Rumeli insanı zamanın, dönemin, modernitenin insanıdır. Bu toplumun her kesiminde böyledir. İster milliyetçi olsun, ister solcu, ister dindar olsun. O, ezilmişlerin yanındadır her ne kadar farklı düşünse, her ne kadar karşısındakinin düşüncelerine katılmasa da.
Rumeli insanı, fırsatçı değildir. ”Vakıf malının yanından bile geçme. Ola ki tozu üzerinde kalır. Bir gün bunun da hesabını verirsin…” Birçoğumuz dedesinden bu ve benzeri sözler duymuştur. Rumeli insanı için devlet kutsaldır. Rumeli Türkleri, hiçbir zaman içinde yaşadıkları devlete isyan etmemişlerdir. Susmuş ve sineye çekmişlerdir herşeyi. Ne bölücülük yapmış, ne de tefrika çıkarmışlardır. Ama onlara yapılan mezalim, onlara karşı işlenen sürgün ve katlıamı yazmaya kalem yetmez. Osmanlının dağılımı ile on milyondan fazla Türk evinden barkından olmuştur. Diğer milletler kendilerine yapılan en ufak bir zulmü bile dünyaya tanıtırken, bizler geleceğe, yarınlara hep umutla bakmışız. Bu da aile yapımızdaki evlat sevgisine ve ailedeki birlik yapısına bağlıdır. Yeter ki çocuklarımız dert görmesin, karanlık fikirlerle büyümesin diye yaşanan bunca mezalimi aktarmadan devam etmişiz. Bu bir yaşama biçimidir ki ben buna ”türk ” olmaktır derim. Bugünlerde bile zorunlu göç ve yapılan kıyımlar hakkında sistematik bir araştırma Türk kütüphanelerinde bulunmuyor maalesef. Türk Üniversiteleri de bu konuya hak ettiği dikkat ve özeni göstermemiş, bilimsel ve tarafsız araştırmalara yer vermemiştir. Piyasada olan kitapların çoğu, bu soykırımı yaşayan ailelerin çocukları veya torunları tarafından derlenen hikayelerden ibarettir. Rumeli Türklerinin çilesi, tarihin kirli sayfalarında unutulmaya terkedilmiştir.
Bir önceki yazım biraz da bu konuyla alakalıydı. Farklı bir analiz, farklı bir bakış getirmeye çalışmıştım. Gelen tepkiler çok ilginçtir ki hiç beklemediğim kesim tarafından oldu. Türkiye’de kısa zaman önce bir görüş, bir uydurma iddia atılmıştı ortaya, Rumelilerin tek tipliliğine dair. Hepsinin istisnasız devletten nemalandığını söylüyordu bu görüş. Bu konuda verilen tepkilerin hepsi duygusal ve sağlıklı değerlendirme yapılmadan hissî cevaplardı.
Bir defa Rumeli insanı tek tip değildir. Farklı görüşlere sahip, farklı dünyalara ait insan gruplarından oluşuyor. Hayırcısı kadar evetçisi de vardır. Her bir grup insanda olduğu gibi solcusu kadar sağcısı da vardır. Farklı konularda farklı düşünen entellektüelleri vardır. Devletten nemalanan cüz’i bir kesim olduğu kadar, nemalanmayan büyük bir çoğunluk da vardır. Türkiye’nin bünyesindeki her topluluk gibi Rumeliler de ayrılmaz bir parçası olarak, Türkiye insanın genel profilinin dışında değildir. Rumeli insanı öteki değildir, ayrımcı değildir, hiçbir zaman da olmamıştır. Her zaman diğerlerinin kimliklerinde kendini de barındırmıştır. Bulunduğu ülkenin yabancısı veya başka bir yerlerden gelen istismarcısı değildi. Aynı milletin bölünmez ferdi olduğunun farkındalığındadır.
Demokrasi, modernite ve insan hakları konusunda duyarlıdır Rumeli insanı. Bu konuları Türkiye’nin gündemine oturtan, demokrasi şehidi Sayın Menderes de Rumeli kökenliydi. Bugüne kadar bu hiç dillendirilmedi, nedendir acaba?
Bugün liberal dernek ve düşünürlerin çoğunun kökleri yine Rumeliye dayanıyor. Devleti eleştiren, resmi ideolojiye acımasız eleştirilerde bulunan birçok Rumeli Türkü vardır. Anlaşılan o ki, ayrı bir kesim değildir Rumeli Türkleri. Türkiye’de ne kadar farklı düşünce renkleri varsa hepsinin içinde Rumeli Türkü de bulunuyor.
Gelelim bir önceki yazıya. O yazıda farklı olabildiğimizi, aynı olmadığımızı, farklı düşündüğümüzü ve düşünebildiğimizi göstermekti amacım. Atatürk konusunda bile aynı değiliz. Bu da zaten normal olanıdır. Her kesim insanın kendini Atatürk’te farklı görmesi, ona her kesimin sahip çıkabileceğinin bir göstergesi değil midir?
Onu büyük, hata etmez, doğruları söyleyen bir lider olarak görmeye çalışanlar gibi, onu bizden biri olarak görmeye çalışanlar, her günkü hayatımızdan bir büyüğümüz ve bizden biri olarak bakmak ve sevebilmek isteyenler de çıkabilir. Bunlar dillendirilmeye çalışılmıştı yazıda. Doğru veya yanlış bir görüştü, farklı bir çift Rumeli gözünün bakışıydı. Tarih zaten dogma değil ki! Tarihî büyük şahsiyetler de dogma anlatımlara bağlı kalamazlar. Tarih bir bilimse, yeni araştırmalarla ve yeni sorularla gelişmesi gerekmez mi? Yeni bulgular ve yeni araştırmalar, yeni bir bakışı ve doğruları ortaya koyabildiği gibi daha büyük yanlışlara da itebilir insanı. Ama biz farklı düşünebileceğimizi de göstermeliyiz. Yaptığımız da bu zaten.
Diğer yandan İnönü meselesi konusunda Rumelilerin, az veya çok eleştiri dozajları farklı bir eleştirel yaklaşımları bulunuyor. Bulundurmayan kesimler de vardır muhakkak. O da önemli bir devlet adamıydı. Bunun da tarihi perspektiften sunulacak örneklerle ispat edilmesi beklenirdi, yazıya eleştiri getiren arkadaşlardan. Mesela ikinci dünya savaşı hakkında, ”Sizleri aç bıraktım belki, ama kimseyi evlatsız bırakmadım”, şeklindeki sözleri önem arz ediyor bu konuda. Sayın İnönü’nün bu söylemi, onun devlet adamlılığının bir göstergesi değil mi? İkinci dünya savaşına girmeyen bir Türkiye, onun sayesinde olmadı mı? Bu da bir görüş farkı değil mi? Ben bu tür bir eleştiri bekliyordum açıkçası. Hiçbir şekilde hakaret beklemiyordum. Rumeli insanı hakaret etmez!
Bir de hala Rumeli’de yaşayan bizler.. Son zamanlarda bunun veya onun partisinden, bu veya o kesime yakın, Türkiye’de mevcut kalıplaşma geleneğine bizleri de sokmaya çalışanlara yönelikti o yazı. Makedonya Türkleri iktidara yakın, Bulgaristandakiler ise uzak gibi söylemlere cevaben yazılmıştı. Yok biz Osmanlıcıymışız da diğerleri Cumhuriyetçiymiş! Bu gibi polemiklere bizi çekerseniz, bu tür yazılara da hazır olmanız gerekir. Bizler azınlığın getirdiği bütün dezavantajları zaten çekiyoruz. Bir de bizler Türkiye’de iç siyaset malzemesi yapılmaya kalkışılırsa bu tür eleştirilere de hazır olunması gerekir. Bizler farklı ortamlarda, farklı sistemlerde yetişmişiz. Farklı hassasiyetlere sahibiz. Buna göre eleştiri de farklı olur. Bizler, sizin bir parçanız olarak kabul edileceksek, marjinalleştirmeden hepimize kucak açılmalıdır.
Bu gibi tartışmalar her sağlıklı toplumda yapılıyor. Bu da özgür düşünme ve özgür tartışmanın birer kaçınılmaz parçasıdır. Biz de düşünmekten ve düşünceleri ifade etmekten korkmamalıyız. Fikirlerimizin özgürce dillendirmesini burada, Balkanlarda, yaptığımız gibi, günden güne daha da demokratikleşen bir Türkiye’de de yapmamıza imkan tanınmalıdır. Diğer yandan Dünya küçülüyor. ’Sana bizden ne’ denilemez ve denmemelidir. Globalleşen aynı dünyayı paylaşıyoruz çünkü. Bir de aynı milleten ve aynı geçmişten geldiğimizi de göz önünde bulundurduğumuzda, bu tür farklı görüşlerin ortaya atılması kaçınılmazdır. Siyasî değerler hızla değiştiği, bilgi ve iletişim çağında yaşıyoruz. İnsan sürekli daha iyisini aramakta. Bunu da araştırma ve sorgulamakla elde edeceğini, buna bilimsel bir yaklaşımla ulaşabileceğini biliyoruz. ’Neden’ sorusu hep sorulmalı. ’Niçin’ de elden bırakılmamalı. Ancak böyle yaklaşımlarla doğrular ortaya çıkacaktır. Hepimiz (okuyun: kendimiz) daha çok konuşup daha çok araştıralım. Doğrulara ancak böyle ulaşılır. Demokrasi ve insan haklarının sadece kendimiz için değil, tüm insanlık için geçerliliğini kabul edip bu yönde çalışmalarımıza devam etmeliyiz.
HABERLER
6 saat önceHABERLER
6 saat önceKÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önce