceği düşünülen Osmanlı’yı tek başına ve planlanmış bir barışa mahkum etmeyi planlıyordu. Ayrıca boğazları kazanmak demek, İstanbul’u ele geçirip Osmanlı, Almanya ve  Avusturya üzerinde manevi bir yıkıma sebep olmak demekti. Tarafsız kalan Balkan ülkeleri de bu başarıya kayıtsız kalmayacak  ve İtilaf Devletleri’ne katıldıklarını açıklayacaklardı. Boğazlardan geçilebilirse, kazanılacak olan başarı tüm Müslüman sömürgeleri sindirecek, güneyde sömürge devletlerini rahatsız eden hiçbir güç kalmayacaktı. Bu planlama ile  İngiltere 28 Ocak 1915’te Osmanlı’ya savaş kararı almış ve akabinde Fransa onu takip etmiştir. İngilizlerin tarihsel döngüyü değiştirecek tüm bu düşünceleri, Deniz Kuvvetleri Bakanı Churchill ve Akdeniz Filo Komutanı Carden tarafından da mantıklı görülünce Çanakkale’yi geçmek ve Pay-i Tahtı almak zaruri olmuştu. Ancak beş çayını İstanbul’da içme arzusuyla yapılan ve kolay lokma görülen Türk Milletinin İngilizler dahil tüm dünyaya daha tamamlanmamış son bir sözleri daha vardı. Çanakkale geçilmez! İngilizler dünyanın o tarihteki en güçlü donanmasıyla ve dahası Fransız donanmasının da takviyesi ile 19 Şubat 1915 de deniz harekatını başlattılar ve aralıksız 18 mart 1915’e kadar tüm Türk  tabyalarını top atışına tuttular. 18 Mart’a kadar boğazın Rumeli yakasında ki Seddülbahir ve Ertuğrul tabyaları ile, Anadolu yakasında ki Kumkale ve Orhaniye tabyaları tahrip edilmişti. Ancak O muazzam İngiliz donanması boğazı geçmeye hala cesaret edemiyordu.17 Mart gecesi Amiral Carden’in yerine atanan Amiral Robeck ile beraber plan uygulamaya konuldu ve ilerleyiş başladı. 18 Mart sabahı 3 deniz tümeninden oluşan birlikle boğaz zorlanmaya başlanmıştı. 1. Tümeni bizzat İngiliz Robeck yönetiyordu. Queen Elizabeth, Lord Nelson, Agamemnon muharebe gemileri ile Inflexible kruvazöründen oluşan 1.Tümen saat 10.30’da boğazdan girmişti. Hedefleri Mecidiye tabyası, Namazgah ve Hamidiye tabyası idi. Türk bataryaları hedef menzil dışında olduğundan cevap veremiyor ve öğle saatlerinde Çimenlik, Rumeli Hamidiye, ve Anadolu Hamidiye ateş altında kalıyordu. Rumeli merkez tabyalarımız yoğun ateş altında kalmış ve tabyalara düşen toplar telefon hatlarını keserek yangınlara neden olmuştu. Türk bataryaları üzerinde yeteri kadar üstünlük sağlanabilirse Albay Hayes Sadler komutasındaki 2. Tümen devreye girecekti. Ocean, İrresistible, Albion, Vengeance, Swiftsun ve Majestic’ten oluşan 2. Tümen, 3. Tümenin yerini alacaktı. Fakat 3. Tümen’in yerini alacak 2. Tümen gelmeden önce beklenmedik bir şey oldu. Saat 14.00’e doğru Suffren büyük bir hızla boğazı terk etmekte ve Bouvet’de onu izlemekteydi. A hattını geçmek üzereyken Fransız gemisi Bouvet’de bir iki patlama oldu ve Anadolu Hamidiye tabyasınca ateş altındayken 3 dakikada suların altına gömüldü. Derin bir şaşkınlık yaşanıyordu. Queen Elizabeth ve Agamemnon dışındaki bütün gemiler ateşi kestiler. Muhripler ve istimbotlar personeli kurtarmaya gittiklerinde 20 kişi kurtarılabilmiş, 603 kişi sulara gömülmüştü. Bu arada 12.30 sularında Goulois isabet almış ve ağır yaralarla boğazı terk ediyordu. 15.30 sularında mayına çarpan Inflexible’ın durumu kötüydü ama yoğun çabayla Bozcaada’ya ulaştı. 2. Tümen İngiliz gemileri, 3. Tümenin yerini aldığında bu manzara ile karşılaşmıştı. Saat 14.30’da ateşe başlayarak 10 yardaya kadar yaklaştılar. Namazgah tabyasını bombardıman altına aldılar ve saat 15.00’te Rumeli Hamidiye daha sonra da Namazgah aldığı isabetle savaş dışında kaldı.

NUSRET’İN DÖKTÜĞÜ MAYINLAR

Bölgede bir gece önce Nusret’in döktüğü mayınlar, İngilizlerin oldukça canını yaktı ve hiç hesapta yokken yüzlerce can aldı.. Bölgenin mayınlı olduğunu anlayan Amiral de Robeck 2. Tümen’in geri çekilmesi için emir verdi. 18.05’te geri çekilirken Ocean da mayına çarptı ve savaş öncesi kurulan birçok hayal gibi, Türk’ün boğazındaki gemileriyle beraber soğuk sulara gömüldü. 18 Mart’ta Çanakkale boğazında yaşananlar, İngilizler başta olmak üzere çoğu İtilaf bloğunda olan sömürge iştahlı devlerin kalbine bir ok gibi saplandı. İngiliz komuta kademesinde ordusuz bir donamanın bu savaşı kazanacağı inancı çöktü ve kara harekatının zorunluluğu ortaya çıktı. Deniz de Nusret mayın gemisini, Seyit Onbaşı’yı ve binlerce isimsiz Türk yiğidini hesaba katmayan İngiliz; kara çıkarmasında da Mustafa Kemal faktörüne takılacak ve asla unutamayacakları bir yenilgiyi de 25 Nisan ve 10 Ağustos 1915 tarihleri arasında Gelibolu da alacaklardı.

Akif’in deyimiyle;

Sen ki, İslâm'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın;

Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın;

Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın…Heyhât,

Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…

Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,

Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.

 

Şeklinde dile gelen Çanakkale kahramanlığı, Türk’ün ne zaman boğazından sıkılmaya çalışılsa verecek mutlaka bir cevabının olduğunu göstermiştir. 1915’de yitip giden bedenler, beş yıl sonra 1920 de Anadolu’da, Kurtuluş Savaşı’na tekrar ruh olarak dönmüştür.’’Vatan sevgisi imandandır’’ hadisinin İslam coğrafyalarında ve tarihinde, bu denli vücut bulması zor görülecek bir olaydır. Bu inanç ve sevgiyle kurulan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin günümüzde de en az o günkü kadar birliğe ve vatan sevgisi algısına ihtiyacı vardır.

 

 

    En az 10 karakter gerekli