Geçen yazımda kaldığım yerden devamla; Bu yazımda konuyu toparlayıp, şimdiye kadar AB ve Avrupa Konseyi çerçevesinde yapılanlara devam edip bir sonuca varmak istiyorum.
CEMAAT TEMSİLCİSİ VE MÜFTÜLÜK MAKAMI:
Rodos ve İstanköy adalarındaki Türk Azınlıklar, İtalyanların adaya hâkim oldukları zamanlarda olduğu gibi cemaat temsilcisi ve müftülük makamının geri verilmesini istiyorlar. Din eğitiminde ortaya çıkartılan zorluklarla mücadele edebilecek resmi bir makamdan mahrum bırakıldıklarını belirtiyorlar. Rodos müftüsünün tanınması konusu yerel Müslüman topluluklar için ayrı bir öneme sahip adada. Adada yaşayan Türk Müslümanların seçtiği müftü, Yunan makamlarınca tanınmıyor. Aslında bu durum Rodos Adası için Lozan Antlaşması’nın açıkça ihlal edildiğini göstermesi açısından çok önemli. Gross’a göre bu konuda da raporunda geçen hususlar şöyle izah ediliyor. İbadet yerleri konusunda ise her adada iki caminin açık olduğu, diğerlerinin yenilenme ihtiyacı veya cemaat azlığı nedeni ile kapalı olduğu belirtiliyor. Dini konularda adada azınlıklar için yetkili kişinin kim olduğu konusundaki belirsizlik nedeni ile müftü sorununun karmaşık bir hal aldığını da çaresizlik içinde not ediyor. 1990 yılında Gümülcüne Müftülüğü tarafından Rodos’a İsmail Çakır Salimoğlu’nun imam olarak gönderildiğini ifade ediyor. 1928 tarihli, müftü sayısının belirlendiği yasanın yürürlüğe girdiği tarihte, Rodos ve İstanköy adalarının Yunanistan’ın parçası olmaması sebebiyle, Rodos’ta müftülük makamı olmadığını belirtiyor. Yani o tarihten itibaren herkim müftü olarak atanırsa atansın, adaya gelen kişinin resmi bir hüviyetinin olmadığı Yunan makamlarınca kabul edilmiş oluyor. Madem öyleydi neden 1990 da Gümülcüne Müftülüğü buraya atama yaparak müftü tayin etti? Ortada bir çarpıklığın olduğu belli oluyor. Bu sorunun çözümüne ilişkin olarak ileri sürülen çare ise, 1928 tarihli yasanın Rodos ve İstanköy’ü içine alacak şekilde güncellenmesi gerektiği şeklinde ifade ediliyor. Ayrıca güncellenme yapılması ise Yunan makamlarınca kabul görmeyen bir husus. Gross, buna karşılık çarenin ise Türk kültürel kökenli kişilerin ve Müslüman topluluklarının “imam”larını özgürce seçmeleri gerektiği üzerinde birleşilmesi lazım geldiğini söylüyor.
VAKIFLARIN YÖNETİMİ KONUSU :
Adadaki Vakıflar ve yönetimi başlı başına bir handikap. Rodos ve İstanköy’de her bir adada bir tane olmak üzere Yunan makamlarınca atanan beşer üyeye sahip toplamda iki vakıf bulunuyor. 12/1929 sayı ve tarihli İtalyan Kararnamesi’ne göre iki yılda bir atanması gereken bu kişilerin, hükümetin güvenine sahip oldukları sürece görev yaptıklarını ifade ediyor. Her türlü istismara açık bir yorum var aslında ortada. Vakıfların kötü yönetimi ile vakıf mülklerinden elde edilen gelirlerin kullanımının şeffaflığı konusunda şikâyetler had safhaya çıkmış durumda. Vakıf gelirleri vakıflara harcanmıyor. Göstermelik yapılan- ya da yapılmayan – tadilatlar, tadilat yapıldı gibi gösterilerek vakfa ait gelirler başka harcama kalemlerine aktarılıyorlar. Rodos’ta Avrupa Birliği tarafından cami yapımı ve onarımı için verilen fon vardı. Bu parayı bile onarımda kullanmadılar. Bununla birlikte, adada verilen vergiler de oldukça ağır. Halk vergi yükü altında eziliyor. Bu şekilde adadan ayrılmaya zorlanıyorlar. Mülk edinme problemleri de ada sakinleri için ayrı bir sorun olarak duruyor. Hem vakıfların mülkiyeti ile ilgili, hem de kişilerin mülkiyetleri ile ilgili ciddi engellemeler, problemler var. Adada yaşayan kişiler ve vakıfların sahip oldukları mülkiyetlerinin ne kadar azaldığı da ortada. Ciddi bir envanter incelemesi yapıldığında görülecektir ki; Müslüman vakıflarına ait dört yüzden fazla dükkân sayısının bile 40’a düştüğü bir vakıa. Rodos Sokratus Caddesi’nde, eski adıyla Uzun Çarşı’da ayakta kalma mücadelesi veren esnaflar, işlerin iyi gitmediğinden bahsediyorlar. Kriz ve hayat pahalılığı, sigara yasağı ve vergilerle boğuşuyoruz diyorlar.
HAVADAN SUDAN BAHANELERLE VATANDAŞLIKTAN ÇIKARILMA:
Yunanistan, ada dışına çıkan birçok insana 19. Maddeyi yaptırım olarak uyguluyor. Uygulama sonucu vatandaşlık hakları elinden alındığından, adaya tekrar dönemiyorlar. Adada iskan etmeyenlere de adada tekrar mülk edinme hakları verilmiyor, bu hakları ellerinden alınmış oluyor. Bu durum, açıkça Lozan Antlaşması’nın ihlali sonucunu doğurmaktadır. Lozan’ın açıkça ihlal edilmesi iki ülke arasında çıka bilecek sert tartışmalara zemin hazırlaması bakımından önem arz ediyor. Sorun çözümü açısından yapılan tüm iyi niyetli çözüm teklifleri ve yolları tükenirse, devletimiz bu konuya eğilmeli gerekirse yaptırım amaçlı mütekabiliyet prensiplerini devreye sokmalıdır diye düşünüyorum. Adadaki Türk ve Müslüman azınlıkla yapılan mülakatlarda söylenenler hep aynı : ”Adalarda Türk kültürünü korumak zor. Biz çocuklarımızın iyi birer Yunanistan vatandaşı olmasını isterken, Müslüman ve Türk olduklarını unutmasını istemiyoruz” diyorlar.
Devamı gelecek yazımda….
HABERLER
1 gün önceHABERLER
1 gün önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce