Kaydefa’ dan da İzmir’in altı tılsımına değin uzanacağız. İzmir, efsanesi bol, dünyanın belki de en güzel ve en eski kentlerinden biri. Asırlar boyu değişik medeniyetlere mensup sevdalıları bitip tükenmek bilmemiş. Her döneminde bir çok insanı kendisine aşık etmeyi bilmiş, adeta tılsımlı bir kent. Böylesi bir kentte yaşamaksa herkese nasip olacak türden bir şans değil. Öncelikle bu şansın kıymetini idrak edebilmeli insan. Yaşadığı kente aynı oranda değer bahşedebilmeli. Efsanelerine sahip çıkabilmelidir. İzmir’e dair kulaktan kulağa dolaşarak günümüze değin ulaşmış efsanelerden, “Homeros” ve kentimize ismini vermiş “Amazon Smirna”ya çoğumuz aşinayızdır. Ancak, Kraliçe Katerina namı diğer Saba (Seba) Melikesi Belkıs, Yemen’de söylenen adı ile “Kraliçe Kıdefa” ya da dilimizdeki söyleniş biçimi ile “Kaydefa” yı sanırım birçoğumuz ilk kez duyuyoruz. Evliya Çelebi’nin de seyahatnamesinde, hac yolcuğu sırasında uğradığı İzmir ve çevresine dair anlatımlarına konu olmuş bu kraliçe ile tanışmayanları tanıştırmak istiyorum bu haftaki yazımla.
KADİFEKALE’Yİ YAPTIRMIŞ
Makedonyalı Büyük İskender’ in çağdaşı olan Saba Melikesi Belkıs’ın (Kıdefa-Kaydefa) M.Ö. 1000 yılında İzmir’e geldiği ve Kadifekale semtinde bulunan ve aynı semte adını veren kale’yi yaptırdığı kentin efsaneleri arasındadır. Belkıs, bir gün adamlarını etrafına toplamış ve “bana öylesi bir şehir kurun ki, dünyada eşi benzeri olmasın, bakmaya doyulmasın” demiş. Adamları da bunun üzerine her yeri gezip, dolaşmışlar. Sonunda yaşadığımız yerleri bulmuşlar. Buraya bir de kale yaparak kenti kurmuşlar. Melike de kırk gemisi ile Yemen’den gelerek buraya yerleşmiş. Melike kenti o derece beğenmiş ki, kaleye yerleşerek ömrünü huzur ve mutluluk içinde geçirmiş. (Bir diğer rivayete göre ise Kaydefa, kaleyi Büyük İskender’den korktuğu için yaptırmış şeklindedir.) Eskiden, Kadifekale’nin giriş kapısının üzerinde, kentin ilk olarak Amazonlar tarafından kurulduğunu simgeleyen, kentin İzmir adını almasına yol açtığı belirtilen, “Amazon Smirna”yı simgeleyen mermerden kadın heykeli bulunurmuş. Türkler, buna Seba Melikesi Belkıs ya da Kaydefa adını yakıştırmışlar. Yahudi kaynaklarında, Habeşistan’da Hz. Süleyman’ın karısı olarak tanınır. Habeşistanlı Hristiyanlar da bu efsaneyi kabul etmekteler. Bu yüzden kaleye “Kaydefa Kalesi” denilirken, sonrasında “Kadifekale” ye dönüşmüştür. Her güzel kentin olduğu gibi İzmir’inde o dönem tılsımları mevcutmuş. Seyahatname de, İzmir ve çevresinde bulunan altı tılsımdan bahsetmekte. Bu tılsımlar; Kadifekale (iki tılsım), “Halkalı Pınar (Halkapınar)”, Menemen, Sığacık- Karagöl ve Tire-Yenice’deymiş. Tılsımlardan üçü Kraliçe Kaydefa tarafından yaptırılmış. Tılsımlardan ilki; Halkalı Pınar mesiresinde bulunan “Balıklı Göl” deymiş. Evliya Çelebi’nin son derece hoş tasvir ettiği Halkalı Pınar mesire yerinin kaynağında bin çeşit balık bulunmaktaymış. “Evliya Namazgâhı” olması sebebiyle balıklar avlanmıyormuş. İnsandan kaçmayan balıklar gezmeye gelen insanlara suda çeşitli oyunlar yapıyormuş. Haftanın her günü erkeklere görünen balıklar, kadınların bölgeye geldiği Çarşamba günleri görünmüyorlarmış. Balıkların kadınlara görünmemesinin sebebi ise, Evliya Çelebi’nin oradakilerden öğrendiğine göre, Kraliçe Kaydefa’nın tılsımına bağlanmaktaymış. İkinci tılsım, Kraliçe Kaydefa’nın heykeli ile ilgili. Bugünkü adıyla Kadifekale’nin; “batı kapısının iç kısmındaki kulenin iki adam boyu yüksek bir noktasında ve bir küçük kemer altında Kaydefa’nın beyaz ham mermerden heykeli bulunmaktaymış. Heykel, Evliya Çelebi tarafından; “canlı gibi, ne tarafa dönersen o tarafa bakar, gülersen güler gibi ve ağlarsan ağlar gibi görünür” şeklinde tasvir edilmiş. Kraliçe Kaydefa’nın suretinin yönünün kuzeye doğru baktığını belirten Evliya Çelebi, bu suretin tılsımlı olduğunu ve orada bulunan büyük bir hazineyi koruduğunu belirtir. Üçüncü tılsımda, Kadifekale’deki hazinenin saklandığı burcun dış cephesinde bulunan ve Kraliçe Kaydefa’nın kendi eliyle diktiği ağaçla ilgili. Kaydefa’nın suretinin bakışlarının çevrili olduğu tarafta bulunan bu ağaç da Kaydefa’nın hazinesini korumaktaymış. Evliya Çelebi, bir gün şiddetli esen rüzgâr nedeniyle bu ağacın bir dalının kırıldığını, Hasan Beşe adında bir kişinin bu dalı evine götürüp yaktığını ve bunun üzerine eşi, üç cariyesi, üç çocuğu ve aynı mahallede oturan on yedi kişinin ölümüne sebep olduğunu, Hasan Beşe’nin ise bir kolunun felç olduğunu, uzun zaman öyle yaşadıktan sonra vefat ettiğini anlatır. Bu efsanenin gerçekliğine de gönderme yaparak, yaşananların çok eskiye dayanmadığı bilgisini de eklemiştir. Ayrıca Evliya Çelebi; “Yeryüzünde yedi iklimi yedi gezegen gibi gezip dolaştım. O şekilde tuhaf, garip ağaç görmedim” diyerek, yağı yetmiş iki hastalığa şifa olan ağacın tılsımı hakkındaki efsaneyi kendi gözlemleriyle de desteklemiş. Diğer üç tılsım mı? Merak edenleriniz varsa efsaneyi seyahatnameden takip etmenizi öneririm. Kalın sağlıcakla…
HABERLER
6 saat önceHABERLER
6 saat önceKÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önce