Bundan seneler önce okulun kitaplığından alıp okumaya başlamıştım, değerli Ayşe Kulin’in kaleminden çıkan Sevdalinka’yı. Kitabın ismi kulağıma hoş gelmiş, konusuysa beni kendine çekmişti. Kitabı elimde evirip çevirirken, beni gerçek hayattan uzun süre koparacağını, hayalimde canlanan silik yüzlerin rüyalarıma gireceğini ve günlerce gözyaşı dökeceğimi henüz bilmiyordum. Kitap, Bosna Savaşı’nın yaşanan acı yüzünü aktarıyordu. Evli ve iki çocuk annesi olan Nimeta isimli roman kahramanı, basın görevlisi olarak bir televizyon kanalında çalışmakta, savaşın gelişini haber veren olayları gözlemleyip aktarmaktadır. Yine bir gün görevini icra ederken gazeteci Stefan ile tanışır. Stefan, Zagreb’te çalışmaktadır. Kurdukları yakın ilişki kısa zaman zarfında aşka dönüşür ve Nimeta kendisini, ailesi ile Stefan arasında bir seçim yapmak zorunda hisseder. Nimeta, bu çelişkiler içinde gelgitler yaşarken psikolojik çatışmanın fonunda, halkların çatışması da günbegün büyümektedir ve Yugoslavya, hızla bir iç savaşa doğru sürüklenmektedir. “Büyük Sırbistan” arzusuyla Yugoslavya Federasyonu çatırdamaya başlarken, Boşnakların soykırıma uğrayacağı dehşet dolu günlerden roman kahramanları da paylarını alacaktır. Sırpların, Saraybosna’da yaptığı vahşetin boyutlarını anlatan kitap, her okuyana, gözümüzün önünde yaşanmış olan insanlık dışı dehşetin ne derece büyük olduğunu anlatmaya çalışmaktadır. 11 Temmuz’da basında yankılanan ve ayakkabı yığınlarından oluşan bir anıt sergiyle balık hafızamıza hatırlatılan Srebrenitsa Katliamı, Sevdalinka’yı son günlerde yeniden düşünmeme neden olan olaydı. Srebrenitsa’yı anmadan önce Sırp ve Boşnak halklarının nasıl ayrıldığını hatırlamakta fayda var.
İLK MÜCADELE
Adı ‘Sırbistan’ olarak geçen ülke toprakları Sultan I. Murat öncülüğündeki Osmanlı ordusu ile Sırp kumandanı Lazar önderliğindeki Balkan ordusu arasında 28 Haziran 1389’da yapılan Kosova Savaşı ile Osmanlı’ya geçmiştir. Savaş sonunda bir Sırp, Müslüman olmak istediğini söyleyerek I. Murat’ın elini öpmek için eğildiğinde ani bir hamleyle padişahı hançerlemiş ve onun, orada şehadetine sebep olmuştur. Rivayete göre I. Murat’ın iç organları alınarak fethettiği toprağa gömülmüş, cesedi ise Anadolu’ya getirilip Bursa’da defnedilmiştir. İşte I. Kosova Muharebesi, tarihte Sırp milliyetçiliğinin ilk yeşerdiği savaş olarak tarihe geçer ve Sırplar, bugün bile bu savaşa oldukça büyük bir önem atfeder. I. Kosova Savaşı’yla Osmanlı Devleti’ne bağlı bir derebeylik olan topraklar, uzun yıllar boyunca Osmanlı idaresinde kalmış, bu sırada Müslüman azınlık da Sırp topraklarına yerleştirilmiş ve tüm Osmanlı vilayetlerinde olduğu gibi farklı etnik unsurlar bir arada yaşamayı kanıksamışlardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun zayıflamaya başladığı dönemlerde Aydınlanma Hareketleri ile milliyetçilik akımları baş göstermiş ve Balkanlar’da isyanlar çıkmaya başlamıştır. Bu isyanlardan biri olan Sırp isyanı, 1878 Berlin Antlaşması ile sonuç vermiştir. 93 Harbi’nden sonra imzalanan Ayastefanos Antlaşması, Rusya’yı, Balkanlar’da güçlü kıldığından diğer devletler bu durumdan rahatsız olmuştur. Ayastefanos’un ağır maddelerinin yükünü biraz olsun hafifletmek isteyen padişah da çareyi başka devletlere boyun eğmede bulmuştur. Berlin’de, Rusya, İngiltere, Almanya, Fransa, Avusturya-Macaristan, İtalya ve Osmanlı’nın katıldığı kongrede imzalanan antlaşma sonucu Osmanlı Devleti kendisine bağlı olan Bulgaristan, Romanya, Karadağ ve Sırbistan’ın birer prenslik olmalarını kabul etmiştir. Bununla beraber Doğu Rumeli vilayeti kurulmuş, Bosna Hersek imtiyazlı bir vilayet haline gelmiş, Kıbrıs Sancağı İngiltere’ye kiralanmış, Niş Sancağı ise Sırbistan’a bırakılmış ve daha birçok toprak kaybı söz konusu olmuştur.
FEDERAL YUGOSLAVYA’YA DOĞRU
Bu topraklardaki 500 yıllık Osmanlı idaresinin sona ermesinin ardından Sırplar, 1913 yılında eski Sırbistan ve Makedonya’yı da alarak topraklarını genişletmişlerdir. I. Dünya Savaşı sonunda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu da yıkılmış ve Hırvatistan, Dalmaçya, Bosna-Hersek, Slovenya ve 1389’dan beri bağımsız olan Karadağ toprakları üzerindeki Slovenler, Hırvatlar, Boşnaklar, Sırplar, Sırbistan Krallığı adı altında birleşmiş ve sonrasında bu krallığın ismi Yugoslavya şeklinde değiştirilmiştir. Yugoslavya Krallığı 1929 yılına kadar devam etmiş, ülke 1934 yılına kadar Kral Aleksandr’ın diktatörlük yönetimi altında kalmış ve onun öldürülmesiyle yönetim, vekiller heyetine geçmiştir.
II. DÜNYA SAVAŞI VE TİTO
Yugoslavya, 1941’de yılında Almanlar tarafından işgal edilince çok milliyetli gruplar dağılır. Hitler önderliğindeki Nazilerin, SSCB’ye (Rusya) saldırması üzerine, Yugoslavya Komünistleri Josip Broz TİTO önderliğindeki direniş hareketi için örgütlenmeye başlamıştır. Yugoslavya halkına bağımsızlık adına birlik ve beraberlik çağrısı yapan bir bildiriyle seslenen Tito, halkın ayaklanmasını sağlamış ve ayaklanmanın yayılmasıyla Yugoslavya’nın yarısı hızla bağımsızlığa kavuşmuştur. Böylelikle ‘Tito ve Partizanlar’ Yugoslavya’da herkes tarafından tanınmaya başlamıştır. 1943’te İtalya’nın, Almanya’ya teslim olmasıyla Partizan grubunu komuta eden Tito, SSCB dahil, hiçbir devlete haber vermeden, kimseden destek almadan Yugoslavya Antifaşist Ulusal Kurtuluş Konseyi’ni (Partizan Parlamentosu) topladı. Geçici bir devrim hükümeti kuran Tito, Yugoslavya topraklarının, ‘eşit halklar’ın bir araya gelmesiyle oluşan federal bir topluluk olduğunu ilan etmiştir. 1943’te Yugoslavya Mareşalliği, ardından Hükümet Başkanlığı ve Başkomutanlığı unvanı verilen Tito, seçimlerde kendi partisi olan Halk Cephesi’nin galip gelmesinin ardından Yugoslavya Federal Cumhuriyeti’ni resmen kurarak ülkedeki krallık yönetimine son vermiştir. Komünizm ideolojisini kabullendiği halde, Sovyet Rusya karşısında bağımsız bir tutum içine giren Josip Broz TİTO’nun 1980 Mayıs’ında ölümünün ardından ekonomik bunalım ve etnik sürtüşmeler baş göstermiştir. 1980’lerin sonuna gelindiğinde Slobodan Miloseviç liderliğinde, faşizme varan milliyetçiliğin yükseldiği görülmüş, 1989’da Miloseviç, Kosova ile Voyvodina’nın özerkliğini kaldırmış ve Karadağ’ın yönetim şeklini değiştirip kendisine bağlamıştır. Ulusların ‘bağımsızlık’ istemlerinin sürtüşmelere ve sürtüşmelerin iç savaşa dönmesi uzun sürmemiştir. Bosna Savaşı’nın patlak vermesiyle Sırpların hiç kimseye acımadan katliama girişmelerini bütün dünya takip etmiş, Tanrı ve barış yolundaki Vatikan (!), Avusturya ve Almanya’nın desteğiyle ayaklanmalar, çatışmalar çığırından çıkmıştır.1992 Bosna Savaşı’ndan sonra Bosna Hersek’in doğu tarafı Avrupa Birliği tarafından Yasak Bölge ilan edilmiştir.
SREBRENİTSA KATLİAMI
Stratejik konumu olan Bosna Hersek’in içinde Sırbistan’ın başkenti Srebrenitsa, gerek askeri, gerek ekonomik açıdan önemli bir fırsat olarak değerlendirilmiştir. Müslüman nüfusun çoğunlukta olduğu Srebrenitsa’da, Tanjarz kırsal bölgesinde Sırplar, 11 Temmuz 1995’te 10 bin kişiyi esir almış ve Mladiç’in emriyle sivil halkı katletmeye başlamıştır. Mladiç, katliamı başlatmadan hemen önce kameraya konuşarak “İşte 11 Temmuz 1995’te Sırp şehri Srebrenitsa’dayız. Büyük bir Sırp bayramı arifesindeyken bu şehri Sırp milletine armağan ediyoruz. Nihayet, yeniçerilere karşı ayaklanmasından sonra bu toprakta Türklerden intikam almamızın vakti geldi.” demiştir. Avrupa’nın elini kolunu sallayarak her şeye tanık olması ve bu vahşete göz yumması sonucu katliam 5 gün sürmüş ve SEKİZ BİN ÜÇ YÜZ (8300) kişi öldürülmüştür. Kalan iki bin yedi yüz kişi (2700) ise serbest bırakılmıştır. Öldürülen 8 bin 300 kişinin cesetleri parçalanıp iskeletleri çıkarttırılmış ve bu cesetler yakıldıktan sonra Lahey Mezarlığı’na gömülmüşlerdir. Yahudi soykırımından sonra en büyük soykırım ve toplu katliam olarak adlandırabileceğimiz Srebrenitsa’nın üzerinden 16 yıl geçti. Kurtulanlar ve tüm bunlara tanık olanlar travmanın izlerini silemeseler de acıları zamanla hafifledi. Yine de bir kitabın satırlarından aktarılan tasvirlerle, gerçeğe şahit olmanın yarattığı etkinin arasında büyük bir uçurum olmasına karşın kelimeler birleştiğinde bu denli acı veriyorsa, yaşananların yarattığı sarsıcı kırılmanın verdiği acıyı tarif etmek zor olsa gerek.
Irkı, dili, inancı ne olursa olsun, insanların insan olduklarını unutmaması ve SEVDALİNKA’lar eşliğinde dans etmeleri dileğiyle…
*Sevdalinka, Boşnak dilinde Aşk Şarkısı demektir.
KÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
22 gün önceKÖŞE YAZARLARI
23 gün önce