Türk milleti 12 Eylül 2010 tarihinde, kendisi için büyük önem teşkil ettiğini düşündüğü anayasa değişikli konusunda kararını vermiştir. Daha önceki yazılarımdan da hatırlanacağı gibi, Türkiye’nin vereceği kararın, hem kendi iç dinamikleri, hem de dış politika açısından önemli sonuçlar ortaya çıkaracağını yazmıştım. Halk oylamasının üzerinden henüz 24 saat bile geçmeden kaleme aldığım bu yazımda, referandum sonuçlarına içte ve dışta verilen tepkilerden, yukarıdaki öngörüm de haklı çıkacağım izlenimim daha da kuvvetlendi. Türkiye, halk oylaması sonuçlarını kendi içinde değerlendiredursun referandum, dış basın ve özellikle A.B.D ve A.B ülkeleri basının manşetlerinden ve görsel basının haber bültenlerinden ilk sırada verilmiştir. Buradan dahi bakıldığında Türkiye, sadece ekonomik değil siyasi ve politik alanda reytingi epeyce yüksek bir ülke konumundadır. 13 Eylül 2010 tarihi itibariyle Türkiye, üzerindeki vesayet kabuğunda hatırı sayılır bir delik açmıştır. Bundan sonraki gelişmeler, anayasa ve yasalar çerçevesinde kalmak koşulu ile milletin iradesini daha fazla yansıtır bir şekilde olacaktır. Siyasi istikrar ve kararlılığın bu şekilde sürmesi halinde ülke, kısa zamanda demokrasi egemen bir ülke halini alacaktır.
Etrafındaki birçok ülke ile vizesiz seyahat anlaşmaları imzalayan Türkiye cumhuriyet devletinin vatandaşları, haksız idari uygulamalarla, her hangi bir mahkeme kararı olmaksızın yurtdışına çıkamıyor ve ülkenin dışa açılma stratejisinin tersine olarak, böyle bir uyulama garabet sergiliyor ve en temel insan haklarından biri olan seyahat özgürlüğüne keyfi uygulamalarla kısıtlamalar getiriyordu. Millet, anayasal güvence altına alınmış haklarını korumak için kendi adına karar veren en yetkin organ olan anayasa mahkemesine başvurarak “benim anayasal haklarım çiğneniyor” diyemiyordu.
GÜÇLÜ İRADE
Allah’a şükürler olsun ki bu başvuru yasağı da böylece ortadan kalkmış oldu.
Bence bu anayasa değişikliği, yeni anayasanın daha büyük kolaylık ve daha geniş bir katılımla hazırlanması için kapı aralamıştır. Ancak yapılması gerekenler, sadece bu değişiklikle sınırlı kalmamalıdır. Zaten toplum “yetmez ama evet” ibaresi ile değişime olan güçlü iradesini ortaya koymuştur. Milletin irade rüzgârını arkasına alan siyasi görüş sahiplerinin tümü, millete bir adım daha yakın olmanın verdiği sevinci ve yetiyi özlerinde hissederek yaşayacaklardır. Türkiye’nin kendi coğrafyası içinde, demokrasi ve özgürlük adası olması, özellikle orta doğu ve balkanlardaki etkinliğinin artmasına güçlü katkı sağlayacaktır. Gazinin “muasır medeniyet seviyesinin üzerine çıkacağız” cümlesi, herkes tarafından dillendirilmekle birlikte, çok ve yerinde anlaşılamamış ve anlatılamamıştır. Mustafa kemal Atatürk’ün Osmanlı subayı olduğu dönemlerden, cumhuriyetin kuruluşuna kadar aralıksız olarak savaştığı asrın emperyalist ve sömürgeci medeniyetiyle aynı olmayı hedeflemesi, gaziye hakaret telakki edilmelidir. Atatürk, bu medeniyetin üzerine çıkmayı yani onunda üzerinde yeni bir medeniyet kurmayı bize hedef olarak göstermiştir. İşte bu hedefe uygun olarak milletin iradesine yön ve şekil verecek olanların, aklında ve gönüllerinde tutması gerek şey, Atatürk’ün milletin hislerine tercüman olarak söylediği “Muasır medeniyetin üzerine çıkmak” milli iradesinin gerçekleşmesine yönelik değişiklikleri sadece ülke insanı için değil, bu ülkeye gözlerini çevirmiş tüm Ortadoğu, Balkanlar ve orta Asya insanı içinde gerçekleştirilmelidir.
BİLİNÇLİ KARARLAR
Bundan böyle Türkiye’de mevcut iktidarın ve bundan sonra da iktidar olacakların sadece Türkiye’yi idare eden kararların altına imza atacaklarını düşünmek, en hafif tabirle ahmaklıktır. Çünkü ülkemizde iktidar sahiplerinin alacağı kararlar, sadece Türkiye’yi değil Türk olmayan birçok ülke vatandaşlarını da daha güçlü bir şekilde etkileyecektir. Bu bilinç ve şuurla Türkiye, yapılacak olan yeni anayasal değişikliklerde ulusal birlik ve bütünlüğü en yüksek düzeyde koruyarak, bölgesel ve küresel etkileşimlerin yolunu açmalı ve bölgesinde ve dünyada belirleyici güç olduğunu hiç unutmamalıdır.
Bencillikten bireyselliğe adım atan ülkemizin, bu adımları kuvvetlendirecek olan inanç, düşünce ve eylem özgürlüklerini de bir an önce hayata geçirmesi elzemdir. Ülkemiz insanının önü, bireysel anlamda daha fazla açık hale getirilmeli ve insanımız tüm kayıt ve kaygılarından korunmalı ve kurtarılmalıdır. Gelişim ve değişimini tamamlaması konusunda insanlarımızın önündeki engeller kalktıkça, bireylerin birbirlerine olan güvenleri de artacak, milliyetçiliğin veya etnik kimliğin zararlarından olan bölücülük ve ayrımcılıkta kendiliğinden ortadan kalkacaktır. Sadece ekonomik menfaatlere dayalı olarak sağlanan birlikler, toplumların bir arada tutulmasına yeterli katkıyı sağlamamaktadır. Bunun en önemli göstergesi ekonomik bir topluluk olarak kurulmuş olan A.B deki ırkçı ve ayrılıkçı akımların hızla artmasıdır.
Bulunduğumuz coğrafyanın ve inancın bize öğrettiği şey ise bireylere dayalı olan ilişkilerdir. Unutulmamalıdır ki Türklük, Kürtlük, Lazlık, Boşnaklık, Arnavutluk insanda ortaya çıkan dışa dönük belirmelerdir. Yani insan denilen bütensel mevhum olmaksızın, bu sayılanların zahir olmaları da mümkün değildir. O halde “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” ana tespiti, ülkenin hazırlanacak olan yeni anayasanın önemli temelini oluşturmalıdır.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce