DOLAR 34,5412 0.17%
EURO 35,9548 -0.78%
ALTIN 3.000,571,32
BITCOIN 34054031.58043%
İzmir
18°

PARÇALI BULUTLU

06:23

SABAHA KALAN SÜRE

Zor Şartlar Perspektifinde Türkiye’nin Milli Mücadelesi
285 okunma

Zor Şartlar Perspektifinde Türkiye’nin Milli Mücadelesi

ABONE OL
21/06/2014 11:00
Zor Şartlar Perspektifinde Türkiye’nin Milli Mücadelesi
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Yeni Türkiye’nin hangi gelişmeler üzerine, hangi yolardan geçerek kurulduğunu öğrenmek ve ona bu eksen de yerinde bir değer vermek adına öncesini bilmek ve anlamak zorundayız. Osmanlı Devleti, Mustafa Kemal liderliğinde başlatılan Milli mücadele öncesinde son 10 yılında sürekli askeri anlamda yenilerek ve coğrafi anlamda küçülerek gelmiştir. Toplumsal anlamda ise son 200 yılını devlete ve orduya karşı güven kaybeden bir toplum psikolojini büyüterek yaşamıştır. 1911 Trablusgarp Savaşı, 1912 I. Balkan Savaşı, 1913 II. Balkan Savaşı ve akabinde I. Dünya Savaşı ile dört yıl art arda aldığı yenilgiler ile 1918 yılına gelmiş ve hem siyasi liderleri,  hem de toplumda ki tüm kurucu ve bağlı unsurları ümitsizliğe ve korkuya salan bir Mondros ile bu savaşı sonlandırmıştır.

Modern Türkiye’nin, doğum sancıları şüphesiz, 100. yılında bulunduğumuz Birinci Dünya Savaşında görülmeye başlanmıştır. Bu savaş sırasında kan döküp can verdiğimiz dokuz cephe içerisinde, kazanan olarak hanemize yazılan tek cephe olan Çanakkale, yeni devletin manen temellerinin atıldığı yer olmuştur.

 

SEVR’DE DİKTA ETTİRİLEN ŞARTLAR

 

Milli mücadelenin hakkıyla anlaşılması için, Osmanlı Devleti’nin son bir asırlık, idari, mali, askeri ve siyasi müesseselerinin iyi bilinmesi, bunların mücadele sonrasında 10 yıl gibi kısa bir sürede kurulan yeni müesseselerle kıyaslanması oldukça önemlidir. Ayrıca Sevr Antlaşması ile bize dikta edilen şartlar ile Kurtuluş Savaşı sonrası yapılan Lozan kıyaslanmalı ve hem cephede hem de masada nelerin kazanıldığı karşılaştırılmalı olarak daha net ortaya konulmalıdır.

Türk Milli Mücadelesi, Mustafa Kemal’in 9. Ordu Müfettişi olarak Samsun’a görevlendirilmesi ile başlatılsa da manen temeli yukarıda da değindiğimiz gibi, Çanakkale’ye kadar geriletilebilir. Türk insanının bağımsızlık noktasında ki azmi, Osmanlının son paşalarının körelen kazanma duygumuzun ucunu büyük bir özveri ile açması ile birleşmiş ve bugün haklı olarak andığımız bir değer olarak tarihte ki yerini almıştır. Kurtuluş Savaşı, bilindiği üzere; Mondros Ateşkesi sonrası Musul ile başlayan, İstanbul ile devam eden ve en büyük tepkisini İzmir’e Yunan askerinin girmesi ile gösteren lidersiz bir millet refleksi olarak başlamıştır. Anadolu’ya geçen Mustafa Kemal’in, genelge, kongre ve toplantılarla bu milli refleksi bilinçli ve merkezi bir yola kanalize etmesi ile büyümüş ve hızla güçlenmiştir. Tüm bunlar yapılırken şüphesiz Türk Kurtuluş mücadelesini Fransız ya da Bir Rus İhtilali’nden ayıran temel özellik olan çift yönlü özelliği de unutulmamalıdır. Yani bizim mücadelemiz  bahsi geçen ihtifallerde ki gibi sade yerelde Monarşik güce karşı değil, aynı anda dış emperyalist bir güce karşıda yürütülmüştür.

 

ANADOLU HAREKETİ

Anadolu hareketinin içte ve dışta millet dışında yalnızlaşması verdiği mücadeleyi ve çıkardığı sonucu şüphesiz daha da değerlendirmektedir.1919 yılı zorlukları, 1920 Nisanından sonra TBMM döneminde de devam etmiş, iç ve dış destekle, hem ayrılıkçı hem de hilafetçi iç isyanlarla milli meclis ve yürüttüğü milli dava daha da sıkıştırılmıştır. İç isyanların bastırılması, Türk halkının Kuvayi Milliye ile Mustafa Kemal ve Meclisin yanında saf tutması sancılı ilk kuruluş yılını, daha çabuk atlatmamızı sağlamıştır.1920 ve 1921 yılı savaşları, yani; Doğuda, yeni kurulan Ermenistan’ın, Ağrı ve Doğu Anadolu hayali, güneyde, petrol ve tahıl iştahını Çukurova ve Adana ile doyurmaya çalışan Fransa ve nihayet batıda; bin yıllık kinini İzmir ve Batı Anadolu kıyılarına kusmaya çalışan Yunanistan durdurulmuş ve son darbe  1922 Ağustos’un da Mustafa Kemal ve Türk askerinin çelik yumruğu ile vurularak bir tane düşman askeri kalmamacasına temizlenmiştir. Milli Mücadele şüphesiz geniş bir çerçevede değerlendirilmeli ve değeri tam olarak bilinmelidir. Bu noktada şüphesiz en büyük görev, Türk gençliğine düşmektedir.

 

    En az 10 karakter gerekli


    HIZLI YORUM YAP