Üstad Bediüzzaman’ın da iştirak etmiş olduğu padişahın Rumeli seyahatini anlatmaya devam ediyoruz.
Yazının hemen başında önemli bir noktayı daha hatırlatarak, 1911 yılı Haziran’ında Selânik’ten Kosova’ya doğru yapılan seyahat faslına öyle geçelim.
Bu tarihten sadece iki yıl önce Bediüzzaman Said Nursî’yi idamla yargılayan İttihatçı komitacılar, şimdi kendisini protokol heyeti içinde görmekten son derece rahatsızlık duymaktaydılar. Ancak, ellerinden bir şey gelmiyordu. Ne de olsa, İttihatçıların içinde Said Nursî’ye dost olan mühim şahsiyetler vardı. Misal, Enver ve Resneli Niyazi Bey gibiler.
Ne var ki, bozuk İttihatçıların içindeki kindar komitacılar, bu tarihten sadece iki yıl sonra Niyazi Beyi Arnavutluk’ta (Avlonya Limanında) tetikçilere katlettirdiler. Enver Paşa’ya da, bilâhare vatan haini damgasını vurup onu da nazardan düşürmeye çalıştılar.
Şimdi, tekrar Rumeli seyahati notlarına dönüyoruz.
***
Selânik’ten sonra trenle Üsküp’e giden padişah ve beraberindekiler, burada da büyük bir törenle karşılandı. Priştine’de Medresenin temelini atan Sultan Reşad, daha sonra Kosova Sahrası’na giderek buradaki “Meşhed-i Hüdavendigâr” diye tâbir edilen ceddi Sultan Murad-ı Hüdavendigâr’ın makamını ziyaret eder.
Kosova ziyareti, yine Cuma gününe tevafuk eder. Kaynakların bildirdiğine göre, burada en az yüz bin kişiyle Cuma namazı kılınır.
(Bu arada, o ihtişamlı Cuma namazını kimin kıldırdığı ve hutbeyi kimin irad ettiği hususlarını araştırmaya devam ediyoruz.)
O günleri yaşayan Osmanlı tarihçisi İsmail Hami Danişmend’in aktardığı bilgilere göre, Selânik, Üsküp, Priştine ve Kosova Sahrâsı’nı içine alan bu seyahat, toplam 22 gün sürmüş.
***
Muhtelif mektuplarda bu tarihî seyahata atıflarda bulunan Bediüzzaman Said Nursî, bir eserinde şunları ifade ediyor: “İttihatçılar zamanında Sultan Reşad’ın Rumeli’ye seyahati münasebetiyle Kosova’ya gittim. O vakit Kosova’da büyük bir İslâmî Dârülfünun tesisine teşebbüs edilmişti. Ben orada hem İttihatçılara, hem Sultan Reşad’a dedim ki: ‘Şark (Doğu Vilayetlerimiz), böyle bir darülfünuna daha ziyade muhtaç ve âlem-i İslâmın merkezi hükmündedir.’ O vakit bana vaad ettiler. Sonra Balkan Harbi çıktı. O medrese yeri (Kosova) istilâ edildi.” (Emirdağ Lâhikası, s. 402)
***
Üstad Bediüzzaman’ın Hutbe-i Şâmiye isimli eserinin ortalarında bahsini ettiği “iki mütefennin muallim” ile olan muhaveresi de, işte bu tarihte ve trenle (şimendiferle) yapılan Rumeli seyahati esnasında vuku bulmuştur.
Trendeki muallimlerle yapılan sohbetin ana konusu şudur: “Hamiyet-i diniye mi, yoksa hamiyet-i milliye mi daha kuvvetli, daha lâzım?”
Üstad’ın bu hayatî suâle vermiş olduğu geniş muhtevalı cevap, aynı eserin sonunda yer alıyor.
Düşündürücü bir nokta da şudur: Aradan tam tamına 110 sene geçmiş olmasına rağmen, bu husus milletimizin gündeminde, hem hiç düşmedi.
Evet, bugün de tartışılan en hararetli konuların başında “din ve milliyet” meselesi geliyor.
Irkçılık (Türkçülük-Kürtçülük) temeline oturtulan milliyetçilik, tarafgir fanatiklerin nazarında adeta din gibidir ve dinin mukaddesatından önce gelir.
Üstad Bediüzzaman, adı geçen eserinde, hamiyet-i diniyenin daha mühim ve daha elzem olduğunu gayet veciz bir şekilde izah ile o muallimlere muknî cevaplar verir. Arzu edenler, kaynağından bakıp okuyabilir.
Yeni Asya
M. Latif Salihoğlu
HABERLER
2 gün önceHABERLER
2 gün önceKÖŞE YAZARLARI
5 gün önceKÖŞE YAZARLARI
10 gün önceKÖŞE YAZARLARI
16 gün önce