5 Temmuz seçimleri sonrasında Bulgaristan iç siyasetinde yaşanan gelişmeler ve Bulgaristan’ın tazminat talepleri Türk-Bulgar ilişkilerinde dalgalanmaları da beraberinde getirmiştir. Karşılıklı ziyaretlerle iyi ilişkilerin önemi taraflarca vurgulansa da Ankara-Sofya hattında alışılagelmişin dışında bir süreç yaşandığı ortadadır.
GERB İktidarında Türk Azınlık ve Türkiye ile İlişkilerde Öne Çıkanlar
Hatırlanacağı üzere, 5 Temmuz 2009’da Bulgaristan parlamento seçimlerinden GERB %39’luk oy oranıyla 1. parti olarak çıkmış ve azınlık hükümetini kurarak işbaşına gelmişti. Seçimler öncesinde de Türk azınlığa yönelik olumsuz bakış açısıyla tanınan Boyko Borisov’un başbakanlık döneminde, Türk azınlığı ve dolayısıyla Ankara’yı ilgilendiren bir dizi gelişme yaşanmıştır.
Bulgaristan’da özellikle son 5 yıldır milliyetçi rüzgârlar kendisini iyice hissettirirken; milliyetçiliği malzeme yapan siyasetçiler, GERB partisi döneminde öncelikle Bulgaristan ulusal kanalında günde 10 dakika yapılan Türkçe haber yayınını kaldırmak istemişler ve konuyla ilgili ülke çapında geniş bir kampanyaya girişmişlerdi. Hatta söz konusu Türkçe yayını protesto etmek için, küçük çaplı bir Bulgar partisinin genel başkanı Sofya’da kendisini yakmıştı.[1] Türkçe yayının kaldırılması kampanyaları sürerken, Aralık 2009’da Bulgaristan Başbakanı Türkçe yayın konusunda aşırı milliyetçi partinin gündeme getirdiği referandum talebini destekleyeceğini açıklamış; daha sonra Türkiye’den ve Avrupa’dan yükselen tepkiler sonucu geri adım atmıştı. Bunlara ilave olarak, Bulgaristan’ın Ankara Büyükelçisi Mladenov, 5 Temmuz seçimlerinde Türkiye’deki sandıklarda şaibe olduğu gerekçesiyle, Sofya merkeze çağrılmış ve Mladenov’un Dışişleri Bakanlığınca görevden alınması kararlaştırılmıştı. Ancak Bulgar Cumhurbaşkanı Pırvanov tarafından Dışişleri’nin bu kararı veto edilse de, “Türk dostu” olarak bilinen Mladenov yine de istifa etmişti.[2] Bu durum, Bulgaristan cumhurbaşkanı ile başbakanı arasındaki derin görüş ayrılıklarının yanı sıra, daha sonra iyice belirginleşecek olan güç mücadelesinin de habercisiydi.
Bütün bu gelişmeler Türk dışişleri tarafından yakından izlemiş, ancak Ankara yönetimi pek fazla ses çıkarmamıştı. Türkiye’nin asıl tepkisini toplayan husus, Dış Bulgarlardan Sorumlu Bakan Dimitrov’un 1913 Trakya göçmenlerine ilişkin 10 milyar dolar tazminat talep edebileceklerini ve bunun Türkiye’nin AB üyeliği için ön şartı olduğunu ifade etmesi olmuştur.[3] Konuyla ilgili Dışişleri Bakanı Davutoğlu, Türk-Bulgar ilişkilerinin Soğuk Savaş sonrası dönemde bölgede model olabilecek nitelikte geliştiğini, Türk-Bulgar dostluğunun ve ilişkilerdeki işbirliği anlayışının devam etmesinin her iki ülkenin de yararına olduğunu söylemiş; göç konusunun tek taraflı olmadığını vurgulayarak, Bulgaristan’a “bu işten zararlı çıkarsın” mesajını göndermişti.[4] Ardından Bulgaristan Dışişleri Bakanı, Bojidar Dimitorov’u yalanlamış; Türk-Bulgar ilişkilerinde ciddi bir politik sorun olmadığını ve AB’nin Brüksel-Ankara hattında alacağı kararları destekleyeceklerini ifade etmişti. Başbakan Borisov ise, Dimitrov’un yaptığı açıklamaların Bulgaristan’ı zor durumda bırakmasından dolayı bakanını sert bir dille eleştirmiş ve görevden alabileceği uyarısında bulunmuştu.[5] Öte yandan Bulgarlar yine de tazminat taleplerinden vazgeçmemişler, büyük bir gizlilik içinde bu çalışmalarına hız kazandırmıştır.
Borisov’un Türkiye Ziyareti
Türk-Bulgar ilişkilerinde yaşanan bu kısa süreli gerginliği yatıştırmak için Borisov Ocak ayı sonunda Ankara’yı ziyaret ederken; ziyaretin olumlu bir şekilde sonuçlandığını ve komşu ülke Türkiye’nin ikili ilişkilerin geliştirilmesi konusunda samimi olduğunu partisinin grup toplantısında dile getirmişti. Ancak ziyaretin sonunda basına yansıyan klişe bilgiler arasında önemli satırbaşları da bulunmaktaydı. Ziyarette iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da geliştirilmesi ön plana çıkarken, güncel bir mesele olması nedeniyle tazminat konusu görüşülmüş ve konuyla ilgili başlangıçta komisyon çalışmalarıyla, gerekli görülmesi halinde de yargı yoluna giderek hareket edileceği vurgulanmıştır. Şu ana kadar, her iki taraf da hummalı bir çalışma içerisinde… Tazminat konusunda, Bulgaristan tek kozu olan “1913” üzerinde yoğunlaşmakta; Türkiye ise, 132 yılın birikimini masaya koymaya hazırlanıyor. Anlaşılan bu raundun galibi açık bir şekilde Ankara olacak. Ancak yine de Ankara’nın başarı düzeyi süratli, gizli ve her şeyden önemlisi doğru aktörlerle çalışmasına bağlı olarak değişecektir.
Ziyarette öne çıkan bir diğer husus ise, Bulgaristan iç siyasetinde yukarıda bahsedilen gelişmelerin kaynağına ilişkin görüş ayrılıkları olmuştur. Bu kapsamda ilişkilerdeki gerilim ele alınmıştı. Türk tarafında söz konusu gelişmelerin Bulgaristan’daki milliyetçi partilerin ürünü olduğu görüşü hâkim olurken; Bulgar cephesi ise, milliyetçilik akımıyla hareket eden Bulgar politikacıların yanı sıra “benzer davranışlarla provoke edilmiş tarafların” buna neden olduğunu savunuyordu. Hâlbuki Borisov gerginliklerin fiilen içerisinde yer almıştı.[6] “Provoke edilmiş taraflar” ifadesinden kasıt ise, üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu Hak ve Özgürlükler Hareketi (HÖH) olmuştur. Hatta Borisov “iki ülke arasında herhangi bir parti veya partilerin aracı olmasına gerek yok” şeklinde bir ifade de kullanmıştır.
Ziyarette Nabucco projesinin sadece iki ülke için değil; AB için önemine de değinildi. Bulgaristan’ın, Türkiye’nin AB entegrasyonunu ve ülkedeki reform sürecini desteklediği vurgulanırken; Karadeniz’de iki ülke arasında işbirliğinin sağlamlaştırıldığı dile getirildi. Borisov Ankara temaslarının ardından İstanbul’da Fener Rum Patrikhanesi’ni ve Bulgar Kilisesi’ni ziyaret etmiştir.[7] Bulgaristan için simgesel önemi olan Bulgar Kilisesi ziyaretinden sonra Sofya’ya dönen Borisov, Türkiye’de Bulgaristan vatandaşlarının en yoğun olarak yaşadığı şehir olan Bursa’ya uğramadı. Bu durum bazı eleştirileri de beraberinde getirmişti.
Ancak Nabucco, Karadeniz’de işbirliği, ticari ilişkilerin daha da geliştirilmesi gibi her iki ülkenin de çıkarına olan hususlarda sorun yaşamayacakları kesin olan taraflar arasında tazminat meselesi ve Türk azınlık karşıtı eylemler gibi konular GERB hükümeti döneminde potansiyel sorun kapsamındadır. Tazminat meselesinde şimdilik orta bir yol bulunmuş olsa da ileride farklı pazarlıkların aracı konumuna da gelebilir. Diğer taraftan, Türk azınlığa yönelik metotsal bir değişiklik içerisine girdiği anlaşılan Borisov, doğrudan doğruya Türk azınlığı, Ankara’yı ve Batı dünyasını karşısına almadan siyasi manevralarla HÖH üzerinde amacına ulaşmak niyetindedir. Aslında GERB partisi, bu politikasını iktidara geldiği günden beri uygulamak istemiş, ancak gelişen süre zarfında bazı yanlış adımlar atarak “neyi yapmaması” gerektiğini iyi tecrübe etmiştir.
Türkiye’deki Oyların Bir Bölümünün İptali ve Bursa’daki “Konsolosluk” Sorunu
Şubat ayı ortasında Bulgaristan Anayasa Mahkemesi’nin aldığı bir kararla 5 Temmuz seçimlerinde Türkiye’deki sandıklarda “usulsüzlük” olduğu gerekçesiyle, kullanılan yaklaşık 93 bin oydan 18 bin 358’inin iptal edilmesine karar verdi. Bu karar sonucu, Bulgaristan Parlamentosu’ndaki sandalye dağılımı değişirken; HÖH’ün Dobriç milletvekiliyle Mavi Koalisyon’dan ve RZS’den birer milletvekili parlamentoya veda etmişti. Aslında söz konusu karar, hukuki olmaktan çok, siyasi bir nitelik taşımaktadır. Zira Türkiye’deki seçim sandıklarında Bulgar yetkililer gerekli her türlü önlemi almışlar ve her sandık başında güvendikleri en az bir Bulgar görevliyi sorumlu kılmışlardı. Ayrıca Türkiye’de kullanılan oylarla ilgili iki kez bilirkişi raporu açıklanmış ve herhangi bir usulsüzlüğe rastlanmadığı bildirilmişti.[8]
Bu açıdan bakıldığında, oyların iptaliyle ilgili farklı hususların hedeflendiği ileri sürülebilir. Seçimden seçime değişen katılıma rağmen, Bulgaristan seçimleri için Türkiye’de kullanılan oyların neredeyse tamamına yakını HÖH’ün lehine olmaktadır. Ayrıca bölgeye dönük hizmet üreten pek çok sivil toplum örgütünün etkin yönlendirmeleri sonucu seçimlerde Bulgaristan’a da seçmen gitmekte ve demokratik haklarını kullanmaktadırlar. Bu durum GERB ve milliyetçi partilere rahatsızlık vermektedir. Oyların bir bölümünün iptal edilmesi GERB’in sonraki seçimler için elini kuvvetlendirirken; Bulgar halkın zihninde Türkiye’deki sandıklarla ilgili olumsuz bir profilin oluşmasını da kolaylaştırmıştır. Aşırı milliyetçilerin konuyla ilgili istek ve görüşleri ise; bundan böyle Türkiye’de sandık açılmamasından, Türkiye’deki Bulgaristan vatandaşlığı bulunan Türklerin seçimlere yoğun katılımını engellemek için “çifte vatandaşlık” uygulamasının sona erdirilmesine kadar uzanıyor.
Üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu HÖH ise, Anayasa Mahkemesi’nin aldığı karara büyük tepki göstermiş ve mahkemenin Türkiye’deki oyların yeniden sayılmasıyla ilgili yeni bir karar tesis etmesi isteğini Başsavcı Volen Velçev’e gönderdiği mektupta ifade etmiştir. Olumlu bir kararın çıkmaması halinde, HÖH cephesinde meseleyi AİHM’ye taşıma hazırlıkları başlamıştır. Ancak, HÖH’ün Türk azınlığın hakları söz konusu olunca pek bir icraatına rastlanmazken; partiyi ilgilendiren bir durumda derhal harekete geçmeleri eleştiri konusu olmaktadır. Ayrıca, son dönemlerde Türk azınlığı ne ölçüde temsil ettiği iyiden iyiye sorgulamaya açılan HÖH’ün Türk-Bulgar ilişkilerinde köprü olabilme şansı ise, hükümet dışında kalması ve GERB’in hedef tahtasında yer alması dolayısıyla her geçen gün azalmakta gibi görünüyor.
Türkiye’de kullanılan oyların bir bölümünün iptal edilmesiyle konsolosluk meselesi arasında doğrudan bir bağlantı bulunmaktadır. Mayıs 2009’da merkez Osmangazi Belediyesi’nin yer tahsisi ve Bulgaristan’ın önceki hükümetinin onayıyla Bursa’da İstanbul Başkonsolosluğuna bağlı olarak hizmet veren bir konsolosluk şubesi açılmıştı. Çok sayıda Bulgaristan vatandaşının yaşadığı Bursa’da böylesi bir yatırım, olumlu meyvelerini kısa sürede vermiş ve yoğun talepler sonucu Türkiye’de bulunan diğer Bulgaristan temsilciliklerinin üzerinde bir işlem hacmi[9] gerçekleştirmişti. Ancak Şubat ayı içerisinde Bursa’daki konsolosluk faaliyetlerini “teknik sebeplerden” dolayı durdurduğunu açıkladı. Yaklaşık bir ay kadar işlem yapmayan konsolosluğun durumu Bursa’da Balkanlar’a yönelik faaliyet gösteren etkin bir sivil toplum örgütünün girişimleriyle konu öncelikle Bursa kamuoyunun gündemine getirilmiş; ardından Bursa milletvekillerinin konuyu Türk Dışişleri Bakanlığı’na aktarmalarıyla, Sofya yönetimi daha önce kapanması doğrultusunda karar alınan konsolosluk meselesinde geri adım atmıştır. Diğer taraftan, Balkan kökenli sivil toplum örgütlerinin kendi faaliyet alanlarında neleri etkileyip değiştirebileceklerini göstermesi açısından konsolosluk meselesi güzel bir örneklem olmuştur.
Konsolosluk bilmecesinin Davutoğlu’nun Sofya ziyaretinin hemen öncesinde çözülmesi, meselenin ziyaret gündeminde yer almasının önüne geçmiş ve Türk tarafı da bu çözümden memnun kalmıştır. Ayrıca bu durum Sofya yönetiminin ikili ilişkilerinde sorun oluşturabilecek hususları ortadan kaldırma isteğini de göstermektedir. Geriye konsolosluk personelinin sadece işlerini yapması kalıyor.
Davutoğlu’nun Sofya Ziyaretine Bakış
Geçtiğimiz hafta Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Bulgar meslektaşı Nikolay Mladenov’un davetlisi olarak Sofya’ya iki günü kapsayan resmi bir ziyarette bulundu. Sofya’da çeşitli temaslarda bulunan Davutoğlu’nun ziyareti Bulgaristan kamuoyunda büyük ilgi görürken; Türk medyası ise ziyarete gereken önemi göstermedi. Belirtmek gerekir ki, Bulgaristan Türkiye’nin iç politikasını belirleyebilecek ölçekte bir ülke değildir. Dolayısıyla Türk medyasında pek gündeme gelmemektedir. Bulgaristan için Türkiye ikili ilişkilerin bozulmaması gereken “bölgesel süper güç” olan bir ülke statüsünde iken; Türk dış politikasında Bulgaristan’ın yeri, Türk azınlık dışında Ankara’nın Balkan politikasında sahip olduğu önemle ilintilidir. Türkiye Bulgaristan’ı Balkanlar bölgesel alt sistemde önemsemektedir.
Davutoğlu’nun Sofya temaslarında ikili ilişkiler masaya yatırılmış ve bu kapsamda “Türkiye ile Bulgaristan arasında çözümlenmemiş sorunların iki ülke arasında problem haline dönüşmeyeceği” bizzat Davutoğlu tarafından vurgulanmıştır. Tazminat meselesinin teknik boyutlarının ele alınmadığı ziyarette, Davutoğlu daha ziyade Ankara-Sofya ilişkilerindeki olumlu ivmeyi ön plana çıkarmış; Türkiye’nin yeni dış politikası hakkında Bulgaristan kamuoyunu bilgilendirmiştir.[10]
Ziyarette pratik anlamda öne çıkması beklenen konu başlıkları, göçlerle birlikte ortaya çıkan emlak meselesi ile Bulgaristan’dan 1989 göçü ile gelen Türklerin Bulgaristan’daki çalışma günlerinin aktarılması olmuştu. Ancak, gerek tazminat meselesi gerek sosyal güvenlik anlaşması konusunda somut bir gelişme kaydedilmemiştir. Hâlihazırda Türkiye ile Bulgaristan arasında tesis edilmiş bir sosyal güvenlik anlaşması bulunmamakta ve Sofya yönetimi bu konuda masaya oturmaya yanaşmamaktadır.
Ziyarette göze çarpan bir diğer husus ise, Davutoğlu Bulgaristan Müslümanları Baş Müftüsü Mustafa Hacı Aliş ile görüşmesi; ancak üyelerinin çoğunluğunu Türklerin oluşturduğu HÖH yetkilileriyle bir araya gelmemesidir. Bu ziyaretten yansıyan ilginç bir ayrıntı olmuştur. Davutoğlu Cuma namazını Sofya’da Banyabaşı camisinde kılmış, ardından restorasyonu geçen yıl tamamlanan Filibe’deki Ulu Cami’yi ziyaret etmiştir. Davutoğlu simgesel bir mesaj içeren Filibe’deki cami ziyaretine karşılık, Bulgaristan Türklerinin kalesi olan Kırcaali’ye gitmemiştir.
Davutoğlu’nun ziyaretine paralel olarak, muhafazakâr Düzen, Eşitlik ve Adalet Partisi (RZS) tarafından Bulgaristan Parlamentosu’na sözde “Ermeni Soykırımı’nın” kınanmasını öngören bir karar tasarısı sunuldu. Tasarının ABD ve İsveç’in sözde Ermeni Soykırımı kabul etmesinin ardından, Erdoğan’ın “100 bin Ermeni’yi geri gönderebiliriz” şeklindeki açıklamasına ve Davutoğlu’nun Sofya ziyaretine denk düşen bir tarihte sunulması ilginçtir. Geçtiğimiz ay içerisinde böyle bir tasarı aşırı milliyetçi ATAKA partisi tarafından da gündeme getirilmiş; ancak “Türkiye ile ilişkilere zarar verir” gerekçesiyle reddedilmişti.[11] Yok denecek kadar az Ermeni’nin bulunduğu Bulgaristan’da konunun sıklıkta gündemde tutulması Ermeni lobisinin başarısını gösterirken; çeşitli ülkelerin parlamentolarında sözde soykırımın arka arkaya kabul edilmesi Ankara yönetiminin uluslar arası alanda başını ağrıtmaktadır.
Değerlendirme
Borisov’un Ankara ziyareti öncesi, Bulgaristan iç siyasetinde yaşanan gelişmeler Türkiye’de soru işaretleri yaratırken; Borisov ikili ilişkilerde sorun yaratabilecek noktaları iyi anlamıştır. Her iki taraf da iki ülke arasındaki ilişkilerin daha da geliştirilmesi konusunda hemfikirdir. Diğer taraftan, iktidardaki GERB partisinin Türk azınlıkla ilgili çeşitli planlarının olduğu açıktır. Ancak bu noktada Ankara’nın ve Batı Dünyası’nın tepkisini toplamamayı hedeflerken; “Türk azınlık” ifadesi yerine “Bulgaristan Müslümanları” ifadesini tercih etmekte ve azınlığı da direkt karşısına almaktan çekinmektedir. Bu noktada HÖH, GERB yönetiminin bizzat hedefinde bulunmaktadır. HÖH’ün ise, içsel bir sorgulama içerisine girerek biraz daha özüne dönmesinin zarureti, Türk azınlığın varlığı ve yokluğuyla yakından ilgilidir.
İki ülke arasındaki ilişkiler Nabucco, Karadeniz’de işbirliğinin sağlamlaştırılması ve ticaret hacminin artırılması gibi başlıklar altında makrolaştırılıp iyimser tablolar çizilse de, tazminat meselesi ve sosyal güvenlik anlaşmasının tesisi gibi konularda ikili ilişkiler kısmi bir kırılganlık yaşamaktadır. Aşılabilir nitelikteki bu sorunlara karşın; iki ülke NATO’nun çatısı altında müttefik, AB penceresinde ise iki dost ülkedir. Dolayısıyla ilişkilerde radikal bir değişiklik beklenmemektedir. Bu beklentiyi boşa çıkarabilecek konu başlığı ise, Bulgaristan’daki Türk azınlığın durumunda meydana gelebilecek kötüleşmelerdir.
* Kader Özlem, Uluslararası İlişkiler Uzmanı, kaderozlem@gmail.com
[1] “Bulgarian Man Sets Himself on Fire over Turkish-Language News on National TV”, Sofia News Agency, 10 Kasım 2009, http://www.novinite.com/view_news.php?id=109833
[2] “Bulgaria’s Ambassador to Turkey Resigns”, The Sofia Echo, 13 Kasım 2009, http://sofiaecho.com/2009/11/13/815278_bulgarias-ambassador-to-turkey-resigns
[3] Bulgaristan’ın tazminat taleplerine ilişkin bkz. Kader Özlem, “Bulgaristan’ın Tazminat Talepleri ve Değişim Sürecinde Olan Türk-Bulgar İlişkileri”, 07 Ocak.2010, http://www.avsam.org/tr/a1892.html
[4] Gerçekten de tarihsel anlamda Bulgaristan’daki Türkleri nüfus oranları belli bir seviyeye gelince “Türkiye’ye göçe zorlama” siyaseti, Bulgar devletinin kuruluşundan günümüze değişmeyen tek devlet politikası olmuştur. Bu noktada Sofya yönetiminin kasıtlı insan hakları ihlalleri, asimilasyon, baskı ve zulüm politikaları sonucu sicilinin son derece lekeli olduğu söylenebilir. Dolayısıyla Türkiye’nin hukuki anlamda elinin kuvvetli olduğu bir realitedir.
[5] “Bulgaria PM Threatens to Sack Diaspora Minister Over Turkey EU Bid Comment”, Sofia News Agency, 6 Ocak 2010, http://www.novinite.com/view_news.php?id=111699
[6] Habibe Özdal, “Borisov’un Ankara Ziyareti ve Öne Çıkan Konular”, USAK Stratejik Gündem, 31 Ocak 2010, http://www.usakgundem.com/yazar/1414/borisov%E2%80%99un-ankara-ziyareti-ve-%C3%B6ne-%C3%A7%C4%B1kan-konular.html
[7] “Başbakan Borisov İki Günlük Türkiye Ziyaretini Tamamladı”, Kırcaali Haber, 31 Ocak 2010, http://www.kircaalihaber.com/?pid=3&id_news=5564
[8] “HÖH Oyların İptal Edilmesine Karşı AİHM’e Başvuracak”, Zaman Gazetesi, 17 Şubat 2010, http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=952602
[9] Bursa’da konsolosluk faaliyete geçtikten sonraki 9 aylık periyotta 12 bin 500 vize ve 4 bine yakın pasaport işlemi gerçekleştirmiştir. Bkz. “Altepe, Bulgaristan Konsolosluğu’nu Ziyaret Etti”, Bursa Hâkimiyet, 17 Mart 2010, http://www.bursahakimiyet.com.tr/HaberDetay.aspx?hid=43954&ypid=1
[10] İlgili haber için bkz. Turkey Foreign Minister: Bulgaria is Very Successful Model”, Sofia News Agency, 19 Mart 2010, http://www.novinite.com/view_news.php?id=114383
[11] “RZS Partisi Meclise ‘Ermeni Soykırımı’ Tasarısı Sundu”, Kırcaali Haber, 20 Mart 2010, http://kircaalihaber.com/?pid=3&id_news=5668
HABERLER
15 saat önceHABERLER
15 saat önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce