“Balkanlardaki sorunlara çözüm önerileri” yazılarıma, incelemeye başladığım eserleri ve içeriklerini sizlerle paylaşmak suretiyle farklı bir boyut kazandırmak istiyorum. Sorunların çözümü için tek taraflı değil çift taraflı söylemleri ortaya koymak niyetindeyim. Bunu yaparken de önyargılardan uzak, her düşünceye saygılı, lehte veya aleyhte yazılanları okuyucularımla paylaşmak arzusundayım. Konu ile ilgili yaptığım araştırmalarımda önemli bir kaynak kitaba ulaştım. Elde ettikten sonra altını çizerek okudum. Bu kitaptan önemli notlar çıkardım ve sizlere aktarmayı da önemli buluyorum. Belki de bu notlar arasında sıkışmış küçük ayrıntılar, çözüm önerilerine katkıda bulanacak türden olabilirler. Önemli başarıların küçük ayrıntılarda gizli olduğu ana fikrinden yola çıkarak yakaladığım bu ayrıntıları barış ortamını inşa etmede kullanmak istiyorum. Yardımcı olurlar mı bilemem. Gayret bizden tevfik Allah’tan. Evet, bu kitap L. Carl Brown’un derlediği makalelerden oluşan “ İmparatorluk Mirası; Balkanlar’da ve Ortadoğu’da Osmanlı Mirası” ismini taşıyor. Fırsatı olanlara mutlaka okumalarını önereceğim bir kitap. Bu hafta kısaca Rusinow ve Prof. Maria Todorova – Bulgar tarihçisi ve filozofu, eski Bulgar başkanı Nikolai Todorov’un kızı‘nın düşüncelerini paylaştığı makalelerinden aldığım önemli kesitleri sunmağa çalışacağım. Öncelikle; günümüz Balkan Dünyası’nda, Osmanlı’nın Balkanlar’a geçişinin iki farklı görüşle ele alındığını, yorumlandığını biliyoruz. Bu görüşlerden birincisinde; insancıl, huzur ve mutluluk getiren, temel insan hak ve hürriyetlerine saygılı, tam özgürlükçü bir idare anlayışının Avrupa’ya ve Balkanlara geldiği savunulur. Diğerin de ise Osmanlı ve Türkler hatta Müslümanlar işgalci olarak nitelendirilir. İşte Sn. Prof Todorova Osmanlı’nın Balkanlar’a geçişini işgalci olarak anlayanlar grubundan bir akademisyen. Gelin makalesinden çıkardığım notları birlikte irdeleyelim.
YABANCI İSTİLASI GÖRÜŞÜ
Sn. Prof. Maria Todorova, öncelikle Osmanlı dönemini bir yabancı istilası olarak görüyor. Uzun süren bu dönemde Osmanlı bir istilacı devlettir iddiasında bulunuyor. İstilacı bir devlet nasıl davranırsa, Osmanlı da aynı şart ve gereklilikte davrandı diyor. “İşgalcilik” tezini savunuyor. Bu uzun dönem içinde meydana gelen toplumsal çeşitliliği ve kültürel karışımı da, Türk-İslam ve Bizans-Balkan geleneklerinin karışımı olarak değerlendiriyor. Özellikle de Balkanlar’ı yönlendiren bilim insanlarının büyük bir kısmının Ortodoks olduğunu bildiriyor. Böylece sorunun temel sorunlarından birinin de din olduğunu ortaya koyuyor. Ortodoks değerlendirmelerinin mutlaka gözden geçirilmesi gerektiğini vurguluyor. Osmanlı dönemini, Bizans’ın devamı olarak görüyor ve Osmanlı’yı küçümser bir yaklaşım içerisinde… Sorunları bu çizgiden değerlendiriyor. Osmanlı’nın Balkanlardaki mirasının sınırlı olduğunu, kesin bir dille ifadeden çekinmiyor. Buna sebep olarak da Balkanlar’daki Balkan kökenli Osmanlı elitinin günümüzde devam etmemesini gösteriyor. Mirasın sınırlı olması, peşinden Osmanlı kültürünün bıraktığı mirasın da sınırlı olduğu çıkarımına varıyor. Osmanlı elitinin hatırı sayılır bir kısmının Balkan kökenli olmasına rağmen, İstanbul’dan Balkanlar’a götürülen kültürün sınırlı olmasını iddiasına bir delil olarak gösteriyor. Osmanlı’nın Balkanlar’a miras olarak kan ve gözyaşını bıraktığını iddia ediyor. Bayan Todorova’nın bu düşüncelerinin, bölgenin otoritelerince ciddi olarak ele alındığını, benimsendiğini ve bu doğrultuda Osmanlı-Türk ve Müslümanlar aleyhindeki propaganda çalışmalarına temel teşkil ettirildiğini, bölgede karşılaştığımız uygulamalarda çok net görüyoruz. Bulgaristan’da turist olarak bulunduğum 2004 senesinde yaşadıklarım bunun delillerinden biri. 2004 senesi mayıs ayında Balkanlar’a yaptığım inceleme gezimde, yaklaşık 4 yy. süren Osmanlı hâkimiyeti dönemi, eğitimcilerden oluşan kalabalık bir grup tarafından iyiden iyiye ele alınmış, sevabıyla günahıyla incelenmişti. Tarihi ve turistik yerleri gezerken uğradığımız Tırnova şehrinde, bizi derinden yaralayan dehşet verici bir manzarayla karşılaşmıştık. Bulgarlar, güya kendilerine yapılan zulmü (!) tarihi Tırnova Kalesi önünde lazerli gösteri ile anlatmaya çalışıyorlardı. Anlatılmak istenen bilgilerin, kaynaklar açısından değerlendirilmesi yapıldığın da gerçekle ilgisi olmayan bir sürü yalan ifadeler içerdiği, bu konuda yetkili bilim insanları tarafından oracıkta ifade edilmişti. Gelen yabancı turistlere ve onların nezdinde tüm dünyaya, Osmanlı askerlerinin ne kadar vahşi oldukları, Bulgar kadınlarına ve kızlarına nasıl tecavüz ettikleri, düzenlenen ışık gösterilerinin ardına koydukları ve fon müziğine sıkıştırdıkları kadın, kız çığlıkları ile veriliyordu-Hazırlanan muhteşem lazer gösterisi bu tarihi ayıpla lekeleniyordu maalesef-. Böylece Bulgar yetkililer, Osmanlı ve Müslüman Türk askerleri 4 yüzyıl boyunca bu mezalime devam etmiştir yalanını tüm dünyaya anlatmak istiyorlardı. Ardından da Rusların, Bulgar milletine yardım ederek bu mezalimden(!) kurtardıkları savını tüm dünyaya duyurmaya çalışıyorlardı. Sn. Todorova’nın tezine uygun hazırlanmış utanç verici ve tarihi gerçeklerle uyuşmayan bir manzarayı izlemek içimizi derinden acıtmıştı. Maalesef öğrendiğime göre de, bu gösteri günümüzde de devam ediyor. Sayın Todorova’nın görüşleri ile paralellik arz eden bu gösteri maalesef gerçeği yansıtmıyor.
DERVİŞİN FİKRİ
Tüm bunlara rağmen enteresan olan şey, Sayın Maria Hanım’ın kendi ifadeleri içinde gizli. Her şeye rağmen cani, insanlıktan nasibini alamamış (!), Osman Oğullarının Balkan kültürünü de derinden etkilediği tezini de söylemeden edemiyor. Kendi ifadeleri içinde itiraf ediyor.”Halk her şeye rağmen gündelik yaşamında, her ne kadar Osmanlı kimliğinden arındırma çalışmalarına maruz kalmış olsa bile, bugün hala gözle görülen ve hissedilen çok kalıcı bir Osmanlı mirasının varlığından söz edilebilir” olduğunu hatırlatıyor. Yemek ve müzik kültürü bu bakımdan saymaya değer kültürler arasından bir kaçı olabilir diyor. Yine enteresan bir yaklaşımla Balkan entelektüelleri Balkanlar için; Osmanlı’dan önce Avrupa kültürüne ve uygarlığına denk bir uygarlığa sahip iken, yüzyıllarca Osmanlı Hâkimiyeti yüzünden geri bırakılmıştır tezini de ortaya atıyorlar. Ayrıca Sayın Todorova’ya göre Balkanlarda milliyetçilik hâkim söylem olarak kaldığı müddetçe de Balkanlar da Osmanlı mirasına bakışın gerçeklikten uzak olarak değerlendirileceği vurgulanıyor. Bir diğer araştırmacı tarafından – Dennison Rusinow- bugünkü sancılı durumun oluşmasında Osmanlı geçmişinin nedenli etkili olduğu konusu da tartışılıyor. Rusinow, Osmanlı’nın demokratik yapıyı etkilediğini, Yugoslavya’da oluşan dilsel ve dinsel çeşitliliğin Osmanlı hâkimiyetinde geçen yüzyıllarda gerçekleştiğini vurguluyor. Buna rağmen Tüm bilim insanları tarafından, bugünkü sorunların temelinde eski düşmanlıkların ve Osmanlı mirasının olmadığı kanaatinde buluşulduğunu ifade etmekten de çekinmiyor. Buradaki ana sorunun farklı dil ve dinlerden oluşmuş çok sayıda bir toplumda ortaya atılan milliyetçilik fikirleri dir deniyor ve üzerinde durulduğu söyleniyor. Rusinow ‘un makalesinde, “ Balkan entelektüellerin bir çoğunun Balkanlar’daki parçalanma ve vahşice çatışmalara sebep milliyetçilik akımları olmuştur” tezi üzerinde fikir birliği içinde oldukları dile getiriliyor. Gerçekten çok enteresan yaklaşımlara sahip makalelerden oluşan bu kitabı okumaya devam edecek ve ilginç bölümleri sizlerle paylaşacağım.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce