Türkiye’nin bu zamanlara kolay gelmediğini dedelerimiz, ninelerimiz çok iyi bilir. Kurtuluş Savaşı’nda binlerce şehit veren ülkeyi yeniden inşa etmek kolay değildi. Düşman işgalinden kurtulan bir devletin yeni bir rejimle yönetilmesi alışkın olunmayan bir şeydi. Dedelerimiz tam rahatladık derken bir anda hangi ateşin içine düştüklerini bilemediler. Hükümetin başında tek parti vardı. 1940’lar milletin dini mücadele verdiği yıllar…
Millet rahata kavuşamadan bu sefer de dini baskılar baş göstermişti. İsmet Paşa, Kazım Karabekir ile münakaşaya girdiği bir akşam yemeği, şöyle diyordu:
‘Tüm hocaları ortadan kaldırmadan hiçbir inkılabı yapamayız.’
Paşaya göre, İslamlık Terakkiye engeldi. İşte yeni inkılap zihniyeti buydu.
1946’da CHP Kurultay’ında karar alındı. 6 karar çok önemliydi.
İşte Müslüman bir ülkede böyle kararlar alınıyordu. Ne kadar acı değil mi!
Mekteplere girmesi yasak olan kitapların listesi yayınlanmıştı.
İşte o kitaplar: Kur’an-ı Kerim
İslam Tarihi
Dinler Tarihi
Hz. Muhammed ve Hayatı ile ilgili eserler
Düşünsenize, dinimiz İslam diyoruz, kutsal kitabımızı okuyamıyoruz. Dinimizin tarihini, imanın şartlarından olan peygamberlere iman etmeyi bir kenara atıyoruz ve kendi peygamberimiz hakkında bilgiye sahip olmamız engelleniyor.
Ülkeyi çağdaşlaştırmak dini baskı altına almak mıydı? Bu millet özgürce dinini yaşamasın diye mi can verdi bu topraklara? Ne fark olacaktı ki, düşman devletlerde başımıza geldiğinde aynı baskıyı uygulamayacaklar mıydı?
Bu baskıyı uygulayan zihniyetin onlardan ne farkı vardı?
Amaç ülkeyi kurtarmaksa, yeniden güçlü bir ülke yapmaksa dinin ne zararı vardı? Günümüze bakalım. Şu anda elhamdülillah dinimizi özgürce yaşıyoruz. Ezanımız arapça okunuyor, ibadetimizi esas olduğu gibi özgürce yapıyoruz. Kuran-ı Kerim ve Din dersi okullarımızda öğretiliyor. Asıl şimdi güçleniyoruz ve kalkınıyoruz. Bunu ben söylemiyorum rakamlar söylüyor. Demek ki güçlenmeye din engel değilmiş. O zaman tek parti dönemi zihniyetinin din ile alıp veremediği neydi? Bu düşmanlığın kaynağı neydi? Düşmanlık diyorum çünkü camilerin kiralanması, 20 bin caminin satılıp kışlaya çevrilmesi, ağır yapılmasını düşman olandan başka kim yapar. Bakın Cumhuriyet gazetesinin o dönemde attığı manşet, (1948) ‘ Cami, umumhane yapıldı.’
Camiler 10 kuruşa, 25 kurula satıldı. Göksu Cami, CHP Ocak binası yapıldı. Camilerin tepesine 6 ok takıldı. Salânın okunması yasak edildi.
Daha da ileri gidildi, cami genel ev yapıldı. Çocukların sünnet edilmesi bile yasaklanmaya kalkışıldı. Yok artık dediğinizi duyar gibiyim. Ama gerçek bu.
Parlamentoya sünnetin kaldırılması için teklif götürdüler ve doktorlardan onay alınmadığı için bu teklif reddedildi. Bu kaynaklarda merak eden öğrenebilir.
İşte 1940’larda böyle bir Türkiye vardı. Zulmedilen ve baskı gören bir halk vardı. Bacalara bekçiler koyarak ibadetlerini yapan milletimiz vardı. Gelecekten umudunu kesmiş ve düşmandan kurtulmanın sefasını bile süremeden yeni bir iç cefa ile baş başa kalan dedelerimiz ve ninelerimiz vardı. Böyle hal-i pürmelal bir haldeydik. Tarihimizde böyle kirli ve karanlık sayfaların da olduğunu bilmemiz gerekir. Belki bizler o günleri görmedik. Şükür ki özgürce yaşanılan bir Türkiye’de yaşıyoruz. Ancak o günleri unutmamalıyız. Unutmamalıyız ki hem bugünümüzün kıymetini bilelim hem de bize tekrar yaşatılmak istenilenin farkına varabilelim. Unutmayalım tarihini bilmeyen milletler, yok olmaya mahkumdur.
BALKAN YEMEKLERİ
20 saat önceHABERLER
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
19 gün önceHABERLER
05 Kasım 2024