Pontus Rumları için çok büyük bir rüyaydı Sümela Manastırı’nda yeniden bir ayin yapmak… 1922’deki son Ortodoks ayininden sonra ne bir çan sesi, ne de İncil’den bir ilahi yankılanmamıştı bu tarihi manastırın duvarlarında…
Geçen sene Selanik Valisi’nin liderliğini yaptığı bir organizasyon ile Rusya, Gürcistan ve Yunanistan’dan çok sayıda ziyaretçi Trabzon’a gelmiş, burada korsan bir ayin yapmaya kalkmış, Kültür Bakanlığının Sümela’daki bürokratları buna mani olmuşlardı.
Daha sonra belli ki Türk ve Yunan hükümetleri arasında al gülüm ver gülüm bir pazarlık yapıldı. İhtimal ki Atina’da bir türlü yapılmasına izin verilmeyen camii inşaatına ön verilmesi karşılığında Pontus Rumlarının bu büyük hayaline “tamam” dendi. Bundan sonra artık her sene Sümela Manastırı’nda “ayin turizmi günleri” yaşanmasına kimse şaşırmamalı!
Peşin söyleyelim, her dine, her ibadet şekline ve inanca sonsuz saygımız var. Hele bir mübadil torunu olarak ben de Rum Ortodoksların yüzlerce senelik bir manastırda ibadet etmek istemelerini anlayışla karşılıyorum. Çünkü ben de Selanik’te Hortacı Camiinde ya da Alaca Camiinde, veyahut ne bileyim Kavala’daki Mehmet Ali Paşa Medresesinde Bayram Namazı kılabilmek için çok şeylerimi feda ederdim.
Dahası, kafatasçı milliyetçiliğin yerini akıllı ve kaliteli bir milliyetçiliğin alması gerektiğine daha önce de birkaç yazımda değinmiştim. Bunun bir gereği, Anadolu Ortodokslarının Osmanlı’nın eski tebaası sıfatıyla, bizim “kültür vatandaşımız” sayılması gerektiğini düşünüyorum.
Ama bütün bu olanlara bakıp da “helal olsun izin veren büyüklerimize” cümlesini kuramıyorum. Çünkü aklıma takılıp kalan suallere cevap veremiyorum:
Lozan Anlaşmasının “mukabiliyet” (karşılıklılık) prensibine ne oldu?
Neden Rum mübadiller, 88 sene sonra Sümela’da ayin yaparken Türk mübadiller olarak bizler Selanik’te tarihi bir camide bayram namazı kılamıyoruz?
Sümela’daki ayinden sadece bir gün önce Batı Trakya’daki tarihi Türk mezarlığına bir gurup fanatiğin saldırmasına ne demeli?
Peki ya “Sümela Müzesi” için açılan kapıdan girenler yarın İstanbul’daki Ayasofya Kilisesi’nin kapısını da zorlarsa ne yapacağız?
Sakın ola aslında birileri de bunu hesaplıyor olmasın? İster misiniz Ayasofya Cuma günleri namaza, Pazar günleri ise ayine açılsın?
Olur mu hiç öyle şey demeyin güzel kardeşim…
Bizde bu kadar Avrupa Birliği’ne yaranmaya çalışan Bürüksel lahanası, kendisine ezberletilen menkıbelere takılıp kalmış bu kadar vatandaş, bir defa yurt dışına çıkınca ayakları yerden kesiliveren bu kadar yabancı hayranı varken biz daha neler görürüz, neler!
Çaldağı’nda Son Cuma Namazı…
Çaldağı’ndaki o küçücük köy camiinde toplanan cemaatin sıkıntısı yüzlerinden okunuyordu. İmamın kürsüdeki yerini almasını sessizce bekleyenlerden birisi, “Köyün son Cumasıdır te bu.” diye mırıldandı. Yanındakiler, tasdik etmek için başlarını öne eğmekle yetindiler. Söylenecek çok şey vardı, ama faydasızdı konuşmak.
“Ölmek mi zor, yaşamak mı?” diye başladı vaazına Hafız. “İnsanoğlu zanneder ki zor olan ölüm anıdır.”
Cemaat fersiz gözlerle bakıyordu. Belli ki muhacirlik günleri daha başlamadan yormuştu herkesi. “Hayat bir imtihandan ibarettir! Siz kolay bir imtihan gördünüz mü hiç? ” diye gürledi hatip, uyandırmak ister gibi dinleyenleri.
“Yarabbi! Bizzat ölümün kendisi bile ne büyük bir imtihandır! Lakin bilin ki doğup büyüdüğün memleketten sürülüp gitmek, ölümden de beterdir.”
Cümleler, hançeresini acıtıyordu. “Azrail Aleyhi selam gelir, bir selamlık sürede alır canımızı! Buna mukabil muhacirlik büsbütün bir ömür boyu bitmeyen, çoluğunla çocuğunla nesillerce sürecek büyük bir imtihandır.”
Cemaat, cümlelerin altında ezim ezim eziliyordu. “Cenab-ı Hak, bizi muhaceratla imtihan edecekse, bize düşen sabretmektir. Ama bilesiniz ki, bu imtihan sadece zulme uğrayana değildir. Zalimler de imtihan edilmektedir ve peşin söyleyeyim ki onlar baştan kaybetmişlerdir.”
Camiinin Cemaate Vedası…
Gayba gidecek öküz arabalarına, dargın simalı yolcularının eşyaları istiflendi sessizce. Boş evlerin taş duvarlarına, sönmüş ocakların ılık küllerine, gölgesiz ağaçların kabuklu gövdelerine yüzler sürüldü.
Porta kapılarına alınlarını dayayanlar, gürültüsüz çığlıklarla akıttılar gözyaşlarını. Mezarlığın üzerini kör dumandan bir buğu örttü.
Camiinin hüzünlü minaresi, ezansız günlerin arifesinde yıkılacağı vakti bekliyormuşçasına tefekkür içinde cemaatinin vedasına tanıklık etti.
Parça parça kar yağıyordu. Gökyüzü acımıştı sanki taş duvarlı camiinin mahzunluğuna. Ağlıyordu o da sanki için için…
Cemaatle beraber, ezanlar, tevhitler, mevlitler ve secdeler de veda ediyordu ister istemez.
Cami, lisanı üslupla el salladı gidenlere. Gidenler de ardına bakınca onun yılgın minaresini gördüler son bir defa… Bu manzara yapışıp kaldı belleklerine…
Hem camiinin, hem de cemaatin…
KÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
22 gün önceKÖŞE YAZARLARI
23 gün önce