Türkiye’nin içte ve dışta gerçekleştirdiği reform sayılabilecek düzeydeki değişiklikler ve ekonomik alanda sağladığı kazanımlar, ülkemizi batının doğudaki ileri bir karakolu olma durumundan hızla uzaklaştırmaktadır. Türkiye 2. Körfez savaşının başlangıcında T.B.M.M nin verdiği o meşhur ve üzerinde çok tartışılan demokratik kararla ileriye dönük niyetini belli etmiş ve milli iradeye ait olan bu kararın bizzat hükümet tarafından eksiksiz ve ödünsüz uygulanmasıyla yolunu çizmiştir. Geçen sekiz yıl boyunca Türkiye, Ortadoğu, Kafkaslar, Orta Asya ve Balkanlarda yani birinci derecede yakın kara parçalarında gitgide daha aktif, daha müdahil ve daha bağımsız dış politika izlemiştir. Her ne kadar dış politikanın izlenmesindeki esaslar, hemen her bir ülke için değişmez ana ölçülere dayansa da, Türkiye Erdoğan hükümeti ile bu ölçülere adalet ve hakkaniyeti de bir temel olarak eklemeyi, önemli bir esas ve bu değerleri dünya barışının daha güçlü bir şekilde savunulması ve gerçekleştirilmesinde, hassas bir kriter olarak kabul etmeyi uygun görmüştür.
Bu açıdan bakıldığında artık Türkiye’nin balkanlardaki çıkarları sadece 500 yıllık tarih, bu bölgede yaşayan Müslüman-Türk halklar, milli sınırlarımız ve de stratejik çıkarlarımızla sınırlı değildir. Türkiye’nin iktisadi, siyasi, kültürel ve askeri alandaki lider devlet olma iddiasıyla da çok ilgilidir. Bu yüzden Türkiye’nin bu bölgede aktif olması, bölgede ve hata tüm Avrupa ile birlikte dünya da barış ve istikrarın korunması için girişimlerde bulunması, ulusal politikamızın önemli bir parçasıdır ve öyle olmaya da devam etmelidir. Türkiye bir yandan bölge ülkelerinin bağımsızlık, egemenlik ve toprak bütünlüğüne saygı duymakta, diğer yandan da Balkan ülkeleriyle ikili ilişkilerini geliştirmeye çalışmaktadır. Bu amaca katkı verecek birinci derecedeki güç, hiç kuşkusuz ülkemizdeki balkan varlığıdır. Türkiye sadece Trakya’da toprakları olduğu için bir balkan ülkesi değildir. Türkiye, balkanlara olan tesiri ve nüfuzu ve kendi ana vatanındaki balkan unsurlarıyla da bir balkan ve dolayısı ile başını Fransa ve Almanya’nın çektiği “Türkiye Avrupalı değildir” tezinin tersine Avrupalıdır. Eğer Fransa ve Almanya’nın iddia ettiği kesin bir doğru olsaydı, Türklük ve onun tesirleri Edirne’de kalır ve bu kimliğe ve bu kimliğin yakın akrabaları olan Arnavut, Boşnak, Kosovalı ve daha nice balkan kimliklerine Türkiye ve Türklerin hiçbir nüfuz ve yakınlığı olmazdı. Balkanlara ilgi duyan ve bölge ile gerek ekonomik, gerekse askeri veya stratejik alanda işbirliği arayan üçüncü ülkelerin tersine, Türkiye balkanlarla yakınlık kurma hususunda büyük bir sorun yaşamayacaktır. Çünkü Türkiye’nin bölgeyle olan yakınlığı sebeplerin ve suretlerin ötesinde zatidir. Bu zati yakınlık sayesinde Türkiye, asaleten bir balkan ülkesidir. Öyle ki ülkemiz balkanlarda her bir halkla neredeyse ayni yakınlık sahibidir. Bunun en büyük delili Türkiye’nin yakın zamanda Bosna-Hersek ve Sırbistan arasında sağladığı ve git gide ortak bir yapı kazanan işbirliği sürecidir. Hatta buna şaşıran A.B bakanına Sırp dışişleri bakanın verdiği “bunu anlayabilmeniz için bizimle 500 yıl beraber yaşamanız gerekir” cevabı dahi oldukça manidardır. Sırp bakanın verdiği ve tüm kalbimle katıldığım bu cevaba karşı, Anadolu’da yaşayan balkan varlığının 500 yıldır yaşanan bu birlikteliğe bugün kayıtsız kalabileceğini düşünmek eşyanın tabiatına aykırı olsa gerektir.
Türkiye’nin Kıbrıs ile olan problemlerine, Yunanistan ile olan kıta sahanlığı başta olmak üzere Batı Trakya’daki Türk azınlık ile ilgili diğer alanlardaki anlaşmazlıklarına ve daha 15 yıl öncesine kadar Bulgaristan ile içindeki Türklerin durumlarıyla ilgili sorunlarına ve yine Makedonya da bulunan Türklerin ve Müslüman halkın problemlerine hele ki Avrupa’nın göbeğinden ziyade gözlerinin önünde yaşanan Bosna katliamlarına dair tüm sorunların ülkemize balkanlardan geldiği düşünüldüğünde, balkanların ülkemiz için ne derece önemli olduğu kendiliğinden ortaya çıkacaktır.
BALKAN YEMEKLERİ
18 saat önceHABERLER
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
19 gün önceHABERLER
05 Kasım 2024