Sömürülen Topraklarda SÜRGÜNLER VE SOYKIRIMLAR

9 2024 - 01:49

Sömürülen Topraklarda SÜRGÜNLER VE SOYKIRIMLAR

(Last Updated On: )

Dr. Tayfun ATMACA


Giriş

Soğuk Savaş sonrası kurulan yenidünya düzeninde “İslam” batı medeniyeti için ortak bir düşman olarak algılanmıştı. Bu nedenle 20. yüzyılın son çeyreğinde Müslüman ülkelerde yaşanan çatışmaların birer tesadüf olarak değerlendirilmesi mümkün değildir. Yaşanan savaşların nedenlerini bu ülkelerin bulundukları coğrafi bölgelerin doğal sonuçları olarak algılamak da, aynı nedenle yanlış bir düşünce olacaktır. Özellikle de Balkanlar’da, Ortadoğu’da ve Kafkasya’da yaşananlar her ne kadar birbirinden bağımsız gibi görünse de, gerçekte birbirleriyle çok yakından bağlantılıdır. Doğu Timor’daki Katolik nüfus için Batı’nın ayağa kalkması, ama Açe’de yaşanan dramı görmezden gelmeleri rastlantı değildir. Çeçenistan’da en ağır silahlarla dengesiz güç kullanan Rusya’ya ses çıkarılmaması; Azerbaycan halkına büyük bir zulüm uygulayan Ermeni güçlerinin batılı devletlerden destek görmeleri; Keşmir’de yıllardan bu yana Hindistan hükümetinin devam ettirdiği zulme göz yumulması ve Bosna’dan sonra Kosova’da tekrarlanan, Sırp zulmüne uzun süre seyirci kalınması da aynı şekilde bir tesadüf değildir.
2. Dünya Savaşı’ndan sonra 20. yüzyılın en büyük soykırımının gerçekleştiği Balkanlar hafızalardan silinmeyecek bir vahşete sahne olmuştur. Bu katliamları gerçekleştirenlerin siyasi yaşamları hala devam etmekte, bu kişiler Batılı ülkeler nezdinde itibar görmekte ve hatta kırmızı halılar serilerek karşılanmaktadırlar. Bu kişiler ne yargılanmakta, ne de herhangi bir yaptırımla karşılaşmaktadırlar. Öyle ki sanki hiçbir şey olmamış gibi Arnavutluk, Bulgaristan ve Bosna’da yaşananlar unutulmuş, Kosova’da yaşananlar ise olağan karşılanmaya başlanmıştır. Oysa Kosova’da daha yakın zamana kadar devam eden etnik soykırım tüm Müslümanlar için kanayan bir yaradır. Yaşanan bu büyük dramın sebeplerini anlayabilmek içinse, Balkanların Osmanlı İmparatorluğu ile kesişen tarihine kısa bir göz atmak gerekir.
Öte yandan, günümüzde bazı topluluklar, stratejik nedenlerle çeşitli güç odaklarının manipülasyonlarına ve çıkarlarına bağlı olarak, çatışma kaynağı olabilecekleri gibi barış ve istikrar kaynağı da olabilirler. Diğer taraftan, yerel bir sorun, bazı tarihsel gelişmeler, uluslararası çıkarlar ve söz konusu bölgedeki güç dengeleri nedeniyle uluslararası bir boyut kazanabilir ve birçok aktörün müdahil olduğu bir sorun hâline gelebilir. Ahıska Türkleri sorununun bu duruma kusursuz bir örnek teşkil ettiğini iddia etmek mümkündür.
Ahıska Türkleri, 1944 yılında Stalin tarafından sürgüne gönderilene kadar, günümüzde Gürcistan sınırları içinde yer alan Ahıska bölgesinde yaşamaktaydı. Bu bölge, 1578 yılından 1829 yılına kadar Osmanlı topraklarının bir parçasını oluşturmaktaydı. Ahıska bölgesi, 1829 Edirne Anlaşması neticesinde Osmanlı toprağı olmaktan çıkmış ve Rus hâkimiyetine girmiştir. Bölge halkının talebi ve 1918 Batum Konferansı sonucunda Osmanlı İmparatorluğu’na iade edilen Ahıska bölgesi bu durumunu 1921 yılına kadar muhafaza etmiştir. Ancak, Moskova Antlaşması (16 Mart 1921) ve Kars Antlaşması (13 Ekim 1921) ile Türkiye’nin doğu sınırı kesinleşmiş; bu durum Azerbaycan, Gürcistan ve Ermenistan tarafından da kabul edilmiştir. Anlaşmalar sonucunda, Ahıska bölgesinde yaşamakta olan Ahıska Türkleri, Sovyetler Birliği sınırları içinde kalarak Sovyet vatandaşları olmuşlardır. Buna rağmen, Ahıska Türklerinin Türkiye ile olan yakın bağları devam etmiş, bundan dolayı Sovyet rejimi tarafından güvenilmez bir halk olarak tanımlanmışlardır. Bunun sonucu olarak da Sovyet dönemi süresince çeşitli ayrımcılıklar ve güçlüklerle mücadele etmek zorunda kalmışlardır. 1944 sürgünü ile Orta Asya cumhuriyetlerinde (Özbekistan, Kazakistan ve Kırgızistan) dağınık bir şekilde yaşamak zorunda kalan Ahıska Türklerinin geri dönüş için verdikleri mücadele günümüze kadar sonuçsuz kalmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından belirli dönemlerde gündeme gelen geri dönüş konusu, ancak Gürcistan’ın 1999 yılındaki şartlı Avrupa Konseyi üyeliği ile tekrar ve daha yoğun bir şekilde ele alınmaya başlanmıştır. Bu dönemde geri dönüş sürecine müdahil ülkeler ve uluslararası örgütler çeşitli çalışmalar yürütmeye başlamıştır.
Bugün gelinen nokta, Ahıska Bölgesine göç etmek isteyen Ahıska Türkleri’nin içinden bir türlü çıkılmaz karmaşa ile karşı karşıya kalmaları ve çözüm için hiç kimsenin bir şey yapmak istememesidir. Çözüm konusunda halihazırda tek umut Türkiye’dir. Bundan dolayı Türkiye Cumhuriyeti’nin üzerine düşen büyük görevler vardır.
Diğer yandan, Rusya İmparatorluğu’nun yayılmacılık politikası, Ermenilerin Kafkaslarda önce bir topluluk, daha sonra devlet halinde ortaya çıkışını sağlamıştır. 19. Yüzyıldan itibaren Kafkaslara göç ettirilmeye başlanan Ermeniler o tarihten itibaren yine Rusya’nın doğrudan desteği ile bölgedeki Müslüman Türk ahaliye karşı büyük mezalimler uygulamıştır. Bunlardan ikisi, Mart 1918 yılının Mart ayında Bakü’de ve 1992 yılının Şubat ayında Hocalı’da yapılanlar, kapsamı ve sonuçları itibariyle eşine pek rastlanmayan katliamlardır. Her sene Nisan ayında Ermenilerin “soykırım” diyerek dünya kamuoyunun gündemine getirdikleri 1915 olaylarının gerçekten soykırım olduğunu doğrulayacak herhangi bir bilgi yokken, Bakü ve Hocalı’da yaşananları doğrulayacak çok sayıda somut kanıt bulunmaktadır. Maalesef dünya kamuoyunda tüm bunlar görmezden gelinirken, gerek Azerbaycan gerekse her sene “soykırım” iddialarıyla büyük bir baskı altına alınan Türkiye henüz sesini yeteri kadar duyuramamaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme ve parçalanma döneminde 1821-1920 yılları arasında, önde gelen tarihçiler, yaptıkları araştırmalar sonucunda 5 milyon Türk’ün öldürüldüğünü; 5 milyon 300 binin üzerinde Müslüman-Türk’ün Anadolu’ya göç etmek zorunda bırakıldığını tespit etmiştir. Bu, dünyanın en büyük soykırımını ve en büyük göçünü oluşturmaktadır.
Kıbrıs Türk halkı da dünya insanlık tarihinin bu en kanlı katliamlarından nasibini almıştır. Kıbrıs Türk halkı 1804-1974 döneminde Rumların insanlık suçlarına, yaygın bir soykırıma ve zorunlu göçlere maruz kalmıştır. Bu dönemde yapılan katliamlar ve olaylar Rumların Kıbrıs’ta gerçekleştirdikleri insanlık suçlarının (Rum-Yunan soykırımını) korkunç boyutlarının ortaya konulması açısından büyük önem taşımaktadır.
Öteyandan, Doğu Türkistan tarih boyunca Türk Devletinin toprakları olarak kalmış, ancak bugün 24 milyon Uygur Türk’ü işgal edilmiş vatanlarında esaret ve zulüm altında yaşamaktadırlar. Her milletin kendi ülkesinde özgürlük içinde yaşamaya hakkı olduğu inancı artık medeni milletler nezdinde resmen kabul görmektedir. Dünyanın kaynaklarının kıt, ihtiyaçların ise sınırsız olduğunu en başta bir hayat kuralıymış gibi kabul eden ve bu görüşü kalabalık nüfusunu doyurmak gayesiyle yanlış uygulamaları mazeret kabul edip, ekonomik ihtiyaçlarını başka insanların sırtına zorla yüklemeyi gaye edinen Çin yönetiminin yetkilileri, insancıl ve hümanist olduğunu iddia ettikleri ideolojilerine dahi ters düşmüşler, 21. yy’da dahi Asya’ da kendilerine ait olmayan topraklara yayılmacılığı bir dış politika amacı haline getirmişlerdir. Öyle ki, bu yayılmacılığın kurbanları sadece Uygur Türkleri olmamış, Tibet ve İç Moğolistan da benzer uygulamalarla karşı karşıya kalmıştır. Oysa dünya kaynakları bütün insanlığa yeter ölçüdedir. Yeter ki, insanın doymak bilmez arzularını ihtiyaç olarak algılayan iktisadi düşünceler, devlet politikalarının referansı olmasın.
İnsanlığın bir kere daha kendisi ile yüzleştiği olay, İsrail’in Filistin’de yürüttüğü savaşta yaşanmaktadır. Adını koymakta zorlandığımız bu savaş, sivillerin, özellikle kadın, çocuk ve bebeklerin hayatlarını kaybettiği bir drama dönüşmüştür. 60 yıl önce 10 Aralık 1948’de ilan edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirisi, belki de en önemli kırılma noktasını günümüzde yaşamaktadır. Başta yaşam hakkı olmak üzere insanı insan yapan tüm değerlerin etkisiz kaldığı, tanımlanabilir en ağır insan hakları ihlallerinin gerçekleştiği Filistin’de yaşananlar, bir insanlık trajedisi, bir insanlık ayıbıdır. Yaşanan bu acılar karşısında susmak ise bu ayıba ortak olmaktır.
İnsanlığın büyük mücadeleler ve bedeller sonucunda elde ettiği, en üstün ahlaki değerleri ifade eden insan haklarının bu denli hunharca çiğnenmesi ve bu durum karşısında takınılan sessizlik, sadece Filistinlilerin veya onların haklarının değil, barışın, adaletin, eşitliğin ve özgürlüğün egemen olduğu, insani değerlerin yüceltildiği yüksek bir insanlık idealinin de yok oluşuyla eş anlamlıdır. Böylesi acılarla Ortadoğu’da ve de tüm Dünya’da barışın, adaletin ve huzurun sağlanamayacağı açıktır.
Sonuç olarak, yakın tarihimizde “Türk ve Müslüman’lara” karşı işlenen insanlık dışı hareketlerin, hazırlanan bu eserle gözler önüne serilmesinde en önemli unsur, tarihi süreç içerisinde çeşitli nedenlerle karşı karşıya kalmış milletlerin bir birlerine karşı düşmanlık duygularının körüklenmesi veya dünya kamuoyunda kötü millet fikrinin yaratılması ile düşman devlet imajı oluşturmak değildir. Eserin hazırlanışında dikkat edilen ve üzerinde önemle durulan nokta, her ne sebeple olursa olsun milletler arasındaki yaşanan tarihi olayların haklı-haksız ayırt etmeden gelecek nesillerin hoş görüsüne sunarak, daha sonraki zamanlarda oluşturacakları dünya barışı politikalarında geçmişte yaşananları bir kez daha yaşamamak adına ortaya konmasıdır.

Azerbaycan Türkleri

AZERBAYCAN TÜRKLERİ’NE UYGULANAN SOYKIRIMIN TARİHİ SÜRECİ ve YAŞANAN OLAYLAR

20 Ocak 1990 Katliamı

SSCB’nin dağılma arifesinde bölgede meydana gelen ve bağımsızlık talep eden gösterilerin sürmesi üzerine Moskova yönetimi, “istikrarın sağlanması” için Bakü’ye özel eğitimli ve ağır silahlarla donatılmış Kızılordu birliklerini sevk etmiştir. Bakü’ye 20 Ocak 1990 gününün ilk saatlerinde giren Kızılordu birlikleri, sokaklarda sivil halka ve konutlara karşı ağır silahlarla hedef gözetmeden ateş açmıştır. Gece boyunca devam eden katliamın boyutları sabah saatlerinde ortaya çıkarken, daha sonra yapılabilen çalışmalar sonucu, aralarında kadın ve çocukların da olduğu 131 kişinin hayatını kaybettiği, 250’den fazla insanın yaralandığı belirlendi. Olayla ilgili başlatılan soruşturma elde edilen bulguların Moskova’ya gönderilmesi ve daha sonra incelemelerin durdurulması nedeniyle hâlâ sonuçlandırılamamıştır. Azerbaycan’da halen 20 Ocak katliamının facia olarak değerlendirilmesinin yanı sıra katliam kurbanları da bağımsızlık şehitleri olarak anılmaktadır.

Hocalı Katliamı

Hocalı Katliamı, 25 Şubat 1992’de Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ bölgesindeki Hocalı
kentinde çok sayıda Azeri sivilin, Ermeniler tarafından öldürülmesi olayıdır. Azeri kaynaklarına ve Memorial Human Rights Center, Human Rights Watch ve diğer bazı uluslararası insan hakları kuruluşlarının bildirdiklerine göre katliam, Rus 366. Motorize Alayı’ın desteğindeki Ermeni silahlı kuvvetleri tarafından gerçekleştirilmiştir. Human Rights Watch, Hocalı katliamını Karabağ’ın işgalinden bu yana cereyan eden en kapsamlı sivil kırımı olarak nitelendirmiştir. Azeri kayıplarının sayısı üzerinde tartışmalar devam etmekteyse de, 400 ila 1000 arasında oldukları genel kabul görmektedir. Azerbaycan resmî kaynaklarının bildirdiği resmî rakam 613 sivil olup, bunların 106’sı kadın ve 83’ü çocuktur.

Arka Planı Ana Madde: Karabağ Savaşı

1991 yılında Azerbaycan’nın bağımsızlık ilanının ardından kurulan mecliste Sovyet
döneminde olan olaylar nedeni ile halktan gelen baskılar karşısında Dağlık Karabağ’ın
özerk bölge statüsünün kaldırılmasına karşılık Dağlık Karabağ Meclisi bir halk oylaması
düzenleyerek cevap vermiştir. Çoğunluğu Ermenilerin oluşturduğu bölgede referandum
sonucunda Dağlık Karabağ Parlamentosu bağımsızlığını ilan ederek 6 Ocak 1992 tarihinde Dağlık Karabağ Cumhuriyeti kurulmuştur. Ermenistan dahil hiçbir ülke tarafından tanınmayan bu bağımsızlık ilanı ardından 1992’de Sovyet birlikleri de bölgeden çekilmiştir. Hocalı Katliamı’na giden süreçte Ermenilerin Ruslar tarafından açıkça desteklendiğinin bulguları vardır. Ermeni gönüllülerden oluşan silahlı gruplar Dağlık Karabağ’a yerleştirilmiştir. Ardından son Sovyet lideri Mihail Gorbaçov, 25 Temmuz 1990’da yayımladığı bir kanun ile Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti yasa dışı silahlı grupların kurulmasını yasaklamış ve kanunsuz olarak saklanan silahlara el konulmasını sağlamıştır.
Bu kanunla birlikte Azerbaycan’ın bütün bölgelerinde av silahları da dâhil olmak üzere
silahlar toplanmış, Dağlık Karabağ’da ise bu görev Rus askerleri tarafından yerine getirilmiştir. 1990 yılının Ağustos ve Eylül aylarında Ermeniler tarafından otobüs baskınları,
yol kesme gibi eylemler gerçekleştirilmiştir. 1990 yılı başlarında yaklaşık 186 bin Azeri, Ermenistan’dan Azerbaycan’a gitmeye zorlanmıştır. Ekim 1991’de ilk Azeri köyü Ermenilerce ele geçirilmiştir. Yukarı Karabağ bölgesinin en önemli tepelerinden birisinde olan Hocalı köyü stratejik olarak Ermenistan Silahlı Kuvvetleri için askerî bir hedef niteliğinde idi. Hocalı stratejik olarak Karabağ dağ silsilesinde Ağdam-Şuşa, Eskeran-Hankendi yollarının üzerinde yerleşmektedir. Hocalı’nın coğrafi stratejik konumu Ermeni silahlı birliklerinin buraya saldırmasına müsaitti. Hocalı Dağlık Karabağ bölgesi’nin merkez şehri olan Hankendi’nden 10 km uzaklıkta güneydoğusundadır. Karabağ’daki mevcut tek hava alanının burada olması ve demiryolunun da buradan geçmesi nedenleriyle kent, stratejik önemi haizdi.

Oluşumu

Hocalı 1991 yılının Ekim ayından itibaren ablukadaydı. Ekim’in 30’unda kara yoluyla
ulaşım kapanmış ve tek ulaşım vasıtası helikopter kalmıştı. Hocalı’ya son helikopter 1992 yılı Ocak ayının 28’inde gitmişti. Şuşa şehrinin semalarında bir sivil helikopterin vurulması ve bunun sonucunda 40 kişinin ölümünden sonra bu ulaşım da kesilmişti. Ocak ayının 2’sinden itibaren şehre elektrik verilmemişti. Şubatın ikinci yarısından itibaren Hocalı, Ermeni silahlı birliklerinin ablukasına alınmış ve her gün toplarla, ağır makineli silahlarla saldırıya maruz kalmıştır. 936 km2’lik alana sahip ve 2.605 aileden ibaret 11.356 kişinin yaşadığı Hocalı kasabası 26 Şubat 1992 tarihinde yüzyılın en acımasız soykırımına maruz kalmış ve kasaba tamamıyla yok edilmiştir. Hocalı bu katliamın yaşandığı sırada Azerbaycan Silahlı Kuvvetlerinin koruması altında değildi ve tamamen savunmasız bir durumdaydı. Hocalı da dağınık halde elinde hafif silahlar bulunan 150 kişi bulunmaktaydı.
Azerbaycan silahlı kuvvetleri Hocalı halkına yardım edemedi, hatta uzun süre cesetlerin alınması bile mümkün olmadı. Ermenistan Silahlı Kuvvetleri köyü üç yönden kuşatmış, helikopter ve ağır silahların yardımı ile önce köyü bombalamış ve ardından da köye girerek katliam yapmıştır. Ermeniler bu köyü işgal ederek bütün bölge halkına bir mesaj vermek istemekteydiler. Nitekim Azerbaycan Türkleri için ağır bir mesaj vermiş oldular. Hocalı işgal edilerek ve neredeyse tamamen yok edilerek bölgedeki çözülme hızlandırılmış oldu. Ermeniler bu hamleyle aynı zamanda önemli bir stratejik mekanı da işgal ederek askeri açıdan önemli bir başarı elde etmiştir. Ancak insanlık adına tarihin en acımasız soykırımı gerçekleştirilmiştir. Diğer taraftan Ermeniler için bu soykırım kendilerinin iddia ettiği 1915 yılında yaşananların bir öcü niteliği de taşımaktaydı.
Ermenistan Silahlı Kuvvetleri 1992 yılının 25 Şubatı 26 Şubata bağlayan gecede bölgedeki 366. Alayın da desteği ile önce giriş ve çıkışını kapadığı Hocalı köyünde sivil, kadın, çocuk, yaşlı ayırımı yapmadan resmi rakamlara göre 613 kişiyi katletmişlerdir. Katledilenlerin 83’ü çocuk, 106’sı kadın ve 7’ten fazlası ise yaşlıydı. Normalde en şiddetli savaşlarda dahi savaş dışında tutulan, dokunulmayan bu kesime Ermeniler yaşlı, kadın ve çocuk demeden acımasız işkenceler yaparak katletmiştir. Bu katliamdan toplam 487 kişi ağır yaralı olarak kurtulmuştur. 1275 kişi ise rehin alınmış ve 150 kişi ise kaybolmuştur. Cesetler üzerinde yapılan incelemelerde cesetlerin birçoğunun yakıldığı, gözlerinin oyulduğu, kulakları, burunları ve kafaları ile vücutlarının çeşitli uzuvlarının kesildiği görülmüştür. Aynı vahşetten hamile kadınlar ve çocuklar bile nasibini almıştır.

Basında Hocalı Soykırımı

* Krua l’Eveneman Dergisi (Paris), 25 Şubat 1992 tarihi: Ermeniler Hocalı’ya saldırmıştır. Bütün dünya vahşice öldürülmüş cesetlere şahit oldu. Binlerce Azerinin öldüğünden bahsediyor.
* Sunday Times Gazetesi ( Londra) 1 Mart 1992 tarihi: Ermeni askerleri binlerce aileyi yok etmiştir.
* Financial Times Gazetesi (Londra) 9 Mart 1992 tarihi: Ermeniler Ağdam’a doğru giden orduyu kurşun yağmuruna tutmuştur. Azeriler 1200 kadar ceset saymış. Lübnan’lı kameraman, ülkesinin zengin Ermeni Taşnak lobisinin Karabağ’a silah ve asker gönderdiğini
onaylamıştır.
* Times Gazetesi (Londra) 4 Mart 1992 tarihi: Birçok insan çirkin hale getirilmiş, masum kızın sadece kafası kalmış.
* İzvestiya Gazetesi( Moskova) 4 Mart 1992 tarihi: Kamera kulakları kesilmiş çocukları gösterdi. Bir kadının yüzünün yarısı kesilmişti. Erkeklerin kafa derisi soyulmuştu.
* Le Mond gazetesi (Paris) 14 Mart 1992 tarihi: Ağdam’da bulunan basın mensupları, Hocalı’da öldürülmüş kadın ve çocuklar arasında kafa derisi soyulmuş, tırnakları çıkarılmış üç kişi görmüşler. Bu, Azerilerin propagandası değil bir gerçektir.
* İzvestiya Gazetesi (Moskova) 13 Mart 1992 tarihi: Binbaşı Leonid Kravets: “Ben kendim
tepede yüze yakın ceset gördüm. Bir erkek çocuğunun kafası yoktu. Her tarafta işkenceyle
öldürülmüş bayan, çocuk ve yaşlılar vardı.”
* Valer Actuel Dergisi (Paris) 14 Mart 1992 tarihi: Bu ‘özerk bölgede’ Ermeni silahlı birlikleri
yakın doğuda üretilmiş yeni teknolojiye, ayrıca helikoptere sahiptiler. ASALA’nın Suriye ve Lübnan’da askeri kamp ve silah depoları vardır. Ermeniler yüzden fazla Müslüman köylerine saldırı düzenlemiş ve Karabağ’daki Azerbaycanlıları öldürmüşler.
* R. Patrik, İngiliz Muhabir (olay yerinde bulunmuş): “Hocalı’daki vahşiliklere dünya kamuoyunda hiçbir şekilde hak kazandırılamaz !!!”
* Golos Ukraini: V Stacko: Savaşın yüzü olmuyor. Yalnız çokça maske, kanlı gözyaşları, ölüm, bedbahtlık, yıkımlar. Hocalı’da bebekleri ne için katlettiler, ya anneleri? Allah insanı cezalandırmak isteyince onun aklını alıyor.’
* Nie Gazetesi: (Bulgaristan) Violetta Parvanova: ‘Hocalı insanlığın faciasıdır.’ * 3 Mart 1992’de BBC Morning News saat 07.37 yayınında durumu şöyle aksettirmiş; “Canlı yayın muhabirimiz 100 den fazla Azeri erkek, kadın ve bebek dahil olmak üzere çocuk cesetleri gördüğünü ve bunların başlarına yakın mesafeden ateş edilerek öldürüldüğünü rapor ediyor.”
* Human Rights Watch: Hocalı katliamını Karabağ’ın işgalinden bu yana cereyan eden en kapsamlı sivil kırımı olarak nitelendirilmiştir.
* Amerikalı gazeteci Thomas Goltz: “Fotoğrafçı arkadaşım öyle etkilenmişti ki fotoğraf çekebilmesi için kendisini objelerin üzerine doğru itmem gerekiyordu. Cesetler, mezarlar, evet hepsi mide gerektiriyordu. Ama olanları anlatmak, dünyaya duyurmak gerekliydi. Hayatta kalanları bularak hemen orada neler dediklerini kaydettik. Bazı cesetleri tanımaya çalıştım ama yüzlerinden vurulanlar, tanınmayacak halde olanlar vardı. Bazılarının kafa derileri yüzülmüştü.’
* Hocalı katliamına tanık olan ve daha sonra Beyrut’a yerleşen Ermeni gazeteci Daud Kheyriyan, ‘For the Sake of Cross’ (Haçın Hatırı İçin) isimli kitabında (Sayfa: 62-63) vahşeti şöyle anlatıyor: ”…Gaflan denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni grup, Hocalı’nın 1 kilometre batısında bir yere 2 Mart günü 100 Azeri ölüsünü getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşında bir kız çocuğu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hâlâ yaşıyordu. Çok az nefes alabiliyordu. Gözlerini ölüm korkusu sarmıştı. O sırada Tigranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi öteki cesetlerin üstüne fırlattı. Sonra tüm cesetleri yaktılar. Bana sanki yanmakta olan ölü bedenler arasından bir çığlık işittim gibi geldi. Yapabileceğim bir şey yoktu. Ben Şuşa’ya döndüm. Onlar Haç’ın hatırı için savaşa devam ettiler.”

Hocalı Şahitlerinin İfadelerinden
Soykırım

* Cemil Cümşüdoğlu Memmedov: Nehçivanik koyüne gidip Ermenilere torunuma acımalarını
söyledim. Bana hakaret edip komutana verdiler. O da bizi hapsetmelerini emretti. Burada çok sayıda kadın kız, çocuk vardı. Sonra bizi Askeran’a getirdiler. Karım, kızım, eniştem oradaydı. Tırnaklarımızı çektiler. Zenciler havaya sıçrayıp, yüzüme tekme atıyorlardı. Çok işkenceden sonra beni Ermeniler ile değiştirdiler. Karım, kızım ve torunumdan hiç haber alamadım.
* Seriye Talibova: Gözümün önünde 4 Mesket Türk’ünün, 3 komşumuzun başını Ermeni
askerinin mezarı başında kestiler. Ermeniler, anne babalarının önünde çocuklarına işkence yapıp öldürdüler. Sonra cesetleri buldozerlerle dereye döktüler.
* Cemal Allahverdioğlu Orucov: 16 yaşındaki oğlumu kurşunladılar. 23 yaşındaki kızımı iki ikiz oğlu ve 18 yaşındaki hamile kızımı elimizden aldılar.
* Hatice Abdullayeva: Bir süre yalın ayak ormanda kaldıktan sonra babam, annem ve 16 yaşındaki kız kardeşim soğuğa dayanamadılar. Esir düştüm, taşnak esirlerle değiştirildim. Şimdi iki ayağımdan da mahrumum.
* Mirza Allahverdiyev: Ermenilerin saldırısından sonra ormana kaçtık. Burada 3 gün aç-susuz kaldık. 28 Şubat akşamı bizi kuşattılar. Bizi Askeran’da ölüm hücresine aldılar. Her gün birkaç adamı götürüp öldürüyorlardı. Altın dişlerimi kelpetenle çıkardılar. Babamı, iki kardeşimi, kardeşimin oğlunu öldürdüler.
* Nesibe Aliyeva: Ormandan çıkar çıkmaz Ermeniler ateş açtılar. 40 kişiydik. 26 kişiyi aralarında oğlumu ve eşimi de öldürdüler.
* Hatice Orucova: 8 yaşındaydım. Gözümün önünde babamı, annemi, 6 yaşındaki kız
kardeşimi Ermeniler kurşunlayıp öldürdüler. Kurşun bana da geldi.
* Muhammed Orucov: Ermeniler esirler arasında 10-13-15 yaşlarında kızları ayırarak
götürdüler.
* Cemil Memmedov: Şehre giren tanklar ve zırhlı taşıyıcılar evleri yıkıyor ve insanları
eziyordu.
* Talibov Samed: Yapılan işkenceler karşısında seslerini çıkaranları hemen öldürüyorlardı.
Esirlikte gördüğüm dehşeti hiç unutamayacağım.
*Müşfik Alimemmedoğlu (Hocalı yerlisi): “Yarı otomatik ve eski silahlarla karşılık vermekteydik, ancak yemek ve cephane bitmişti. Uzun bir çatışma sonucunda 25 Şubat’ta çöktük. Gece yarısı Ermeniler ateş eşliğinde ilk önce havalimanını ateşe verip, sonra da şehirde bulunan insanları yaktılar. Şehri savunanların çoğu helak olmuş, kalan grup ise Ağdam’a kaçtılar. Ağdam’a kaçan kadın ve çocuklar yolda Ermeni tuzağına düştüler.”
*Miniş Aliyeva (50 yaşında): “Biz ormanda karlar içinde yolumuzu kaybetmiştik. Caddeden geçtiğimizde koluma bir kurşun isabet etti, yere düşerek kalkamaz hale geldim.
Aliyev beni kaldırarak caddenin karşısına götürdü, ardından silah ile Ermenilere
karşılık vermekteydi. Aliyev en az 20 kadını caddenin karşısına götürdü, ancak son gidişinde
arkadan kurşunlanarak şehit oldu.”
*Elman Memmedov (Elektirik idaresi şefi): “… Saat 07’ye kadar yol yürüdük, Nahçivan
isminde bir Ermeni köyünün yakınlarında tuzağa düşürerek, genç, yaşlı, kadın ve çocukları
ateşe dizdiler. Ortalık ölüm meydanına çevrildi… Bir grup Gülablı köyüne kaçıp,
orada da Ermenilerin elinde esir oldular…”
*Çingiz Mustafayev (AzTv Muhabiri): “…Grup grup insanlar kurşuna dizilmişlerdir.
12-15 yaşlar arası çocuklar, yaşlı bayanlar ve erkekler barbarcasına öldürülmüştü.
Cesetlerin çoğu çeşitli yerlerinden özellikle kafalarından kurşunlaşmışlardı. Çıplak
cesetler, boğazlanmış çocuk cesetleri her yerde görünmekteydi.”
*Cemil Memmedov (Hocalı sakini): “Tanklar ve asker dolu arabalar şehre girmekteydi.
5 yaşında bir çocuğu yanıma alıp ormana doğru yola çıktım. Yanımdaki çocuk soğuktan
donar hale geldi, elbisemi çıkarıp ona sardım. Ancak çocuk ölmek üzereydi,
yol üstünde bulunan Ermeni köyüne girip yanımda çocuk olduğu için gitmeme izin
vermelerini talep ettim. Ancak onlar beni köyde bulunan bir ahıra götürdüler, orada
benimle beraber bir çok Azerbaycanlı kadın ve erkek de haps edilmişlerdir. Bir grup Ermeni
bizi başka yere götürdüler, orada konuşulan dil yerli Ermeni dili ile çok farklıydı.
Tırnaklarımı çekip aralarında bulunan bir zenci tarafından devamlı yüzüme darbeler
inmekteydi.”
*Sürayya Talıbova (Hocalı Sakini): “… Bizi Ermeni mezarlığına götürdüler. O günleri
hatırlamak bile istemiyorum. O gün dört Azerbaycanlı erkeği, Ermeni mezarı üstünde
kurşuna dizip kafalarını kestiler, sonra da orada bulunan bir grup Azerbaycanlının
üzerine yürüyüp çocukları aileleri önünde öldürdüler ve işkenceye tabi tuttular. Ölen
Azerbaycanlıların cesetlerini bir kamyonete yüklediler. İki Azerbaycanlı askerin gözlerini
yerinden çıkardılar.”
*Yuri Yakhoritch (336. Alay): “… Onlar bizi savaşa tahrik ediyorlardı; sürekli Hıristiyan
ve Müslüman savaşını öne sürmekteydiler. Vahşicesine ve korkunç ortamları bizim için
değildi. Onlarla bir saniye bile aynı yeri paylaşmak istemezdim. Hocalı’dan kaçmaya
karar verdik.”
*Jean İve Yunet (Fransız gazetecisi): “Hocalı’da çocuk, yaşlı, bayan bir yerde öldürülürdü.
Helikopterle misli görünmeyen ölüm sahnelere tanık oldum. Bu kadar vahşicesine
katliamı, Nazi Almanlarının yaptığını dahi duymamıştım.”
*V. Belykh (İzvestiya Muhabiri): “… Kaçkınlar ölüleri Ağdam’a getiriyorlardı. Uykuda
bile böyle görüntüler tüyler ürpertiyordu. Kesilmiş kulaklar, çıkarılmış gözler, derileri
soyulmuş kafalar, kesilmiş kafalar vs.”
*Leonid Rovets (Rus ordusu üst derecelisi): “26 Şubat’ta Hankendi’nden Askeran bölgesine
gitmekteydim. Aşağıda ışıklar görünmeye başladı; pilota oraya inmeye emir
verdim. Orada bir sürü kadın ve çocuk cesedi görünmeye başladı. En az 200 ceset bölgeye
yayılmıştı. Silahlı askerler aralarında gezip duruyorlardı. Kafası yarılan ve beyini
dışarıya fırlayan 4 yaşında bir çocuk cesedi ve başka bir cesedi yanımıza aldık. Bölgede,
çoğu kadın, çocuk ve yaşlılarının kesilmiş cesetleri bulunmaktaydı.”

Uluslararası Tepki

İnsan Hakları İzleme Örgütü olayı Dağlık Karabağ anlaşmazlığı içerisinde yapılan en büyük katliam olarak nitelemiştir. Azerbaycan Parlamentosu 1994’te Hocalı’da yaşanan
katliamı “soykırım” olarak kabul etti. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi üyeleri
Arnavutluk, Azerbaycan, Birleşik Krallık ve Türkiye’nin yanında Bulgaristan, Lüksemburg,
Makedonya, Norveç tarafından yayımlanan 324 nolu Avrupa Konseyi bildirgesinde;
Ermeniler tüm Hocalıları katlettiler ve tüm şehri harap ettiler ifadesi geçmiştir.
Ayrıca Avrupa meclisi’nin 30 üyesi, Hocalı Katliamı’nın Ermeniler tarafından 19. yüzyıldan
itibaren devam ettirilen “soykırım”ların bir aşaması olarak ele alınması gerektiğine
dair bir demeç verdi.

Karabağ Faciası

Azerbaycan, Ermenistan ve İran arasında yerleşen Dağlık (Yukarı) Karabağ; Kafkaslarda önemli bir geçit noktasında bulunmaktadır. Dağlık Karabağ, jeopolitik ve
jeostratejik öneme sahip coğrafi konumu dolayısıyla bölgedeki güçlerin, ele geçirmek
için tarihin hemen her devrinde sürekli mücadele verdiği, savaşlar yaptığı bir bölge
olmuştur. Tarihi süreçte elde edilmesi veya elde tutulması uğruna savaşların yaşandığı Dağlık Karabağ’da verilen mücadele, 19. Yüzyılda Ermeni nüfusunun bölgeye yerleştirilmesi
şekline dönüşmüştür. Rusya’nın Kafkasya’da izlediği politikanın bir parçası olarak 19. yüzyıl başlarından itibaren bölgeye, hem İran hem de Anadolu’dan getirilen Ermeniler yerleştirilmiştir.
Rusya’nın bölgeye ilişkin uyguladığı politika sonucunda bölgede Ermeni nüfusu artmıştır. Ermenilerin nüfus yoğunluğunun artmasıyla birlikte bölgedeki nüfus dengesi
de değişmiştir. Bir yandan nüfus yoğunluğu lehlerine dönen, diğer yandan Rusların desteğini
arkasına alan Ermeniler, adım adım bölgeye hâkim olmaya ve Dağlık Karabağ
toprakları üzerinde hak iddia etmeye başlamıştır. Ermeniler, Dağlık Karabağ’da mutlak
hâkimiyeti elde etmek amacıyla 1830’lardan itibaren Türk yerleşim alanlarına karşı çeşitli
saldırılarda bulunmaya başlamıştır. Göçlerle kademeli olarak Ermeni nüfusu
artırılan Dağlık Karabağ, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) döneminde
“özerk bölge” statüsüne kavuşturulmuştur. 1918 yılında kurulan Ermenistan, Dağlık
Karabağ’ı da topraklarına katmak ve böylece “Büyük Ermenistan” hayallerine ulaşma
adına bir adım daha atmak amacıyla, SSCB döneminde de mücadelesine devam etmiştir.
Öte yandan 19. yüzyılda Ermeni nüfusunun Karabağ’a yerleştirilmesi şekline dönüşen
mücadele, 20. yüzyılın başlarından itibaren bölgede yaşayan Azerbaycan Türklerinin
anavatanlarından sürgün edilmesi şeklinde yeni bir boyut da kazanmıştır.
Öteyandan, kafkaslardaki topraklarını genişletmek isteyen Ermenistan, tarihi silahı
terörizmden Karabağ Savaşı’nda da istifade etmiştir. Uluslar arası İnsan Hakları Hukukunca
suç kabul edilen bir çok fiilin yetkili şahıslar yanı sıra Ermeni halkı tarafından
işlenmesi, Karabağ Savaşı’nı daha da dramatik hale getirmiştir. Asıl önemlisi Ermeni
devleti terörizmi bir devlet politikası haline getirmiştir. Bu amaçla bir çok terörist teşkilat
kurulmuş ve desteklenmiştir. Bir çok yetkili özel görevlerle savaşın kritik anlarında
faaliyet göstermiştir. Karabağ Savaşı ve devamındaki gelişmeler dikkate alındığında
Ermenistan’ın bilinçli olarak Azerbaycanlılara karşı “soykırım siyaseti” yürüttüğü
açık şekilde anlaşılmaktadır. Soykırımın Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nin
“Soykırım oluşturan eylemler” başlığını taşıyan 2. maddesi gereği, “Soykırım” denildiğinde, “ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubu, kısmen veya tamamen ortadan kaldırmak
amacıyla işlenen aşağıdaki fiillerden anlaşılmaktadır: a) Gruba mensup olanların
öldürülmesi; b) Grubun mensuplarına ciddi surette bedensel veya zihinsel zarar verilmesi;
c) Grubun bütünüyle veya kısmen, fiziksel varlığını ortadan kaldıracağı hesaplanarak,
yaşam şartlarını kasten değiştirmek; d) Grup içinde doğumları engellemek amacıyla
tedbirler almak; e) Gruba mensup çocukları zorla bir başka gruba nakletmek”.
Dağlık Karabağ Savaşı’nda Azerbaycan halkına karşı işlenen en acımasız uluslar
arası suçlardan biri, 25-26 Şubat 1992’de gerçekleştirilen Hocalı katliamıdır. Hocalı
katliamında Ermenistan Cumhuriyeti’ne ait silahlı güçler, Rus birliklerinin yardımıyla
Azerbaycan Cumhuriyeti’nin Dağlık Karabağ bölgesine ait Hocalı şehrine saldırmış,
şehri terk edememiş suçsuz ve silahsız insanları acımasız şekilde katletmiştir. O gece
esir alınan sivil halk çeşitli işkencelerle öldürülmüştür. Daha sonra bölgede yapılan
tetkikatlarda kulakları, burunları kesilmiş, çok sayıda çocuk, kadın, yaşlı cesedi bulunmuştur.
Kadınların çeşitli azaları kesilmiş, yüzlerinin derisi soyulmuştur. İhtiyarların
kafatası çıkarılmıştır. 28 Şubat 1992’de uçakla olay yerine gelenler kilometrelerce
arazinin cesetlerle kaplı olduğuna şahit olmuştur. Canlı şahitlerin ifadeleri ve basın organlarında yayımlanan film ve resimlerde görünen insanlık dışı cinayetler, Ermenilerin
sırf soykırım amacıyla bu operasyonu gerçekleştirdiğini göstermektedir. Soykırım
suçunda “niyet” önemli bir unsurdur. Zira soykırım niyeti, bu suçu, konusu bakımından
bir birine benzeyen diğer uluslar arası suçlardan ayırmaktadır. Soykırım suçunu
oluşturan unsurları, bilinçli şekilde, bilerek ve özgür irade ile yapılan faaliyet olarak
belirlemek mümkündür. Çünkü bu tür fiiller hiç bir zaman tesadüfen ve tedbirsizlik
sonucunda işlenmemektedir. Bu tür fiillerin gerçekleştirilmesi niyetinin varlığı ve sonuçların
önceden öngörülmesi, fiilin soykırım olarak değerlendirilmesi için yeterli
değildir. Aynı zamanda bu amaçla fiillerin işlenmesi ve belli bir halk veya gruba zarar
vermesi gereklidir.
Karabağ Savaşı’nda Ermenilerin Azeri halkına karşı soykırım suçunu işlediğini ispatlayan bir çok olay mevcuttur. Mesela, canlı şahitlerin ifadelerine göre, Nahçivanik köyünde kadın, çocuk ve ihtiyarlar bilinçli olarak öldürülmüş, cesetlerden tepeler oluşturulmuştur. Kaçmaya çalışan sivil halk Ermenilerce pusuya düşürülerek ya öldürülmüş
ya da yakalanarak çeşitli işkencelere maruz bırakılmıştır. Esir alınan ailelerin çocukları
zorla ellerinden alınmıştır. Uluslararası sözleşmelere göre çocukların ailelerinden zorla
alınarak başka bir gruba verilmesi soykırım suçu olarak kabul edilmektedir.
Hocalı olayından sonra olay yerine incelemelere giden gazetecilerin ifadelerine göre,
bir çok çocuk işkencelerle öldürülmüştür.” Hocalı olaylarında gözleri çıkarılmış, kulakları
kesilmiş, kafası parçalanmış bir çok çocuk bulunmuştur. Moskova’nın “Memorial
Hukuk Araştırmaları Merkezi’nin Hocalı’nın işgalinde insan haklarının bozulmasıyla ilgili
yayınladığı bildiri de: “Kaçan sivil halkın Ermeniler tarafından pusuya düşürülerek
katledildiği ifade edilmiştir. Merkezin Ağdam’daki katliama ilişkin verdiği beyanatta:
“Sivil halktan 181 cesede (130 erkek, 51 kadın, bunlardan 13’ü ise çocuk) bilirkişi
raporu alınmıştır. Bilirkişi raporlarında 151 kişinin kurşunla, 21 kişinin şarapnel parçalarıyla,
10 kişinin ise dövülerek öldürüldüğü belirtilmiştir”. Uluslar arası sözleşmelere
göre, soykırım suçunun tamamlanması için temel üç unsurun birlikte gerçekleşmesi
gerekmektedir: – Belli bir ulus, soy, ırk veya bir dini grubun bulunması; – Bu grubun tamamen
veya kısmen yok etme niyetinin olması; – Bu gruba karşı soykırım faaliyetlerinden
her hangi birinin gerçekleştirilmesi. Soykırım faaliyeti belli bir halka karşı yapılmalıdır.
Mesela, siyasi veya sosyal bir gruba karşı yapılan bu tür faaliyetler soykırım olarak değerlendirilemez. Soykırım suçunun bir diğer unsuru ise, yasaklanan fiillerin genel
sonuçları ile ilgili belirgin niyetin olmasıdır.
Ayrıca soykırım için “halkın tamamının var olma hakkının tehdit edilmesi” gerekmektedir. Yani fiil bir kişiye karşı bile yapılmış olsa, niyet halkın tamamına yönelik ise bu soykırım suçu çerçevesinde değerlendirilmelidir. Çünkü soykırım suçundan sorumluluğun
oluşması için, belli bir halkın tamamen yok edilmesine gerek yoktur. Bunun için, suçun
konusunu oluşturan fiillerden birinin, halkın tamamen veya kısmen yok etme niyetiyle
gerçekleştirilmesi yeterlidir. Bu şartlar çerçevesinde gerçekleşen soykırım
suçunun objektif değerlendirilmesi ve uluslar arası hukuk kurallarına uygun bir
şekilde faillerin cezalandırılması gerekmektedir. Sözleşme’nin 5. maddesi gereği, soykırıma
teşebbüs, soykırıma destek vermek, soykırıma katılma faaliyetlerinin de cezalandırılması
gerekmektedir. Sözleşme’yi oluşturan bu temel prensipler, BMT’nin Uluslar
arası Mahkemesi tarafından uluslar arası örf adet hukukunun bir bölümü, bütün devletler
için ise uyulması zorunlu hukuk kuralları olarak kabul edilmiştir. Yukarıdaki fiiller
dikkate alındığında Ermenilerin Azerbaycan Türklerine karşı Karabağ Savaşı’nda gerçekleştirdiği katliamlar, soykırım suçunun şartlarının gerçekleştiğini açıkça göstermektedir. Bu olaylara iştirak eden Ermeni askerlerin daha sonraki yıllarda Ermenistan’ın yöneticisi olması, bu olaylarda Ermeni yetkililerin devlet siyasetinin bir parçası olarak bu fiilleri yerine getirdiğini göstermektedir. BM Uluslararası Mahkemesi soykırım faaliyetlerinin yasaklanmasıyla ilgili “Barcelona Traction Case” davasına ilişkin verdiği kararında, sorumlulukları erga emnes (mutlak) sorumluluklar olarak isimlendirmiştir.
Bu mahkeme kararına esasen Ermeni yetkililerin Karabağ Savaşı’ndaki sorumluluğu
açık şekilde gözükmektedir. Zira, Ermeniler tarafından Ermenistan’da ve Karabağ’da
Azerilere karşı yapılanlar, soykırıma ilişkin fiiller bellidir ve bunlar Sözleşme’de ön görülen
şartları açık bir şekilde taşımaktadır. Bu nedenle Azerbaycan halkı, Sözleşme
hükümlerinin Ermenilere uygulanmasını bu hukuk kurallarının gerçeğe dönüşmesini
beklemektedir.

Karabağ Savaşı’nda Etnik Temizlik

Etnik temizlik terimi, bir etnik gruba mensup insanların zorla yerinden edilmesini
amaçlayan değişik siyasal politikaları ifade etmektedir. Genellikle, zorla göç ettirme,
belirli bir nüfusun yerini değiştirme gibi uygulamaların sonucunda ortaya çıkmaktadır.
Etnik temizlik, dar anlamda büyük insan hakları ihlalleri ve diğer faktörler eşliğinde,
kitleleri zorla yerlerinden etmek olarak tanımlanırken; geniş anlamda nüfus transferi
teriminin eş anlamlısı olarak kullanılmaktadır. Askeri esirler, kayıp Azerbaycan vatandaşlarıyla ilgili konularda çalışmalarda bulunan Devlet Komisyonu’nun verdiği bilgilere
göre: “Bu savaşta Ermenistan tarafından 4.674 Azerbaycan vatandaşı esir alınmış
veya kaçırılmıştır. Onlardan 314’ü kadın, 61’i çocuk, 253’ü ihtiyardır. Ermenistan Cumhuriyeti
topraklarında ve Azerbaycan’ın Ermenistan tarafından işgal edilmiş bölgelerinde
39’u kadın, 12’si çocuk ve 39’u ihtiyar 900 kişinin tutulduğu yer bellidir. Diğerlerinin
tutulduğu yerlerle ilgili hiç bir bilgi bulunmamaktadır. Bu ise, bu kişilerin Uluslar arası
İnsan Hakları Hukuku’nun tanıdığı haklardan yararlanamaması, yani zor şartlarda
çalıştırılması, dövülmesine, işkencelere maruz kalmaları, sağlık hizmetlerinden mahrum
bırakılmaları şüphesini doğurmaktadır. Elde edilen bilgilere göre 145 Azeri Türkü
esir kamplarında öldürülmüştür. 4 kişi esir kamplarında yapılan işkencelere dayanamayarak,
serbest bırakıldıktan hemen sonra ölmüştür”.
Azerilerin esir kamplarında insanlığa aykırı şekilde tutulması ve uluslar arası sözleşmelerle tanınan haklardan mahrum bırakılmaları savaş sonrası dönemde ciddi bir
problem olarak devam etmektedir. Zira, Evrensel İnsan Hakları Bildirgesi’nin 4. maddesinde
“Hiç kimse köle olarak tutulamaz”. Ayrıca Bildirge’nin 5. maddesinde: “Kişilerin
işkencelere, insanlık dışı ve onur kırıcı cezalara maruz bırakılmasının kabul edilemez”
olduğu kabul edilmiştir. Yine Bildirge’nin 13. maddesinde, “Herkese yaşayacağı yeri serbest
belirleme hakkı” tanınmıştır. Evlerinden kovulan insanların kışın soğukta, yazın
sıcakta gecekondularda yaşamaya mahkum bırakılmaları, senelerdir yaşam yerini belirleme
hakkının ihlal edildiğini göstermektedir. Savaşta Ermenistan Azerbaycan’ın ayrılmaz
bir parçası olan Karabağ ve çevresini işgal etmiş, 900 ev yıkılmış, malvarlıkları
yakılmış, salgın hastalıklar sonucu mültecilerin yaşadığı kamplarda her sene yüzlerce
yaşlı, kadın ve çocuk hayatını kaybetmiştir. Kişisel ve Siyasal Haklara İlişkin Uluslar
arası Sözleşme’nin 2. maddesine göre, “Her bir devletin kendi sınırları ve yetki alanında
yaşayan bütün şahısların, bu Bildiriyle belirlenmiş haklarına ırk, cins, dil, din, siyasi
görüş ve ulusal farklılıkları gözetilmeden saygı gösterilmesi gerekmektedir”. Sözleşmenin
27. maddesinde, soy, dil ve din bakımından azınlıkların bulunduğu ülkelerde
bu azınlıkların bulunduğu kültürlerini, kendi dinini yaşama, kendi dilini kullanma haklarının
sınırlandırılamayacağı belirtilmiştir. Fakat bu hükümler Ermenistan tarafından
1960’larden itibaren düzenli olarak ihlal edilmiştir. Gerek Ermenistan’da, gerekse Karabağ’da
Azerbaycan Türklerinin eğitim, sağlık, seyahat, adaletli yargı gibi hakları ellerinden
alınırken, savaş ve sonrası dönemde ise yaşamak hakları da ciddi boyutlarda ihlal
edilmiştir. Ermenistan devleti tarafından Azerilere karşı etnik temizlik politikası
SSCB’nin kurulduğu dönemden başlamıştır. Karabağ’ın dağlık arazilerinde yaşayan
80 binlik Ermeni’ye özerklik tanınmasına rağmen, o dönemde Ermenistan’da yaşayan
580 bin, Gürcistan’da yaşayan 300 bin Azeri’ye özerklik verilmemiştir. Bu husus
Çarlık Rusya’sı döneminden itibaren yürütülen Türk ve diğer Müslüman halkların
asimile edilmesine yönelik siyasetin devamı olarak değerlendirilmektedir.
Sovyetlerin başlangıçta sloganlaştırdıkları “halkların serbestliği” düşüncesini sadece
Müslüman olmayanlara karşı uygulamasından cesaret alan Ermenilerin Azerbaycan’a
karşı bölücü ve faşist siyasetini uygulamaya devam etmiştir. Bu politika aşağıdaki
maddeleri içermektedir: – Dağlık Karabağ’ı Azerbaycan SSCB’den koparmak; – Azerbaycan
SSCB’nin arazilerini ele geçirmek; – Ermenistan SSCB’den Azerilerin çıkarılmasını
sağlamak . Bu siyaset, 1930, 1948, 1953, 1988 yıllarında kademeli olarak uygulamaya
konulmuş ve bugün gelinen noktada Ermeniler, “Türksüz Ermenistan”, “İşgal edilen Karabağ” ve “Karabağ etrafındaki arazilerin işgali”ne muvaffak olmuştur. Ermenistan’da gerçekleştirilen etnik temizlemenin son aşaması SSCB’nin dağılması döneminde olmuştur. 1988’in kışından
itibaren Ermenistan’da Azerilere karşı etnik temizlemenin son aşaması başlatılmış,
Ermenistan’dan 185.519 Azeri Türkü ve diğer Müslüman halklar zorunlu şekilde sürdürülmüştür.
Hepsinin malvarlığı yağmalanmış, SSCB bu insanların haklarını almalarını
temin edememiştir. Sürgün esnasında gayri insani uygulamalara muhatap olan Azerbaycan
Türkleri, dövülmüş, aşağılanmış, sakat bırakılmıştır. 1988 Kasımın 27’den
29’na kadar Ermenistan SSCB’nin Kugark, Spitak ve Stepanavan şehirlerinde 33 Azeri
Türkü öldürülmüştür. Azerbaycan Cumhuriyet Savcılığı’nın bilgilerinde, 1988-1989’da
Ermenistan’da gerçekleştirilen etnik temizleme döneminde 216 Azerinin öldürüldüğü
belirtilmektedir. Onlardan 49’u zulümden kaçarken dağlarda donarak, 41’i dövülerek,
35’i işkenceden, 115 kişi yakılarak, 16 kişi kurşuna dizilerek, 10 kişi fiziki tazyik, 2 kişi
Ermeni doktorlar tarafından yanlış tedavi ile, 3 kişi suda boğularak, 1 kişi yargısız infaz,
1 kişi elektriğe verilerek, 2 kişinin kafası kesilerek, 29 kişi otomobille çiğnenerek, 8
kişi kaçırıldıktan sonra işkenceler sonucu öldürülmüşlerdir.
1990’lı yıllara damgasını vuran Dağlık Karabağ Savaşı’nda Ermenistan Cumhuriyeti’ne ait silahlı güçler tarafından 20 binden fazla Azeri öldürülmüş, 50 binden fazla insan sakat bırakılmıştır. Binlerce insan ise kayıptır. Muhakeme edilmeden insanlar idam
edilmiş, halk toplu şekilde kurşuna dizilmiş, esir alınan kişiler çok zor şartlarda çalıştırılmış,
işkence ve insanlık dışı muameleler yapılmıştır. Ermenistan silahlı güçleri tarafından
gerçekleştirilen “etnik temizleme” sonucunda Azerbaycan’da olağanüstü hal
oluşmuş ve ülke çok ağır problemlerle karşı karşıya kalmıştır.

Karabağ Savaşı’nda Yaşanan
İnsan Hakları İhlalleri

1989’da Karabağ’daki Ermeni saldırıları zirve noktasına ulaşmış ve zaman zaman
Azerbaycan’ın Karabağ Özerk Bölgesi dışına da taşmıştır. Kısa sürede başlayan
katliamlar ise ne Azerbaycan güçlerince ne de Moskova tarafından durdurulmuş
ya da durdurulabilmiştir. Azerbaycan’da kamuoyu, olaylardan dolayı sadece Ermenistan
değil, Rusya’yı da suçlamıştır . 1991 Sonbaharında Ermenistan ve Azerbaycan
bağımsızlığını ilan ettiğinde Ermeniler var güçleriyle Karabağ ile Ermenistan topraklarını
birleştirmeye çalışmıştır. Ermeni liderlerin aşırı hırsı ile Karabağ’daki çatışmalar
şiddetlenmiştir. Savaşta Ermeniler sadece Karabağ’ı değil, Karabağ’ın çevresindeki vilayetleri
de işgal etmiştir. Karabağ Savaşı’nda bir çok Azeri sivil öldürülmüştür.
Mesela 17 Ağustos 1993’te Fuzuli İli 25 Gacar Köyü sakini öldürülmüştür.
Yine Fuzuli vilayetinin Goran köyünde 30 sivil vatandaş sebepsiz olarak kurşuna dizilmiştir.
Karabağ’ın bir başka yerleşim yeri olan Şuşa şehrine bağlı Kuşcular köyü ahalisi
bir çok kadın, çocuk ve ihtiyar yakılmış, işkence ile öldürülmüştür. Dağlık Karabağ
Savaşı’nda Ermenilerin Azerbaycanlıların yaşam haklarını ihlal ettiğine dair bir çok
örnek bulmak mümkündür. Bu örnekler içerisinde Hocalı Katliamı’nın özel bir yeri vardır.
Soykırım olarak da adlandırılabilecek bu faciada 25-26 Şubat 1992 gecesi Ermenistan
silahlı birlikleri, Hankendi’nde bulunan 366. motorize alayının iştiraki ile Hankendi
ile Askeran arasında yerleşen Hocalı şehrini ele geçirerek sivil halka karşı soykırım
politikası yürütmüştür. Hocalı işgalinde sivil halktan 63 çocuk, 106 kadın ve 70 yaşlı olmak
üzere 613 kişi çeşitli işkencelerle öldürülmüş ve yaşam haklarına son verilmiştir.
Bugünkü Ermenistan’dan Azerilerin sürgün edildiği dönemde, suçsuz insanlara karşı işkenceler yapılmış, insanlık dışı ve aşağılayıcı cezalar uygulanmıştır. Azerileri evlerinden
çıkmaya zorlamak için Ermeniler işkencelerden istifade etmiştir. Yerel idari organların
bizzat katılımıyla işkencelere maruz kalan Azeriler dayanamayıp evlerini bırakıp
kaçmak zorunda kalmıştır. Açık bir şekilde etnik temizlik olarak kabul edilebilecek bu
sürgünde, Ermenistan’ın Amasya, Ararat, Allahverdi, Basageçer, Gugark, Gafan, Kalinino,
Krasnacelo, Kirobakan, Goruk, Azizbeyov, İçevan, Noyembercan, Masis, Megri,
Spitak, Yegernadzor, Razdan, Stepanavan gibi vilayetlerinde işkence ile, dövülerek,
gece baskınları, hastahanede bilerek yanlış ilaç verilerek, yakılarak, araba ile ezerek
binlerce Azeri Türkü ve diğer Müslüman halk devlet memurlarının emri ya da doğrudan
katılımı ile öldürülmüştür. Bununla birlikte Ermenistan yetkililerinin Dağlık Karabağ Savaşı’nda esir alınan esir ve sivil halk karşı işkence yaptıklarına ilişkin çok sayıda delil bulunmaktadır. Hatta bu tür işkenceleri sivil Ermenilerinde yaptığına ilişkin bilgiler bulunmaktadır. Mesela, 1972 doğumlu, asker Muharrem Mehyeddinov esir alınmış ve Ermenistan arazisinde esir kampında tutulmuştur. Yaralı olan kişi, her gün Kafan polis şubesinin başkan yardımcısı Kazmanov tarafından acımasız şekilde dövülmüş, akli dengesini kaybetmiş ve iç organların kanaması sonucu ölmüştür. Ağustos 1993’de Zakir Veliyev Ermenistan Cumhuriyeti’nin polis memurları tarafından dövülerek, Gürcistan’ın Marneuli ilçesinde ıssız bir yere atılmıştır. O, Kazah ilçe hastanesine yetiştirilse de hayatı kurtarılamamıştır. Yapılan otopside cesedin üzerinde çok sayıda sigara ile açılmış delikler tespit edilmiştir. Sağ elinin ve sol bacağının tırnakları sökülmüştür. Darbelerden iç organları
ezilmiştir. Açlık sonucu vücudunda yaralar oluştuğu belirlenmiştir. Mayıs 1994’de Ermenistan
Milli İstihbarat Örgütü’ne ait cezaevinde tutulan, Lerik doğumlu Tofik isimli şahıs ölünceye kadar çeşitli işkencelere maruz kalmıştır. Rasim Memmedov isimli şahıs bu tür işkencelere dayanamayıp akli dengesini kaybetmiştir. Ermenistan askeri polis şubesinde tutulan Famil Rzahanov çok ağır yaralı şekilde serbest bırakılmıştır. Bu olaylar açık bir şekilde Ermenilerin Azerilere karşı işkencelere yöneldiklerini göstermektedir.
Ermenistan silahlı birlikleri tarafından sivil halkın yaşadığı bölgeler (Dağlık Karabağ’dan 100 kilometre uzakta yerleşen bölgelerde dahi, Tovuz, Kazah, Agstafa, Şerur, Başkent ve d.) havadan ve karadan bombalanmış, sivil halk esir alınmış, malvarlığı yağmalanmış, pusuya düşürülerek toplu olarak katledilmiş, esir alınan çocuklar üzerinde
tıbbi deneyler yapılmış, kadınların şeref ve namusunu alçaltan davranışlarda bulunulmuş,
savunma hakkı verilmeden cezalandırılmış, gece baskınları ile yerleşim birimleri
yakılmıştır. Hiç şüphesiz bu tür eylemleri sivil halkın şeref ve namusunu alçaltan, halkı
toplu olarak cezalandıran, malvarlığını yağmalayan, en önemlisi başta yaşam hakkı olmak
üzere sivil halkın insan haklarını ihlal eden eylemler olarak kabul etmek yerinde olacaktır.
Bu tür olaylar arasında şunlar yer almaktadır: Kelbecer vilayetinin Başlıbel köyünde
Binnet Ahmedov 18 Nisan 1994’de Ermeni askerleri tarafından 10 sivil vatandaşın
76 kurşunlanarak öldürülmesine ve 14 kişinin yaralanmasına şahit olduğunu belirtmiştir.
Fizuli vilayetinin Goran köyünde doğan Rafik Kuliyev 23 Ekim 1993’de Ermenistan
Cumhuriyeti’ne ait silahlı birlikler tarafından esir alınmış ve serbest bırakıldıktan
sonra onun gözleri önünde 30 sivil vatandaşın kurşunlanarak öldürüldüğünü belirtmiştir.
Ayrıca, Ermenistan’dan uzun süre esir olarak tutulan Arzu Emiraliyev, 18 Ağustos
1993’de Ermeniler tarafından 19 kişinin kurşunlanarak öldürüldüğünü ve 30 kişinin
Ermenilerce bilinmeyen bir yere götürüldüğüne şahit olduğunu belirtmiştir. Götürülenler
arasında akrabalarının da olduğunu belirtmiştir. 17 Ağustos 1993’te de Fizuli
vilayetinin Kazah köyünden 27 kişi pusuya düşürülmüş ve öldürülmüştür.
Ermenistan silahlı birlikleri Kubadlı ilini işgal ederken 30 Ağustos 1993’te Kubadlı
vilayeti Çaytumas köyünde yaşayan, 1925 doğumlu, I. dereceli sakat Şeref Yusufov
esir alınmıştır. 8 Aralık 1993’de o, Uluslar arası Kızıl Haç Komisyonu’nun yardımıyla
serbest bırakılmıştır. “Mavo” lakaplı birlik kumandanının başkanlığındaki Ermeni askerler,
onun 90 yaşındaki abisini ve iki kadını kurşunlayarak öldürmüş, cesetlerinin görülmesine
müsaade etmemiştir. Bu kumandan, onun ağzındaki on iki adet altın dişini söküp almıştır. Esirlik döneminde sürekli dövülmüş ve işkencelere maruz kalmıştır.
Canlı şahitlerin ifadelerine göre, 14 Eylül’de Şuşa cezaevine 11 Azeri asker getirilmiş,
iyice hırpalandıktan sonra üzerlerine vahşi kuduz köpekler salınmıştır. Askerlerden
biri orada şehit olmuştur. O hapishanede ayrıca binlerce kadın, çocuk ve ihtiyarın olduğu
belirtilmiştir. O insanların birçoğunun soğuktan ve açlıktan öldüğü ifade edilmiştir.
Ermenistan Cumhuriyeti silahlı birlikleri Ağustos 1993’de Kubadlı vilayetini işgal
ederken 60 yaşlı İslam Hacıyev’i de esir almışlar. 14 Kasım 1993’de o, Uluslar arası
Kızıl Haç Komitesi’nin yardımıyla serbest bırakılmıştır. İ. Hacıyev, onunla birlikte kalan
F.Yusifov’a aşağılayıcı cezaların verildiğini belirtmiştir. Onu da sürekli dövmüşler,
kafasını duvarlara vurmuşlar. Sonunda dayanamayıp aklî dengesini kaybetmiştir. İhtiyar
adamı yere yatırarak tekmelemişler, bu darbelerden dolayı böbreklerini yitirmiştir.
Fizuli vilayetinin Kürtmahmutlu köyünde yaşayan Mürvet Ağayev, oğlu Yaşarla birlikte
esir alınmış, götürüldükleri yerde oğlu Yaşar onun gözleri önünde öldürülmüştür.
Kendisinin de kulakları kesilmiştir. Onu ellerinden asıp ayakları altında ateş yakarak,
bacakları yakılmıştır. 23 Ekim 1993’de Ermenistan Cumhuriyeti silahlı
güçleri tarafından esir alınmış Fizuli ili Goran köyü doğumlu Rafik Kuliyev serbest
bırakıldıktan sonra yaşadıklarını ve gördüklerini anlatmıştır. O, 30 sivil vatandaşın gözleri
önünde kurşunlanarak öldürüldüğünü belirtmiştir. Diğerlerine ise işkenceler yapıldığını
belirtmiştir. Çocukların ağır işlerde çalıştırıldığı belirtilmiştir. 23 Ekim 1993’de
Horadiz köyünde yakalanan 57 yaşlı, Hasan Hasanov’un ifadelerine göre, sivil ahaliden
esir alınan 40 kişiden 26’sı çeşitli işkencelerle insan şeref ve namusuna yakışmayacak
şekilde öldürülmüştür.
Karabağ Savaşı’nda ihlal edilen haklardan bir diğeri kadın haklarıdır. Savaşta Azeri kadınları şeref ve liyakati alçaltan davranışlara muhatap olduğu gibi, çeşitli işkencelere
tabi tutulmuş ve gayri insani şekilde öldürülmüştür. 22 Haziran 1994’de esir alınan
1926 doğumlu Vladimir Şevelev, serbest bırakıldıktan sonra, Ermeni askerleri tarafından
annesinin, kız kardeşinin ve hasta olan kardeşini kurşunlayarak öldürdüklerini
belirtmiştir. Öldürülmeden önce aile üyelerine çeşitli işkenceler uygulandığını ifade
etmiştir. Ona göre, esir alınan bir çok kadın ve çocuğun cesetlerini gördüğünü, bunlara
ağır işkenceler yapıldığını belirtmiştir. Şuşa vilayetinin Kuşçular köyünde yaşayan Niyaz
Zeynalov Şubat 1992’de Ermeni silahlı birlikleri tarafından köyleri işgal edilirken,
esir alınan yaşlı annesine çeşitli işkenceler yapıldığını, daha sonra ise başının kesildiğini,
başka kadınlara da benzer uygulamalar yapıldığını belirtmiştir.
Ermeniler tarafından Azeri kadınlara karşı gerçekleştirilen vahşet, uluslar arası
hukukun belirtilen kurallarının ihlal edildiğini teyit etmektedir. Bu konudaki olaylara
yeni örnekler göstermek mümkündür. 31 Mart 1993’de Ermenistan Cumhuriyeti’ne
ait askeri birlikler tarafından Kelbecer ili işgal edilirken, 1964 doğumlu Semaye Kerimova
ve onun iki yaşlarındaki kızı Nurlane Kerimova esir alınmıştır. Semaye, ona karşı
yapılan aşağılanmalara dayanamayıp intihar etmiştir. Nurlane Ermenilerden para
karşılığı geri alınmıştır. 4 ay Ermeni esaretinde kalmış çocuk, kafasına aldığı darbeler
sonucu gözlerini kaybetmiştir. Kelbecer vilayetinin Kilseli köyünde 1956’da doğmuş
Tahir Kuliyev’in karısı, 3 yaşlarındaki kızı ve yakın akrabalarıyla birlikte 31 Mart
1993’de otomobille vilayetten çıkarken Ermeni askerleri tarafından ateşe maruz
kalmıştır. Sonuçta 1978 doğumlu İlham Kuliyev, 1983 doğumlu İlhame Kuliyeva, 1985
doğumlu Taleh Mehmedov, Aslan Mirzayev ve onun kızı Afet ölmüş, diğerleri ise ağır
yaralanmıştır. Yaralılar arasında onun hanımı, kızı ve hanımının 80 yaşlarında bulunan
annesi de ölmüştür. Uluslar arası Kızıl Haç Komitesi’nin yardımıyla esirlikten kurtarılan
T. Kuliyev, esir kamplarında olan Azerilerin aşağılandığını, onların dövüldüğünü ve
işkencelere maruz kaldığını belirtmiştir. Bu işkencelere dayanamayarak insanların öldüğünü
belirtmiştir. Uluslar arası Kızıl Haç Komitesi’ne şikayette bulunduğu için T. Kuliyev
hanımı ve çocuklarının gözleri önünde dövülmüştür. 83 yaşlarında olan, Tamaşa
Heyder Kızı Nuhiyeva serbest bırakıldıktan 3 gün sonra esir kampında yapılan işkenceler
yüzünden hayatını kaybetmiştir. Ermenistan Cumhuriyeti’ne ait silahlı birlikler, 8
Mayıs 1992’de Şuşa şehrini işgal ederken 15 yaşlarında bulunan Nezaket Memmedova’yı
ve babasını esir almışlar. Onları önce Hankendi’ne, sonra ise Ermenistan’a götürmüşler.
Uzun süre çocuğun gözleri önünde babasına aşağılayıcı işkenceler yapmış,
dövmüşler. Onu dövmüş, kulaklarını kesmiş, ısıtılmış demirle vücudunu yakmış ve
onu sakatlamışlar. Kendisi serbest bırakılmış, kızı ise 4 Nisan 1993 tarihine kadar esir
kampında tutulmuştur. Uzun süren müzakereler sonunda N. Memmedova 4 milyon
ruble karşılığında serbest bırakılmıştır.
Ermenistan’a ait silahlı birlikler tarafından, hiç bir suçu olmadığı halde çocukların öldürülmesi, onların esir alınması ve velilerinden ayrılması olayları çoktur. 18 Kasım 1994’de
Azeri çocuklarından oluşan 71 kişinin Ermeniler tarafından esir alınması gerçeği resmen kayıt altına alınmıştır. Bu listede bulunanların en küçüğü 1992 Kelbecer doğumlu
Babek Hasan oğlu İlyasov ve Rövşen Firudin oğlu Kurbanov’dur. Çocuklara karşı
acımasız tavırlara başka bir örnek olarak 3 yaşlarında bulunan Şevki Hakani oğlu
Aliyev’in yaşadıkları gösterilebilinir. Ermenistan Cumhuriyeti’ne ait silahlı güçler tarafından
Ağdam’ın işgali zamanı şehirden çıkmaya çalışan Aliyevler ailesinin arabası
ateşe maruz kalmıştır. Açılan ateşler sonucu bir ihtiyar ve 8 yaşlarında çocuk hayatını
kaybederken, arabada bulunan diğer kişiler de yaralanmıştır. 3 yaşlarında olan Şevki
Hakani oğlu Aliyev omzundan yaralanmıştır. Hankendi’nde Ermeni “doktorlar” çocuğun
omuz kemiğinin 1/3’ünü sağ dirsekten yukarı kaslarıyla birlikte çıkarmıştır. Uluslar
arası Kızıl Haç Komitesi’nin yardımıyla Şevki Aliyev, onun hasta olan annesi ve ninesi
esirlikten kurtarılmıştır. Bakü’de doktor muayenesinden sonra, çocuğun omuz kemiğinin
gereksiz şekilde çıkarılmış olduğu belirlenmiştir. Bu tür bir operasyonun doku
nakli nedeniyle yapılmış olabileceği de belirtilmiştir.
Karabağ Savaşı’nda esirlere karşı ağır uygulamalarda bulunulmuştur. Hasta ve yaralılara sağlık yardımı yapılmaması bir tarafa, hatta işkence edilerek ölüme terk edilmiştir.
Bu tür olaylara örnek verilebilecek bir çok olay vardır: 16 yaşındaki Ofeliya Kuliyeva
Ermenistan silahlı birlikleri tarafından yaralı şekilde esir alınmış, zamanında sağlık yardımı yapılmadığından yarası kangren olmuştur. 3 Haziran 1993’de Armen isimli
Ermeni tarafından yeniden vurulmuş, karnından ve sağ elinden kurşun yarası almıştır.
İki parmağı kesilmek zorunda kalmıştır. 28 Haziran 1994’de Ermeni esirleri ile değiştirilerek
vatana dönmüştür. Bir patlama sonucu gözünden ağır şekilde yaralanmış
Babek İlyasov’a esir kampında hiç bir sağlık yardımı yapılmamıştır. Uluslar arası Kızıl
Haç Komitesi’nin yardımıyla serbest bırakılmıştır. Fakat zamanında tıbbi yardım yapılmadığı
için B. İlyasov gözlerini kaybetmiştir. 1971 Göyçay doğumlu asker Mail Mehmedov
4 Ekim 1992’de Hankendi yakınlarında yaralı durumda esir alınmış, önce Karabağ’a oradan
da Ermenistan’a götürülmüştür. Sağlık yardımı yapılması gerekirken o, tam tersine
dövülmüş, işkencelere maruz bırakılmıştır. Bunun sonucunda da onun sol omuz kemiği
kırılmıştır. 7 Ekim 1992’de onun göğsüne kızgın demirle haç çizilmiştir. M. Mehmedov
9 Mayıs 1993’de Ermeni esiri ile değiştirilmiştir. Ermenistan devleti Cenevre Sözleşmelerine
katılmakla bir takım sorumluluklar altına girmiş, fakat bu sorumluluklarını yerine
getirememiştir. Bunu ispatlayacak bazı örneklerin verilmesi faydalı olacaktır: 7 Mayıs
1993’de esir alınmış, 1955’de Kelbecer’in Bozlu köyünde doğmuş Mikayıl Abutalıbov,
esir kampında her gün dövüldüğünü, aşağılandığını ve gücünün yetmediği işlerde
çalıştırıldığını belirtmiştir. O, Ermenistan’da binlerce kadın, ihtiyar ve çocuğun esir
kamplarında tutulduğunu da belirtmiştir. 27 yaşında Abdulaziz Mehmedov Kerkicahan
kasabasında bacağından yaralanmış ve esir alınmıştır. Kendisiyle birlikte 8 kişinin de esir alındığını belirtmiştir. Götürüldükleri yerde plastik sopalarla dövüldüklerini
söylemiştir. Boynuna bilmediği sıvıyla dolu iğne yaptıklarını belirtmiştir. Bir gün yarası
açılarak alnına kanıyla haç şekli çizilmiştir. Yılbaşı gecesi karlı havada dışarı çıkarılmış
ve üzerine soğuk sular dökülerek dışarıda bekletilmiştir. Nöbetçiler bekçi köpeklerini
üzerine saldırtıp eğlenmiştir. Vücudun çeşitli yerlerinde bulunan yara izleri de
anlattıklarını teyit etmektedir. Ferhat Rahman oğlu Atakişyev de Abdulaziz’le birlikte
olmuştur. O, öldürüldükten sonra cesedi Abdülaziz’in hücresine bırakılmıştır. Birkaç
gün ceset burada kalmıştır. Bilirkişi raporunda cesedin üzerinde aşağıda belirtilen
yaraların izlerinin bulunduğu gösterilmiştir: Alın kemiğinin kırılması, her iki omuz ve diz
kemiğinin kırılması, burun kemiklerinin kırılması, bütün dişlerin sökülmesi; karın boşluğunda
açılan 2 delik, iç organların ezilmesi, boyunun arka kısmında 8 iğne izleri, sol bilek
yaraları; bacakta 2 adet mermi yarası.
1974’de Haçmaz’da doğmuş asker Alemşah Hasanov 8 Mart 1994’de Fizuli’de yaralanmış ve esir alınmıştır. O, serbest bırakıldıktan sonra, esir kamplarında bulunan esirlerin sürekli dövüldüğünü, insanlık dışı muamelelere maruz bırakıldıklarını, güçleri yetmeyen işlerde çalıştırıldıklarını belirtmiştir. 1968’de Bakü’de doğmuş ve 23 Ağustos
1993’te esir alınmış asker Emin Babayev de aynı gerçekleri teyit edici beyanlarda bulunmuştur. 1975’de Saatlı vilayetinin Alisoltanlı köyünde doğmuş asker Zaur Paşayev
28 Nisan 1994’de esir alınmıştır. O, da aynı gerçekleri teyit ederek esir kamplarında
binlerle Azeri esire rastladığını eklemiştir. 1971’de Bakü şehrinde doğmuş asker Faik
Mehmedov 6 Eylül 1992’de esir alınmıştır. 1 Serbest bırakıldıktan sonra, yaralı olduğu
halde esir kamplarında dövüldüğünü ve çeşitli işkencelere maruz kaldığını belirtmiştir.
O, 20 Ocak 1993’te esir kampından kaçmayı başarmıştır. Ermeni birliklerinin
Ağdam şehrini tamamen yaktıklarını belirtmiştir. Velilerinin mezarlarının bulunduğu
kabristanlığın da tamamen dağıtıldığını belirtmiştir. Esir kamplarında binlerle Azerinin
zor şartlar altında tutulduğuna şahit olmuştur. 3 Ocak 1994’de Ağdam’da esir alınan,
1974’de Bakü doğumlu asker Famil Aliyev’in ifadelerine göre, vücudunda Ermenilerin
sigara söndürerek ona işkence ettiklerini belirtmiştir. Azeri esirlerin öldürüldüğüne
de şahit olmuştur. Esir kamplarında binlerle ihtiyar, kadın ve çocukların olduğunu
da belirtmiştir. Onun ifadesine göre, esirler güçleri yetmeyen işlerde çalıştırılmakta, işkencelere maruz bırakılmaktadır.
Belirtilen olaylar Cenevre Sözleşmelerinin önemli şekilde ihlal edildiğinin göstergesidir. 1973, Beylegan’ın Aşıklı köyünde doğmuş asker Amil Ahmedov, 23 Eylül 1993’te 11 kişiyle birlikte esir alınmıştır. Esir kamplarında her gün dört beş defa dövülmüş ve
çeşitli işkencelere maruz kalmışlardır. Esir kamplarında dövülerek öldürülenlere da şahit
olduğunu belirtmiştir. 1968’de Ucar’da doğmuş asker Afin Yahyayev 25 Nisan
1994’de Ağdamda üç askerle birlikte esir alınmıştır. Onlar her gün çeşitli işkencelere
maruz kalmıştır. O, işkencelere ve aşağılanmalara dayanamayıp intihar edenlerin
olduğunu da belirtmiştir. Raset Ahmedov 7 Mart 1994’de Seyit Ahmetli köyünde savaşırken
esir alınmıştır. Götürüldüğü kampta bulunan esirlerin sopalarla dövüldüğünü
belirtmiştir. 15 Eylül 1994’de Zeynal Mahmudov dövülerek öldürülmüştür. Kendisi ise, 16 Ekim 1994’de serbest bırakılmıştır. Tovuzda doğmuş asker Ülfet Hacıyev 12
Haziran 1993’de Ağdamda esir alınmıştır. Uluslar arası Kızıl Haç Komitesi’nin aracılığıyla
serbest bırakılmıştır. Sağlık durumu çok ağır olmuştur. Esir kamplarında binlerce
Azeri ihtiyar, kadın ve çocukların zor şartlarda tutulduğunu belirtmiştir. Ermenistan
Cumhuriyeti gerçeği uluslar arası örgütlerden gizlemek amacıyla, münakaşada
taraf olmadığını ileri sürerek, Dağlık Karabağ Ermenilerinin kendi kaderlerini
belirlemek için savaştıklarını belirtmektedir.
Oysa ki, Ermenistan yetkililerinin Azerbaycan topraklarına sahiplenmek arzuları
bilinen bir gerçektir. Ermenistan arazilerinde tutulan binlerce Azerbaycanlı esir
de, Ermenistan’ın bu münakaşanın tarafı olduğunun bir kanıtıdır. 1936’da Zengilan’ın
Baharlı köyünde doğmuş Kamil Veliyev Ağustos 1993’te Zengilan’da esir alınmıştır.
O, Uluslar arası Kızıl Haç Komitesi’nin aracılığıyla Kasım 1993’te serbest bırakılmıştır.
Sürekli işkencelere maruz kalan asker vatana sağır olarak dönmüştür. 1973’de
Yevlah’da doğmuş asker Bayram Aliyev Aralık 1992’de Zengilan Savaşı’nda esir
alınmıştır. Önce Gafan polis şubesine götürülen esir, sonra Erivan’a götürülmüştür.
Azeri esirlerin işkencelere maruz kaldığını, toprak yemeğe zorlandıklarını, dövüldüklerini,
aşağılandıklarını, yaralıların ölüme terk edildiğini belirtmiştir.
Bu iki devlet arasında ateşkesin imzalanmasının üzerinden uzun yıllar geçmesine
rağmen Ermenistan, Azerbaycan topraklarının yüzde 20 sinin işgalini yasadışı olarak
hala sürdürüyor ve savaş dolayısıyla yerlerinden edilmiş 1 milyondan fazla sivil
halk, Azerbaycan geneline dağılmış geçici mülteci kamplarında yaşamaya devam etmektedir.
Dağlık Karabağ Savaşı’na insan hakları açısından bakıldığında tablo hiç de
iç açıcı değildir. Bugünün modern dünyasının önem verdiği değerler bu savaşta ihlal
edilmekle kalmamış, insan hakları açısından kötü örnekler olarak hafızalara kazınmıştır.
Zira, insan hakları alanında mücadele edilen etnik temizlik, soykırım, savaş suçlarına
ilişkin bir çok fiil tespit edilmiştir. İşkence, aç bırakma, şeref ve namusu alçaltma,
tecavüz, çeşitli tıbbi denemelerin objesi yapma gibi bir çok suç Ermeni yetkililerce
doğrudan veya azmettirmesi sonucunda işlenmiştir. Bu fiillerle, Azerbaycanlı sivil
halk ve esir alınan askerlere karşı yaşam, mülkiyet, kadın, çocuk, hasta, esir, mülkiyet
gibi haklar ihlal edilmiştir. Ermenistan bu hakları koruyan uluslar arası sözleşmelere
taraf olsa da bu sözleşmelere uymamakta ısrar etmektedir. Bununla birlikte uluslar
arası sözleşmelerin uygulanmasını takip eden komite, komisyon ya da mahkemeler
Ermenilerin bu fiillerini gereğince ele almamakta ya da uyarma, kınama gibi basit cezalarla
geçiştirmektedir. Bu durum Ermenileri daha da cesaretlendirmekte, yeni terör
eylemlerine ve insanlığa karşı bir çok suçu işlemeye teşvik etmektedir.

Ermenistan Tarafından 1989-1994 Yılları Arasında Azerbaycan’a Karşı
Gerçekleştirilen Terör Eylemleri:

1989-1994 yılları arasında Dağlık Karabağ’da Ermeniler tarafından 29 terör eylemi yapılmış, iki sivil helikopter ve iki yolcu uçağı düşürülmüştür. -16 Eylül 1989’da Tiflis-Bakü seferini yapan yolcu otobüsüne yapılan bombalı saldırı sonucunda 5 kişi ölmüş, 25 kişi yaralanmıştır. -16 Şubat 1990’da Şuşa-Bakü seferini yapan yolcu otobüsüne yapılan bombalı saldırı sonucunda 2 kişi ölmüş, 13 kişi yaralanmıştır. -Türk diplomatlarına karşı saldırı eylemlerinde bulunan ABD vatandaşı Monte Melkonyan 1990’da Erivan’a gelmiş ve daha sonra Dağlık Karabağ’a yerleşmiştir. Azerbaycan ordusu ile çatışmalar esnasında Melkonyan
1993’te öldürülmüştür. Mekonyan’ın cenaze törenine Ermenistan Devlet Başkanı Levon
Ter-Petrosyan da katılmış, Melkonyan’a ölümünden sonra Ermenistan Milli Kahramanı
unvanı verilmiştir. -10 Ağustos 1990’da Tiflis-Ağdam seferini yapan yolcu otobüsüne yapılan bombalı saldırı sonucunda 20 kişi ölmüş, 30 kişi yaralanmıştır. -9 Ocak 1991’de Laçin-Şuşa yolunda yapılan silahlı saldırı sonucunda Azerbaycan Gençleri gazetesi muhabiri Salatin Esgerova ve üç Rus subay öldürülmüştür. -30 Mayıs 1991 yılında Ermeni teröristler
tarafından Moskova-Bakü seferini yapan trenin Dağıstan’ın Hasavyurt istasyonunda
bombalanması sonucunda 11 kişi ölmüş 22 kişi yaralanmıştır. -31 Haziran 1991’de Dağıstan’ın Temirtau İstasyonunda Bakü’ye gelen yolcu treninin bombalanması sonucunda 16 kişi ölmüş, 20 kişi yaralanmıştır. -1981’de Türkiye’nin Paris Büyükelçiliğine
düzenlenen saldırıya katılan Vazgen Sisliyan 1992’de Erivan’a gelerek buradan Dağlık
Karabağ savaşı’na katılmıştır. Sisliyan, Rusya’nın Moskovskie Novosti gazetesine
verdiği bir demeçte dünya kamuoyunun dikkatini Ermeni meselesi üzerinde yoğunlaşmasında şiddet politikasının büyük önem taşıdığını ifade etmiştir.
20 Kasım 1991’de Ermeni teröristler tarafından ısıya duyarlı roketle düşürülen helikopterde
barış görüşmelerinin başlatılması için Karabağ’a giden, Azerbaycan Devlet Bakanı
İsmayilov T, Başbakan Yardımcısı Haciyev Z, İçişleri Bakanı Esedov M, Başsavcı
Gayıbov İ, millet vekilleri Caferov V, Mehmetov V, Devlet Başkanlığı Ofisi Danışmanı
Mirzeyev O, Devlet Bakanı Namazaliyev G, Dağlık Karabağ Başsavcısı Plavskiy İ, Dağlık
Karabağ İstihbarat Örgütü Başkan Yardımcısı İvanov S, Dağlık Karabağ İçişleri Bakanı
Tuğgeneral Kovalev V, Dağlık Karabağ Olağanüstü Hal Komutanı Jilkin N, Devlet
Başkanı Danışmanı Yardımcısı Mehmetov R, Azerbaycan Devlet Televizyon Komitesinde
çalışan Mustafayev A, Hüseynzade A, Şahbazov F, Rusya temsilcileri Tuğgeneral
Lukaşov İ, Albay Koçarov V. ve Kazakistan İçişleri Bakanı Birinci Yardımcısı Tuğgeneral
Serikov S. hayatını kaybetmiştir.
-28 Ocak 1992’de Ağdam-Şuşa seferini yapan helikopterin düşürülmesi sonucunda 41
sivil hayatını kaybetmiştir. -22 Şubat 1993’te Kislovodsk-Bakü seferini
yapan yolcu trenine Çeçenistan’ın Gudermes istasyonunda yapılan bombalı saldırı
sonucunda 11 kişi ölmüş, 18 kişi yaralanmıştır. -26 Şubat 1992’de Ermeniler tarafından
Hocalı kentine düzenlenen saldırı sonucunda 450 sivil öldürülmüş, 400 kişi yaralanmış,
80 kişi kaybolmuş ve 800 kişi çeşitli biçimde zarar görmüştür.
-1 Şubat 1994’te Bakü demir yolu istasyonunda Kislovodsk-Bakü seferini yapan yolcu
trenine yapılan bombalı saldırı sonucunda 3 kişi ölmüş, 20 kişi yaralanmıştır.
-13 Nisan 1994’te Rusya’nın Dağıstan Alevi istasyonunda Moskova-Bakü seferini yapan
yolcu trenine yapılan bombalı saldırı sonucunda 6 kişi ölmüş, 3 kişi yaralanmıştır.

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.