Türk Tarihi Araştırmalarında Osmanlı Tarih Kurumu ve Türk Tarih Kurumu

2 2024 - 02:25

Türk Tarihi Araştırmalarında Osmanlı Tarih Kurumu ve Türk Tarih Kurumu

(Last Updated On: 29/05/2023)

Fırat Köse

İnsanlık tarihi boyunca toplumlar, yazının icadından itibaren birçok alanda olduğu gibi tarih yazıcılığı ve arşivcilik konusunda da çeşitli faaliyetler içerisinde olmuştur. Bu faaliyetler içerisinde tarih araştırma ve kayıt işlemleri çok önemli bir bilim dalı olarak incelenmesi gereken şekil ve içerik yöntemlerini beraberinde getirmektedir. Sümerlerden itibaren yazının icadı sonrası toplumda önemli kabul edilen olaylar, durumlar, kayıt altına alınmış ve bu durum zamanla yayılarak diğer toplumlara da örnek olarak gelişmiştir. Milletlerin, toplumların tarihi belgeleri onların zihin ve beyinleridir bu yüzden de tarih boyunca bize ulaşan her kaynak gereken yol ve yöntemler çerçevesinde incelenmeli ve insanlığa sunulmalıdır.

Türk tarihi alanında konumuz olan Kurumsal tarih yazıcılığı ve arşivcilik, özellikle Selçuklu ve Osmanlı Döneminde kendi içerisinde gelişip çeşitlenerek Cumhuriyet dönemine mirasını bırakmıştır.

Osmanlı Tarihçiliği

Osmanlı tarihçiliği XV. yüzyıl ortalarında başladı. İlk eserler menakıbnâme (velilerin, tarikat büyüklerinin ve şeyhlerin kerametlerini konu alan eserlere verilen addır.), destan ve gazânâme (Türk edebiyatında ordunun akınlarını, savaşlarını, kahramanlıklarını ve zaferlerini, düz yazı ya da şiir biçiminde anlatan edebî tür.) türündedir. Daha sonra Tevârîh-i l-i Osman adı altında ilk standart eserler ortaya konuldu. XVI. yüzyılda biyografi ve bibliyografi türlerinin ilk örnekleri kaleme alındı; yarı resmî saray tarihçiliği olan şehnâmenüvisliğin (edebi ağırlıklı saray tarihçiliği) güzel örnekleri verildi. XVII. ve XVIII. yüzyıllarda yeni tarih türleri ortaya çıktı ve resmî tarih yazıcılığı olan vakanüvislik (saray tarihçiliği) kurumu oluşturuldu. XIX ve XX. yüzyıllarda daha da çeşitlenen tarih kaynaklarına yeni türler eklendi.

Telif gibi tercüme faaliyetlerinin de yoğunlaştığı Sultan II. Murad döneminde, kültürel bir uyanış olduğu bir gerçek. Sultan I. Selim (Yavuz) ve ardından Sultan I. Süleyman’ın (Kanuni) uzun dönemleri daha çok gazânâme türü eserlerin yazıldığı dönemler oldu. XVI. yüzyılın standart tarihleri yüzyılın sonlarında ortaya konuldu. Bu yüzyıl aynı zamanda tarih edebiyatının çeşitlendiği bir yüzyıldır. Çünkü ilk standart biyografik eserler olan tabakat ve tezkireler ile bibliyografya bu dönemde yazıldı. Askerî ve siyasi sorunlara paralel olarak siyasetname ve nasihatnameler de bu yüzyılda ortaya çıkmıştı. XVII. yüzyılda genel nitelikte dünya ve Osmanlı tarihleri yanında vakayiname türü eserlerin arttığı göze çarpar. Biyografik, bibliyografik, ansiklopedik ve siyasetname türü eser sayısında da artış görülür. XVIII. yüzyıl başında Divan-ı Hümayun’a bağlı olarak şehnamenüvisliğin yerini vakanüvislik alır; böylece resmî tarih yazıcılığı başlar ve imparatorluğun sonuna kadar devam eder. Fakat özel ve amatör tarihçiler yine eserler kaleme almaya devam ederek resmî vekayinâmelerin boşluklarını doldururlar. XVIII. yüzyılda meslek gruplarına göre biyografik eserlerin de ortaya konulduğu görülür ve bunların bazıları yapılan eklemeler ile imparatorluğun sonuna kadar getirilir. İdari ve askeri anlamda önemli değişimlerin yaşandığı XIX ve XX. yüzyıllarda tarih yazıcılığında da yenilikler görülür. Geleneksel tarih türleri yanında Osmanlı Devleti’nin kurumlarını de kapsayan sentezci tarihçiliğin güzel örnekleri verilir. Bazı tarihçiler Batı kaynaklarından yararlanarak ciddi sentezler ortaya koyarken, Batıdan tarih tercümeleri de yapılır. Yine bu yüzyıllarda biyografik, ansiklopedik ve nümismatik eserler yanında, ilk defa salnameler (resmi yıllık) de yayınlanmaya başlanmış, ilk tarih dergileri XX. yüzyılın ilk çeyreğinde yayınlanır.

Osmanlı Tarihi Encümeni

Cumhuriyetin ilk yıllarında kurulan kurumlardan Türk Tarih Kurumu (TTK), Türk tarihi alanında önemli çalışmalar içerisinde oldu. Sanıldığı ve bilindiği gibi modern, sistematik tarih araştırma ve kayıt işlemleri Türk Tarih Kurumu ile değil Osmanlı döneminde kurulmuş olan Târîh-i Osmânî Encümeni adındaki kuruluş ile başlamıştı. II. Meşrutiyet döneminde (1908) yeni siyasal anlayışa uygun biçimde halka millî bilinç aşılanması, vatan sevgisi kazandırılması amacıyla oluşturulmuş bu kurum önce “kapsamlı” bir Osmanlı tarihinin kaleme alınması için Târîh-i Osmânî Heyeti adıyla, ardından Sadrazam Hüseyin Hilmi Paşa’nın teklifi ve Sultan V. Mehmed Reşad’ın iradesiyle 27 Kasım 1909 tarihinde Târîh-i Osmânî Encümeni adıyla resmen kuruldu. Encümenin amacı, teşkilâtı, görevleri ve üyeleri Necip sım (Yazıksız) tarafından hazırlanan tüzükte belirtildi. Burada bilimsel ölçülere uygun bir Osmanlı tarihinin hâlâ yazılamadığı, vak‘anüvis tarihleriyle diğer özel tarihlerin birer salnâme şeklinde bulunduğu, mevcut tarihlerin subjektif bir nitelik taşıdığı ifade edilmişti. Ayrıca halka tarih bilgisi ve şuuru ile vatan sevgisi kazandırma amacı da belirtilmişti. İmparatorluğu meydana getiren unsurları aynı amaç etrafında ve aynı vatan sevgisiyle bir araya getirebilmek için tarih öğrenmenin gerekliliği üzerinde durulmuş, bundan dolayı bilimsel bir kuruma ihtiyaç duyulduğu belirtilmiştir.

İlk çalışmalarına Vak‘anüvis Abdurrahman Şeref Bey’in Bâbıâli’deki odasında başlayan encümen, bir Osmanlı tarihi yazma hazırlıklarına başladı, baskı masrafları bizzat Sultan V. Mehmed Reşad tarafından karşılanacak olan tarih için iş bölümü yapılarak ilk ciltte Osmanlıların Anadolu’ya gelişi ve devletin ortaya çıkışının ele alınması, ayrıca Bizanslılar ile Selçuklular hakkında bilgi verilmesi kararlaştırıldı.

Bir encümen kütüphanesi kurularak çeşitli yollarla elde edilen kitap ve belgelerle zenginleştirilmesi hedeflendi. Padişahın özel hazinesinden yıllık 10.000 kuruşluk ödeneği bulunan encümenin diğer gelir kaynakları kitap satışından gelecek ücretler ve yapılacak bağışlardan ibaretti. Târîh-i Osmânî Encümeni’nin ilk başkanı Vak‘anüvis Abdurrahman Şeref Bey oldu, Osmanlı döneminde sadrazamlığa bağlı olan encümen Cumhuriyet döneminde Türk Tarih Encümeni adını aldı. Önce Maarif Vekâleti’ne (Eğitim Bakanlığı), daha sonra Telif ve Tercüme Heyeti Hars Müdürlüğü’ne, ardından yüksek tedrisata bağlandı.

Encümenin faaliyetleri;

Osmanlı tarihi telifi, monografi çalışmaları ve mecmua neşri gibi başlıklardı. Encümen ayrıca yurt içinde ve yurt dışında yoğun bir kaynak toplama çalışmasına girişti; halkın elinde bulunan ferman, berat, vakfiye vb. belgelerin sûretleriyle tarihî yerlerin fotoğrafları istendi.

Yazılacak Osmanlı tarihinin planı Târîh-i Osmânî Encümeni Mecmuası’nın 14 Ağustos 1913 tarihli 21. sayısında ekleme şeklinde yayımlandı; okuyuculardan gelecek değerlendirmelerin dikkate alınacağı belirtildi. I. Kosova Savaşına kadar (1389) gelmesi tasarlanan ilk cildin bu planı başta Yusuf Akçura ve M. Fuad Köprülü olmak üzere çeşitli kişilerce tepkiyle karşılandı. Yusuf Akçura Türk Yurdu’nda çıkan “Küçük Muhtıra” adlı yazısında Osmanlı tarihinin genel Türk tarihinin bir parçası olarak ele alınmadığını söyleyip henüz hânedan tarihçiliğinden kopulamadığı, sosyal ve ekonomik tarihin söz konusu edilmediği, yalnız siyasî, askerî, idarî olaylara yer verileceğinin kararlaştırıldığı yolunda eleştiriler öne sürdü. Köprülü ise eserin çağdaş yayım kurallarına uyulmadan kaleme alınacağını, Osmanlı tarihçiliğinin henüz vak‘anüvislik geleneğinden kurtulamadığını, encümen üyelerinden bazılarının hiç metot bilmediğini yazdı.

Türk Tarih Kurumu

Türk Tarih Kurumu, ülkemizde bizzat Mustafa Kemal Atatürk’ün direktifleriyle kurulan kurumların başında gelmekte. Atatürk, özellikle Avrupa devletlerinin ders kitaplarında yer alan Türkler hakkındaki olumsuz iddialara ve “barbar” deyimi kullanılarak bir istilacı kavim şeklinde gösterilmelerine karşılık, bunun böyle olmadığının, dünya tarihinde en eski çağlardan beri gerçek yerinin ne olduğunun ve medeniyete ne gibi hizmetlerinin bulunduğunun araştırılması gerektiğine inanmaktaydı.

Bu sebeple, 28 Nisan 1930 tarihinde, Atatürk’ün de bizzat katıldığı Türk Ocakları’nın VI. Kurultayı’nın son oturumunda, O’nun direktifleriyle, fet İnan tarafından 40 imzalı bir önerge sunulmuş ve “Türk tarih ve medeniyetini ilmî surette tedkik etmek için hususî ve daimî bir heyetin teşkiline karar verilmesini ve bu heyetin azasını seçmek selahiyetinin merkez heyetine bırakılmasını teklif ederiz” denilmişti. Kurultay’da yapılan görüşme sonucunda Türk Ocakları Kanunu’na, 84. madde olarak “Merkez Heyeti, Türk tarih ve medeniyetini bilimsel anlamda araştırma göreviyle Türk Tarih heyeti teşkil eder.” şeklinde bir madde eklenmişti. Bu karar çerçevesinde 16 üyeden oluşan bir “Türk Tarihi Tedkik Heyeti” oluşturulmuş, heyet ilk toplantısını 4 Haziran 1930 tarihinde yapmış, Yönetim Kurulu ve diğer üyeleri seçmişti.

Yönetim Kurulu: Başkan Tevfik Bıyıklıoğlu, Başkanvekilleri Yusuf Akçura ve Samih Rıfat, Genel Sekreter Dr. Reşit Galip ‘den oluştu.

Üyeleri: fet İnan, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Hâmid Zübeyir Koşay, Halil Edhem, Ragıb Hulûsi, Reşid Safvet Atabinen, Zâkir Kadîrî, Sadri Maksudi Arsal, Mesaroş (Ankara Etnografya Müzesi uzmanı), Mükrimin Halil Yinanç, Vâsıf Çınar ve Yusuf Ziya Özer’den oluştu.

Bu heyet, Türk Tarihinin Ana Hatları adıyla yaptığı ilk çalışmayı yayımlamıştı.

29 Mart 1931 tarihinde Türk Ocakları’nın VII. Kurultay’ında kapatılma kararı alınınca, bu defa 15 Nisan 1931’de “Türk Tarihi Tedkik Cemiyeti” adı ile yeniden teşkilatlandı ve 1930’daki ilkeler temel alınarak faaliyetlerine devam etti. Kurumun adı 1935 yılında “Türk Tarihi Araştırma Kurumu” olarak değiştirildi, daha sonra “Türk Tarih Kurumu”na çevrildi. Kurum bu dönem içerisinde dört ciltlik lise tarih kitaplarını hazırlamış ve bu kitaplar Milli Eğitim Bakanlığı (MEB) yayını olarak basılmıştı. Türk Tarih Kurumu’nun bastığı ilk kitap, Birinci Türk Tarih Kongresi: Konferanslar, Müzakere Zabıtları adlı bildiri metinleri kitabıdır (1932). Fakat bu kitabın üstünde de TTK değil Maarif Vekâleti (Milli Eğitim Bakanlığı) kaydı vardır. Pîrî Reis Haritası Hakkında İzahname (1935) adlı eserin üzerinde ise “Türk Tarihi Araştırma Kurumu Yayınlarından: No: 1” yazmaktadır.

Bunlara ek olarak 1937 yılından itibaren adını bizzat Atatürk’ün koyduğu, “BELLETEN” yayın hayatına başlamıştır.

Atatürk, hayatının son dönemlerine kadar Kurumun çalışmalarıyla yakından ilgilendi, birçok defa çalışma planını kendisi belirledi ve birçok toplantıya bizzat katıldı. O’nun bu Kurum’a ve tarihe verdiği önem, 5 Eylül 1938’de düzenlediği vasiyetnâme ile İş Bankası’ndaki hisselerinin gelirinin yarısını Türk Tarih Kurumu’na bağışlamasından anlaşılmaktadır. Atatürk’ten sonra gelen bütün Cumhurbaşkanları da bir gelenek olarak Kurum’un koruyucu başkanları olmuştur.

Türk Tarih Kurumu, bilimsel araştırma ve yayınları yanı sıra, ilki 2-11 Temmuz 1932 tarihlerinde toplanan ve belli aralıklarla günümüze kadar XVII.’sini gerçekleştirdiği uluslararası nitelikte “Türk Tarih Kongreleri” yapmaktadır. 20-25 Eylül 1937 yılında Dolmabahçe’de yapılan II. Kongre, uluslararası nitelik kazanmış, yabancı bilim adamları da bu kongreye katılmışlardır. Bu Kongre, Türk tarihinin açıklanması ve belgelenmesi amacıyla toplanmıştır. Kongre dolayısıyla, tarih öncesinden Cumhuriyet dönemine dek yurdumuzda ve Ortadoğu’da gelişen büyük uygarlıkları, maketler, resimler ve grafiklerle canlandıran bir sergi düzenlenmiş ve bu sergi Mustafa Kemal Atatürk’ün vefatına kadar Dolmabahçe’de kalmıştır.

Tarih araştırmalarında bahsi geçen Osmanlı Tarih Kurumu ve Türk Tarih Kurumu tarihimizde çok önemli bir konumdadır. Araştırmacılığın sistemli bir hale gelmesi, yönetimler tarafından özenle desteklenmesi ve zamanın yeniliklerini uyumla kullanmak bu iki kurumun hedefi olmuş, bu da beraberinde Tarih araştırmalarında hazırlanan önemli eserleri ortaya çıkarmıştır. Cumhuriyeti dönemi üzerine aldığı mirasın önemini ve ağırlığını her döneminde kavramış ve üzerine düşen görevi günümüze kadar devam ettirmiştir. Abdülkadir Özcan hocamızın “Osmanlı Tarihçiliğine ve Tarih Kaynaklarına Genel Bir Bakış” makalesi ve “Osmanlı’da Tarih Yazımı ve Kaynak Türleri” eseri meraklılar ve araştırmacılara konu ile ilgili detaylı bilgi için faydalı olacaktır.

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.