Bilim adamları, antropologlar ve sosyologlar “tarih boyunca dinsiz yaşayan hiçbir toplum yoktur” diye belirtirler. Yani tarihte dinsiz yaşayıp da devamını sağlayabilen hiçbir toplum yoktur. Bir toplumun dokusunu taşıyan tüm manevi değerlerinin devamını sağlayamayan bir toplum bilimsel açıdan ayakta duramadığı belirtilir. Bireysel ve toplumsal açısından din, vazgeçilmez bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Çünkü tarih boyunca din, bireysel olduğu kadar toplumsal yönü de ağır basmıştır. Öyle ya da böyle insanoğlunun “inanma/iman etme” ihtiyacı var olmuştur. Teolojik olarak inanma duygusu Tanrı tarafından verilmiş ve inkâr edilemez bir şeydir. Toplumsal ihtiyaç olan ‘din kurumu’nu siyasilerin onu zayıflatmak/yok etmek istemeleri ve dini değerlerini muhafaza etmemeleri, o toplumu yokluğa mahkûm etmek anlamına gelmektedir.
Modern Türkiye’yi kuran Atatürk din konusunda düşüncelerini Türkçe olarak ilk okuduğumda çok şaşırmıştım çünkü Arnavutluk’ta lise eğitimimde tam tersine öğretmişlerdi öğretmenlerim. Ama Atatürk’ün dediği şu; Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Din vardır ve lazımdır…
Yarım asır Arnavutluk’u yöneten Hoca (Enver Hoxha) tersine yaptı. Farklı düşündürttüler ve anayasal olarak yaptırttılar da. Materyalist felsefe söylemiyle Arnavutluk, Doğu (komünizm) bloğunun İsviçre’si olacaktı. Bu bahaneyle materyalizm bir din haline getirttirildi.
Ama olmadı o yolla, tam 50 sene sonra ya da 20 sene önce (1991) dünyaya gözümüzü açtığımızda gördük ki, yarım asrı boş geçirmişiz, hiçbir başarı gösterememişiz, geriye gitmişiz. Kaybolmuş her şey; etik, toplumsal ve dini değerler… canlıya (insan ve canlı varlıklar) karşı saygı neredeyse yok olmuştu… endüstriyelleşmiş medeni ülkeler gibi doğayı yıkıp yok etmek, Modernist-Revizyonist hareket sayılır ve devrim olarak baktırıldı…
1990’lı yılların baharında din Arnavut toplumunda hızlı bir şekilde yaygınlaşmaya başladı. Vatandaş camiye koştu, okumuşu okumamışı… dikta rejimine hizmet eden; polit bürocular, akademisyen, polis, asker, istihbaratçı… yaptıklarından Tanrı’dan af dilemek için sığındılar var olan 3-5 camiye. Kiliseye gitmeler ilk başta fazla olmasa da sonra misyonerlik faaliyetlerinin artmasıyla çok kısa bir sürede hız kazandı…Dünya üzerine büyük eleştirilere neden olan Hıristiyan misyonerlerin başarılı çalışmalarıyla neredeyse İncilsiz ev kalmadı Arnavutluk’ta da…
Camilerde Kur’an’ın Arnavutçası dağıtılmaya başlandı ve Tanrı’nın sözü Arnavutçaydı, hutbeler, vaazlar Arnavutça anlatılıyor… camilerde yapılan evlilikler ve cenaze merasimlerinde hocalar Arnavutça konuşuyor… dolayısıyla Arnavutlar da anlıyorlardı Tanrı mesajını. İncil (Eski Ahit-Yeni Ahit) de Arnavutçası dağıtılıyordu yollarda ama ibadetler, ilahiler, kutsamalar Arnavutça değil de tıpkı ortaçağlardaki gibi avam halkın anlamayacağı dilde yapıldı… Arnavut Ortodoks Kilisesinde maalesef günümüzde de hala devam etmektedir. İnsanoğlu Tanrı’nın mesajını anlamak ister, Tanrı da mesajını iletirken insana anlasın diye gönderiyordur (ki benim teolojik bilgilerime göre böyledir). Gelen şikayetler üzerine geçenlerde Arnavut Cumhurbaşkanı Prof. Dr. Bamir Topi dini liderlerle bir toplantıda “Tanrı Arnavutça Konuşsun” deyince ilk başta anlaşılmaz gibiydi ama, kilise bir başka devletin dilini resmi dili kabul ederse anlamak zor olmasa gerek…
Kilisedeki ibadetler Bağısız Arnavut Ortodoks Kilisesi’nin isteği doğrultusunda yunanca yapılmaya hala devam ediyor, böylece Ortodoks Arnavutların Tanrı’sı hala Arnavutça konuşuyor değil, ve bu durum aslında günümüzde teolojik (dini) bir sorun olmaktan çıkmış siyasi bir sorun olarak varlığını ve etkisini sürdürmektedir ki bu durum halk ve inananlar arasında hoşnutsuzluğa neden olmakta…
Okurlarım bu başlığı taşıyan önceki köşe yazıma yüzlerce eleştiri e-maili gönderdiler, bundan da çok müteşekkir olduğumu belirtmek istiyorum. Ayrıca şuna da açıklık getirmek ihtiyacını duyuyorum; Bağısız Arnavut Ortodoks Kilisesi’nin Tanrı’sı da “Arnavutça Konuşsun!” demek teolojik bir sorun değil, yani ben bilmem Tanrı hangi dili konuşuyor AMMA eminim ki benim anladığım dilde konuşuyor olduğudur (yani bireylerin ve toplumların anladığı dil). Bizim konu olan “Tanrı Arnavutça(!) Konuşsun” ise teolojik değil, siyasi bir sorun olduğundan ben bu deyimi kullanıyorum. Kullanmak da dinen de günah olmasa gerek, acizane fikrimdir… Son
BALKAN YEMEKLERİ
1 gün önceHABERLER
10 gün önceKÖŞE YAZARLARI
19 gün önceHABERLER
05 Kasım 2024