DOLAR 32,9394 0.13%
EURO 35,3970 0.08%
ALTIN 2.461,41-0,32
BITCOIN 2012094-1.66952%
İzmir
31°

AÇIK

SABAHA KALAN SÜRE

Sırp, Karadağ, Hırvat ve Makedon Edebiyatları’nda Osmanlı-Türk ve İslam İmgesi
286 okunma

Sırp, Karadağ, Hırvat ve Makedon Edebiyatları’nda Osmanlı-Türk ve İslam İmgesi

ABONE OL
04/04/2013 21:49
Sırp, Karadağ, Hırvat ve Makedon Edebiyatları’nda Osmanlı-Türk ve İslam İmgesi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yüzyıllar boyu iç içe veya yan yana yaşayan Türklerle, Sırplar, Hırvatlar ve Makedonlar, Türklerin ve Osmanlı idaresinin hoşgörüsünden faydalanarak edebiyatlarını yaşatmayı başardılar. Ancak ne yazık ki günümüz çağdaş Sırp, Karadağ, Hırvat ve Makedon edebiyatları edebiyat sanatını hep Osmanlı İdaresi, Türkler ve İslam’a karşı kullandılar.

Doç. Dr. Melahat Pars

 

Sırbistan, Karadağ, Hırvatistan ve Makedonya’nın tarih boyunca çok karışık din ve etnik yapısı olmuştur. Bu bölgelere Orta Asya, Ege Uygarlığı, Kuzey ve Batı Avrupa’dan değişik kavimler göç etmiş ve zamanla bu kavimlerin büyük bir çoğunluğu erimiştir. M.S. IV. yüzyıldan itibaren buralara Orta Asya’dan Hun, Avar, Bulgar, Peçenek ve Kuman Türkleri yerleşmiştir. Günümüze kadar yüksek medeniyete sahip bu Türk kavimlerinden değişik alanlarda izler kalmıştır.[1] Söz konusu ülkeler XIV. yüzyılda Osmanlı Türklerinin hâkimiyetine girer. Osmanlı, bu önemli bölgeleri fethettikten sonra XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren buralara Anadolu’dan getirdiği Türkleri yerleştirir. Zamanla Türklerin sayısı bu bölgelerdeki Slav kökenli milletlerden daha fazla olunca, kültürel alandaki hâkimiyeti de göze çarpar. Böylece Türklerin kültürel üstünlüğü Slav kökenli Sırp, Hırvat ve Makedonların bu kültürden faydalanma ve etkilenmelerini sağlar. Etkilenmenin başında bir prestij dili olan Türk dili gelir. Sırp, Hırvat ve Makedonlar Türkçeyi öğrenmeye başlar ve böylece Türkçe aracılığıyla dillerine, edebiyatlarına, sanatlarına, kültürlerine ve sosyal hayatlarının her alanına günümüze kadar devam edecek Türk etkileri intikal eder. Yüzyıllar boyu iç içe veya yan yana yaşayan Türklerle, Sırplar, Hırvatlar ve Makedonlar, Türklerin ve Osmanlı idaresinin hoşgörüsünden faydalanarak edebiyatlarını yaşatmayı başardılar. Ancak ne yazık ki günümüz çağdaş Sırp, Karadağ, Hırvat ve Makedon edebiyatları edebiyat sanatını hep Osmanlı İdaresi, Türkler ve İslam’a karşı kullandılar. Eserlerin çoğunluğunun estetik gayeden uzak olması, İslam ve Türk düşmanlığını artırmak için yazılmasındandır. Konuyu uzatmamak amacıyla Sırp, Karadağ, Hırvat ve Makedon edebiyatlarında Osmanlı imgesini ele alan en önemli birer edebiyatçının eserinden örnekler sunacağız. Aşağıda ayrıntılı bir şekilde duracağımız eserlerin bazılarında nadir de olsa İslam ve Osmanlı-Türkler hakkında “objektif “bakış açısına rastlanmaktadır. Eserlerin bazıları kurgu açısından edebi değeri olan eserlerdir. Örneğin Sırp edebiyatında Osmanlıları işleyen en önemli yazar şüphesiz 1961 yılında Nobel ödülü kazanan İvo Andriç’tir. Bosna doğumlu İvo Andriç (1892-1975) Sırp-Hırvat bir ailede dünyaya gelmiştir, ancak kendini daima Sırp olarak adlandırmıştır. Andriç’in tüm romanları gerek karakter gerekse tip açısından iyi işlenmiş eserlerdir. Andriç’in özellikle kötü Türkleri karakter yapma yönündeki kabiliyeti ve başarısı sonucu “Drina Köprüsü” ve “Travnik Günlüğü” romanlarıyla, Nobel ödülünü kazandığı dünyaca bilinir. Andriç, Türkçeye de çevrilen ancak çok fazla hatalı çevirileri olan “Lanetli Avlu”, “Drina Köprüsü” veya “Travnik Günlüğü” ve bitiremediği son romanı “Ömer Paşa Latas” ta ve diğer kısa ve uzun öykülerinde Bosna’yı işler. Bosna insanlarını ve inançlarını anlatırken onların geçmişlerine döner. Böylece farklı insan huzursuzlukları ve dramlarını çok başarılı resimlerle sunar. Andriç, Bosna geçmişinin ressamı ve oradaki insan kaderinin etkileyici yorumcusudur. O’nun romanlarında Bosna geniş bir zaman açısından (XV-XX. yy.) değerlendirilir. Andriç tüm toplumsal tabakaları gösterirken özellikle toplumsal haksızlık veya kaderleri gereği ezilmiş insanlara anlayış gösterir. Bosna bu romanlarda dinler, sınıflar ve kültürlerin yığışım bölgesidir. Kendi içinde sınıfsal, dinsel veya etnik sebeplerden dolayı nefretin hüküm sürdüğü bir yerdir. Eserlerinde sürekli Asyalı-Doğulu oldukları vurgulanan Türklerin Balkanlara macera peşinden geldikleri anlatılırken, onların etkisiyle İslam’ı kabul eden Slavların, Doğu kültürü içinde kimliklerini kaybettikleri de vurgulanır. Andriç, Katolik ve Ortodoks dünyasını anlatırken, onların “Yabancı Türklere “tepkilerini de verir. Katolik Hırvatların inançlarına çok bağlı olduklarını örnekler sunarak ifade ederken, Sırpların Türkler tarafından geri bırakılmış fakat mücadeleci ve isyancı yönlerini vurgular.

GERİCİ MÜSLÜMAN TÜRK İMAJI

Romanlarında Müslüman Türkler, Doğulu, dolayısıyla gerici, ilkel, baskıcı, adaletsiz ve genellikle Türk olmayan herkese karşı kin duyan insanlardır. İvo Andriç’in Müslümanlar arasında doğup büyümesi ve onların gerçek kültür zenginliğini yakından tanımasına rağmen eserlerinde Müslümanları bu denli ilkel göstermesindeki neden Müslümanlara duyduğu olumsuz duygularla açıklanabilir. Örneğin “Drina Köprüsü” romanında isyancı Sırp genci Radosav’ın Osmanlı görevlisi tarafından yakalanıp kazığa oturtulması tüm ayrıntılarıyla anlatıldığı için birçok Boşnak ve dünya aydını tarafından eleştiriyle karşılanmıştır. Boşnak gazeteci Şukriya Kurtoviç bu konuda bazı tespitlerde bulunmuştur:”…Fakat “Drina Köprüsü” ve “Travnik Kroniği” romanları basın reklamı ve siyasi propagandayla hatta Komunist Partisinin desteğiyle çıktı… Bosnalı Sırp faşistler (çetnikler) Müslümanları katlederken ve Sırbistan’da Türkleri yok etme fikri gerçekleştirilirken İvo Andriç bu iki romanı yazmıştı. Bu romanlarla Müslümanlara yapılan katliamlar haklı çıkartılacaktı… XIX. ve XX. yüzyıllarda Balkanlardaki Slav unsurların birbirine besledikleri olumsuz duygular sadece rejimden kaynaklanmıyor, bu durumların diğer sorumluları tarihçiler ve edebiyatçılardır… Bizdeki gençlik, daha küçük yaşlardan itibaren farklı din ve milletlere karşı nefret duygularıyla yetiştiriliyor. Böylece onda şoven duyguları gelişmiş oluyor… Özellikle İvo Andriç gibi Müslümanlar arasında yaşamış ve hem bir edebiyatçı, hem de bir sosyolog ve filozof olarak, onların ortamını çok iyi tanıyan birinin Müslümanları bu denli yanlış ve olumsuz anlatması gerçekten çok şaşırtıcıdır…”[2] Yabancı uyruklu bir bilim adamı ve aydın 1946 yılında bir tartışmada çocuğuna “Drina Köprüsü” romanını okutmak istemediğini söyler… Bir İsviçreli edebiyatçı da eserle ilgili bir konuşmasında Andriç’in Müslümanlar hakkında bu denli olumsuz yazmasının şaşkınlığını yaşadığını ifade eder.”[3] 1972 yılında Andriç’le bir konuşma yapan gazeteci Ljubo Yandriç, Andriç’e şöyle bir soru yöneltir: “Drina Köprüsün”deki Sırp gencinin kazığa oturtulma sahnesi dünya edebiyatında çok az rastlanan bir sahnedir. Bunun için nereden etkilendiniz?

Andriç: “… Bunların gerçekliği hakkında eski nesillerden çok şey duydum.”

Yandriç: “Siz mutlaka Mısır valisini öldüren Süleyman el Halebi’nin kazığa oturtulma öyküsünü okumuşsunuzdur. Bu öyküden etkilendiğiniz söylenebilir mi?”

Andriç: “Tabii ki okudum! Bu konudaki düşüncelerimi sormanızı doğru bulmuyorum!…”[4] der.

Yine Boşnak gazeteci Ş. Kurtoviç söz konusu romanla ilgili görüşlerini şöyle anlatır: “… Şüphesiz ki Andriç “Drina Köprüsü’nde” Müslümanlar hakkındaki görüşlerini ifade ederken onların tamamını kapsar. Andriç zaten tüm eserlerinde Müslümanları anlatır. Fakat onları hep Doğulu ve Doğunun olabilecek tüm olumsuzluklarıyla ifade eder. Batılılar gibi o da Doğunun hiçbir olumlu yanını kabul etmez… Hem bilimsel hem sosyolojik açıdan azınlıkta kalan bir bölüm kişinin yaptığı olumsuzlukları, ait olduğu topluluğun tamamına yüklemek aslında çok anlamsız ve açıkçası ırkçılığı çağrıştırıyor.”[5] Söz konusu romanda isyancı Sırp genci Radisav’ın kazığa oturtulma sahnesinden sadece birkaç alıntı yapmamız gerekirse:”… Radisav emredildiği gibi yüzüstü yattı. Önce ellerini arkadan bağladılar sonra ayaklarını bağladıkları iplerle bacaklarını iki yana genişçe açtılar. Bu arada Mercan kazığın ucunu Radisav’ın iki bacağı arasına yerleştirdi. Sonra belinden çıkarttığı bıçakla kazığın gireceği yeri genişletti. Sonra da Mercan odun çekici alarak kazığa vurdu ve kazık Radisav’ın bedenine girdi… Bedeni gerilmiş genç ise buz gibiydi, hareketlenen bedeninin çırpınışlarını durdurmak için iplerle geriyorlardı… Radisav tıpkı bir kuzu gibi kazığa geçirilmişti ama bu kazığın ucu ağzından değil sırtından çıkmıştı… Radisav’ın gözleri büyümüştü ve hareketliydi, ağzı kenetlenmişti… İki görevli Roman onu bu şekilde dik duracak hale getirmeye çalıştılar. Kazıktaki bedeni köprünün bir sütununa bağladılar… Kan, kazıktan aşağıya doğru nehir gibi akıyordu… Radisav henüz bilincini kaybetmemişti… Kenetlenmiş çenesinden: Türkler,köpekler,geberin!… Sözleri çıkıyordu…”[6] Aynı romanda 1800’lü yıllarda Sırbistan’da çıkan isyandan sonra Bosna’ya yerleşmek zorunda kalan Türkler ise şöyle anlatılır: “… Bu günlerde Türkler nefret sarhoşular… İntikam duygusuyla yanıp tutuşuyorlar… Birçok insanı ya şüphelendikleri ya da Sırbistan’daki isyanın suçluları oldukları için yakalayıp başlarını kestiler…”[7] Bu tür örnekler eserde çok fazla, ancak Andriç diğer Balkan yazarlarına göre insaflı davranıp iyi Müslüman tip örnekleri de sunar. Bu tipler çoğu zaman tek yönleriyle anlatılır. Eserde tek olumlu Müslüman karakter Ali Hoca Muteveliç’tir, ancak Andriç Ali hocanın bu özelliğini damarlarında taşıdığı Sırp kanına bağlar. Karadağ edebiyatından da en önemli edebiyatçı olan Petar Petroviç Nyegoş’un “Dağların Tacı” eseri üzerinde Osmanlı-Türk ve İslam imgesini anlatmaya çalışacağız. XIX. yüzyıl Karadağ-Sırp edebiyatının en önemli temsilcilerinden biri olan Petar Petroviç Nyegoş (1813-1851) aynı zamanda uzun yıllar Karadağ’ın hükümdarı olarak da görev yapar. Tahtta bulunduğu sürede Osmanlı sınırları içinde bulunan ülkesini kurtarmaya çalışırken bir yandan edebiyatla da ilgilenir ve önemli eserler yazar. En önemli eseri şüphesiz “Gorski Vijenats” (Dağların Tacı) poemasıdır. Poemada “Müslüman-Türk” olmayı kabul eden Sırpların katliamı anlatılmaktadır. Nyegoş, eski Yugoslavya edebiyatında en ünlü poemalardan biri olan “Gorski Viyenats’ta” 1702 yılında gerçekleşen tarihi bir olayı anlatmaktadır. O dönemde Karadağ’ın hükümdarı olan Başpiskopos Danilo, ülkesi için en büyük tehlikenin din ve milliyetini değiştiren Sırplardan geldiğini anlar ve onların katliamına karar verir.[8] Karadağ’lılar arasında “Türkleşen” Sırpların sayısının çoğaldığına üzülür ve bu Sırpların davranışlarına bir neden bulamayarak sitem dolu sözler söyler:

“Kahrolası ahlakı bozuklar sizi!

Türk dininin aranızda ne işi var?

Kanlı katilimiz güç kazanırken,

Biz kardeş kardeşi öldürüyoruz!”[9]

Başpiskopos Danilo “Türk” Sırplarıyla çatışmaktan yana değildir, çünkü sonuçta onlar Sırp kanı taşıyan insanlardır. Fakat onları yeniden “Sırplığa” döndürmek de imkânsızdır. Çünkü “Türk” Sırpları, Türk ve İslam kimliğini geri dönüşü olmayan bir şekilde benimsemişlerdir. Danilo “Türk” Sırplarına sitem etmesine rağmen yine onları yok etmekte kararlı değildir. Amacı, iyilikle onları eski din ve milliyetlerine geri döndürmektir.[10] Sırpların milliyet ve dinlerini değiştirmede baş suçlu Türklerdir ve Başpiskopos Danilo bu konudaki görüşlerini aşağıdaki türküyle ifade eder:

“Ruhları kahrolası Türkler

toprağımızı böldüler…

Sırp gücünü  yok ettiler!

Kavga tohumları ektiler…

Sırp kökünü zehirlediler…

Hey gidi Kosova gecesi hey!

Bunların yok olacağı günler gelecek mi?

Temiz kanlı Sırp’ın kalacağı günler yüzümüze gülecek mi?

Brankoviç, seni gidi satılık dinsiz seni!

Ülke hiç böyle korunur mu?

Şeref hiç böyle satılır mı?

……..

Yedi başlı ejderhalar Sırplığı yok ettiler…

Dinimizi ezip gidenlerden bizi koru ey Tanrım!

……..

Karadağ’lı Sırp Türk’le bir olunca,

Tsetinye’de hoca anırınca,

Adımız yok oldu, haçımız kayboldu Tanrım!..[11]

Dedenizin dinine dönün ve şerefimizi böyle koruyun!

……..

Noel ve Bayram hiç beraber kutlanır mı?

Minare ve camiler yıkılmalı Karadağlı kardeşler!..[12]

Özellikle Başpiskopos Danilo ile birlikte hareket eden prens Yanko’nun İslam dini ve hocaları hakkındaki tepkileri tıpkı Danilo gibi nefret doludur:

“Haç üzerine yemin ederim ki

istemiyorum artık!

Kekliki’deki o hocanın,

boş kayındaki pire

gibi o yayıktan guguklamasını

istemiyorum, yeter artık!

Hakaretlerin devamını şövalye İvan Petroviç  getirir:

“O Muhammet ve bu aklınızla

vay sizin halinize! Vay ki ne vay!..

Ülkemizi kana bulayan Türkler, duyun beni!

İki at için bu mekânda yer yoktur!

Bu da böyle biline!”[13]

…….

Herkes bir olup türkü söyler ve Türkleri öldürür!

Türklerden geri kalan üç yaralıyı da Sırp ezerek gebertir![14]

“Tüccar gülerek yalan söyler…

Kadın gözyaşı dökerek…

Bu ikisinden çok üstün bir

yalancı da Türk’tür!..

En çok yalan söyleyen işte bu Türk’tür![15]

Poema’da Türk-Sırplar’ının katliamı doğrudan anlatılmaz. Ayrıca eserde Anadolu’dan gelip bu topraklara yerleşen Türklerin de katledilme olayı dolaylı olarak, Karadağ’ın ileri gelen kabile temsilcileri tarafından anlatılır. Ünlü voyvoda Batriç olayı şöyle anlatır:[16]

“Kahrolası düşman izini yok etmek için

Türk evlerini yaktık…

Tsetinye’den Kekliki’ye gittik ki ne görelim

Kekliki Türkleri korkudan kaçmış!

Kalanları geberterek evlerini ateşe verdik…

İbret olsun diye de camilerini harabeye çevirdik…[17]

Tsırmintsa Türklerle dolu…

Sağolsun azınlıklar yardım etti…

Tsırmintsa’da Türklerin kökünü kuruttuk…

Besats kasabasını da küle çevirdik…

Ve nahiyemizde

Türk kabilelerinden sadece ceset

ve yıkıntılar kaldı…”[18]

DAĞLARIN TAC’I

ivo-ANdricKaradağ edebiyatında “Dağların Tac”ı eseri Karadağ halkının kahramanlığını dile getiren bir mili marş olarak tanımlanmaktadır. Söz konusu eser ilkokul ve lise öğrencilerine ezberletilen en önemli marştır.  Hırvat edebiyatında Osmanlı-Türk ve İslam konusunu işleyen en önemli isim İvan Majuraniç’tir. İvan Majuraniç (1814-1890) XIX. yüzyıl Hırvat Edebiyatı’nda Romantizm akımının en önemli temsilcilerinden biridir. Onun en önemli eseri Karadağ’da yaşanan gerçek bir tarihi olaydan hareket ederek 1840 yılında yazdığı “İsmail Çengiç Ağa’nın Ölümü” poeması’dır. Poema’yı yazdığı tarihi olaydan kısaca bahsetmek gerekirse; XIX. yüzyılın ilk yarısında Bosna’da yaşayan ve bağımsız Karadağlılar ile sürekli çatışma içinde olan Türk asilzadesi İsmail Çengiç Ağa, bu çatışmalardan birinde ünlü Karadağ hükümdarı ve edebiyatçısı Petar Petroviç Nyegoş’un ailesinden dokuz kişiyi öldürtür. Bunun üzerine Nyegoş, ünlü Karadağ kahramanları olan Mirko, Aleksiya ve papaz Galoviç aracılığıyla İsmail Çengiç Ağa’ya bir tuzak kurup öldürtür. Majuraniç’in ünlü poemasını yazmasında esinlendiği tarihi olay budur. Ancak Romantizm akımının en önemli özelliklerinden biri olarak yaratıcılık ferdiyetçiliğinin olduğunu belirtmekte fayda var. Bu özelliğe göre sanatçı kolektif duygular yerine sadece subjektif duygu, düşünce ve hayallerini ifade edebilir. O yüzden bu ferdiyetçilik bazı sanatçılarda öyle uç noktalara varır ki, eserdeki bir tip veya karakter sadece tek yönüyle, tek boyutta ele alınır. Majuraniç de ünlü poemasını yazarken Romantizmin bu özelliğine sonuna kadar sadık kalır. Majuraniç eserinde tarihi olayı saptırarak İsmail Ağa kişiliğinde “Türk sömürgeciliğinin” tipik gaddar örneğini vermek istemiştir. Dolayısıyla İsmail Ağa esirlere karşı hep bu yönde davranır. Ağanın el ve ayakları prangalı olan esirlere verdiği cezalar bir hediye sunumu gibi anlatılır:

“Hizmetkârlar, karanlıktaki insanları,

ellerinde, ayaklarında ağır prangalar

eşliğinde getirdiler…”[19]

“Esirleri gören cellatlar ise

öfkeyle dişlerini gıcırdattılar.

Ağa ise esirleri bir Türk gibi

ödüllendirdi: Bazılarına kazık,

bazılarına da ip hediye etti…”[20]

Ağa bunu yaparken, genç Türkler olayı büyük bir zevkle izlemekte, Karadağlılar ise tepki göstermeden, sabırla acılara katlanmaktadırlar.

“Ova cesetlerle doldu…

Kimi dişlerini sıktı,

Kimi yüce Tanrı ve İsa’nın

ismini zikretti…

Çünkü, mahkumlar öleceklerini

biliyorlardı.”[21]

Bu bölümde “Türklerin acımasızlığına ve işkence yapmaktan aldıkları zevke “yapılan vurgularla bir yandan “acımasız Türk” imajı pekiştirilmekte diğer yandan da “sabırlı, cesur Karadağlı” imajı pekiştirilmektedir. Eserdeki olayların tamamı İsmail Çengiç Ağa’nın etrafında gelişir, dolayısıyla İsmail Çengiç Ağa poemanın merkezinde olan kişidir. Majuraniç İsmail Çengiç Ağa’yı anlatırken aslında onun kişiliğinde Osmanlı temsilcisinin sadece tek bir yönünü vurgular. Ele alınan bu tek yön, İsmail Çengiç Ağa’nın temsiliyetinde tüm olumsuzlukları içeren ve olumsuz yönlerini insanları düşünmeden öldürme gibi uç noktalara kadar vardıran Türk-Osmanlı yöneticisidir. Majuraniç, Ağa tipinde Osmanlı temsilcisinin örneğini verirken tek boyutuyla ele aldığı için onu tipik bir katil ve acımasız biri olarak anlatır. Ancak İsmail Çengiç Ağa’yla ilgili bazı tarihi bilgilerde İsmail Çengiç Ağa’nın hem bir yönetici hem de bir insan olarak kötü olmadığı belirtilmiştir. Poemada yer alan kişiler ve olaylarla ilgili olarak bazı eleştirmenler Majuraniç’in anlattığı İsmail Çengiç Ağa ile gerçek İsmail Çengiç Ağa arasında fark olduğunu ve Majuraniç’in bu tipi anlatırken subjektif ifadeler kullandığını belirtmişlerdir.[22] Majuraniç’in “İsmail Çengiç Ağa’nın Ölümü” poeması, sahip olduğu edebi değer açısından Hırvat edebiyatında çok önemli bir eser olarak kabul edilmekle birlikte, ele aldığı ve vurguladığı anlatım şekliyle de özellikle Türk imgesini belirlemesi açısından dikkat çekicidir. Son olarak üzerinde duracağımız yazar ünlü Makedon dram yazarı Voydan Çernodrinski’dir (1875-1951). 1900 yılında Sofya’da yazdığı “Kanlı Makedon Düğünü” dram eseri yazarın en değerli edebi eseridir. Güncelliğini günümüze kadar koruyan söz konusu eserde ne yazık ki Balkan edebiyatlarının çoğunda ele alınan olumsuz Türk ve Müslüman imgesi söz konusudur. Eserde, Tsveta adında bir Makedon kızının Türk Beyi Osman tarafından kaçırılması anlatılmaktadır. Olaylar Osmanlı döneminde gerçekleşmektedir.

KANLI MAKEDON DÜĞÜNÜ

Bogaz-kesilen-Turk“Kanlı Makedon Düğünü” siyası amaçla yazılır ve sanatsal değerden yoksun bir yapıttır. Çernodrinski, edebi yaratıcılığının tamamını siyasete alet eder. Söz konusu eseri yazma nedenlerini şu cümlelerle ifade eder: “ Kardeşlerimi uykudan uyandırma ihtiyacını hissettim. Diğer yandan bazı Makedon yazarlarının bu konuda sorumsuz olduklarını, yazdıkları partizanvari makalelerini sadece maddi çıkar sağlamak amacıyla yazdıklarını fark ettim. Bu tür yazarların Makedon çıkarlarına da karşı olduklarını gördüm ve kalemime sarılıp böyle bir eser yazmaya karar verdim”.[23] Eserle ilgili bazı gazetelerde çıkan eleştirilerden sadece bir örnek vermek gerekirse; Belgrad’ta çıkan “Ştampa” gazetesinde şöyle bir yorum yer alır:

“ … Eseri çok usta bir el yazmamış ancak Makedonların kanıyla yazılmış. Eser sadece Türk vahşiliğinin yapabileceği iğrençlikleri dile getiriyor. Bu temsilde Makedon kardeşlerimizin yaşadığı ve sonu olmayan sefaletin tablosu çiziliyor… Osman Bey,  sarhoş Türk,  çavuş, vali ve diğerleri, bunlar asla unutmayacağımız tiplerdir…”[24] Eserde İslam’la ilgili verilen bilgiler yanlış olmakla birlikte aşağılayıcı ifadelerle dile getirilir: “…Selim Hoca Tsveta’ya: ‘ Muhammed’in seni cennete alabilmesi için nasıl dua edeceğini öğreteceğim” … der. Ayrıca işlediğin günahlar için Muhammed’den af dileyeceğim…” der.

Eser XIX. yüzyılda gelişen siyasi olayların etkisinde yazıldığı için siyasi gaye ön planda tutulmuş, estetik gaye ise göz ardı edilmiştir. Söz konusu dönemde yazılan tüm Makedon eserlerinin amaçları propaganda olduğu için eserlerde sanatsal değer ihmal edilmiştir. Bu eser de sanatsal değeri olmayan, gerek konu, gerekse tipler açısından iyi işlenmemiş bir eserdir. İnandırıcılıktan uzak olan bu tipler sadece Türk düşmanı olarak ön plandadırlar. Eserlerin bu derece estetik gayeden uzak olması ve Türk düşmanlığını arttırmak için yazılmasının nedenlerinden biri, Makedonların XIX. yüzyıl Batı dünyasındaki Türk düşmanlığından etkilenmeleridir. Sonuç olarak, “Kanlı Makedon Düğün”’ü eseri dışındaki eserlerin niceliksel yanına bakıldığında, içerik olarak zengin, merak unsurları içeren, hareketliliğin olduğu eserlerdir. Kullanılan üslup sayesinde Andriç’in, Nyegoş’un ve Majuraniç’in Hıristiyanların kötü kaderini ne denli içten yaşadıkları, cümleler ve mısralar arasında özellikle dikkat çeker. Ele aldığımız ve konuyu dağıtmamak adına çok ayrıntılı örnekleyemediğimiz söz konusu eserler, anlatım şekliyle özellikle Osmanlı-Türk ve İslam imgesini belirlemek açısından dikkat çekicidir.Nefretin daima var olduğu Balkanlardaki edebiyatçılar açısından önemli olan, olumsuz örneklerden hareketle bir inanca ve millete atfedilebilecek genel imajlardan kaçınabilmektir. Oysa ki eserlerinden örnekler sunduğumuz yazarların tamamı daha önce de vurgulandığı gibi “acımasız, istikrarsız,” karakterde Müslüman – Türk – Osmanlı yöneticisini ön plana çıkarmakta, dolayısıyla bu tarz edebi eserler diğer nesillere aktarılabilecek kalıcı olumsuz örnekler oluşturmaktadır.

 

 


[1] Bkz.: Yusuf Hamzaoğlu, Balkan Türklüğü. Araştırmalar, İncelemeler. Makedonya, Sırbistan, Hırvatistan. Cilt: 1. Ankara, T.C. Kültür Bakanlığı Yayınları 2000, 52-98

[2] Muhsin Rizvić, Bosanski Muslimani u Andićevu svijetu. Sarajevo, NIP “Ljiljan” 1996, 168-170

[3] M.H. Stupac, Muhamed Hadzijahiç, Priçe o stvarnost oko İve Andriça prvog jugoslavenskog nobelovca.- Bosanski pogledi.(London), 1962-78

[4] M. Rizviç,Op.cit., 200.

[5] Šukrija Kurtović, O nacionalizovanju muslimana.- Bosanski pogledi. April 1961-Novembar 1963 (Felton).

[6] Иво Андриќ Мостот на Дрина. Скопје, Култура 1962, 16

[7] İbidem.,102.

[8]Јован Гргић, Историја српске књижевности. Нови Сад, 1903, 126

[9] Петар Петровић Његош, Горски Вијенац. Виена 1847, 15

[10] Гане Tодоровски, Наташа Аврамовска, Литература. Скопје, Просветно Дело 2003, 188

[11] П. П. Његош, Op. cit., 20-22

[12] İbidem., 41

[13] İbid., 47

[14] İb.,46

[15] İb., 51

[16]Vlatko Pavletić, 100 Djela Književnosti Jugoslavenskih Naroda. Zagreb Nakladni Zavod Matice Hrvatske, 1980, 37

[17] П. П. Његош, Op. cit., 109

[18] İbidem., 114

[19] Иван Мажураниќ, Смртта на Смаил-ага Ченгиќ. Скопје, Просветно дело 1970, 45

[20] İbidem., 46

[21] İbid., 46

[22] Bkz.: Citanka iz jugoslovenske Knjizevnosti, sastavio: Josip Skaric, skolska Knjiga, Zagreb 1952, 76

[23] Војдан Чернодрински, дела, T.1, Мисла, Скопје 1976, 171-244

[24] Штампа (Београд), 14.XII.1903, 5

 

 

 

 

    En az 10 karakter gerekli