Milliyet’le özdeşleşen Sami Kohen, Milliyet’e ilk adımını 1954 yılında İstanbul Ekspres gazetesinde birlikte çalıştığı Abdi İpekçi’nin teklifiyle atmış ve dış haberler alanında bir çığır açmıştı. İşte Kohen’in kaleminden haber peşinde koşarken yaşadığı birbirinden ilginç anılar…
Masör taktiği
1960’ların başında Arnavutluk, komünist blokun en kapalı ve dünyanın en izole ülkesiydi. Arnavutluk hiçbir yabancının nüfuz edemediği, kendi insanlarının da ülke dışına çıkamadığı bir “Çelik Perde” ile çevriliydi. Arnavutluk lideri Enver Hoca ülkede mutlak bir hakimiyet kurmuş, komünizmin en dogmatik ve koyu versiyonunu uygulamaya koymuştu. Aslında Avrupa’nın en fakir ve geri ülkesi olan Arnavutluk’un o sırada Sovyet yardımına büyük ihtiyacı vardı. Ancak Enver Hoca, dönemin Sovyet liderlerine -bu arada Nikita Kruşçev’e- ideolojik temelde saldırmaktan çekinmiyordu. Oysa Moskova’nın bu saldırılara tahammülü yoktu. Nitekim Sovyet lideri Kruşçev, Enver Hoca’yı hizaya getirmek için Arnavutluk’a bütün yardımlarını kesti. O dönemde Arnavutluk’ta olup bitenleri öğrenmek neredeyse imkansızdı. 1963 sonbaharında bir fırsat çıktı: Başkent Tiran’da bir Balkan futbol karşılaşması olacak ve buna Türkiye de katılacaktı. Acaba ben Türk takımına bir şekilde takılabilir miydim? Spor servisindeki arkadaşların çabasıyla giden takıma dahil olabildim. Nasıl mı? “Masör” sıfatıyla! Tabii çok geçmeden “masör” olmadığım ortaya çıktı! Sıkıntılı anlar geçirdim. Ama sonunda, güvenlik ajanlarının peşimi bırakmamasına rağmen, röportajlarımı yapabildim. Bu arada filmlerime de el konuldu. Neyse ki, sınırı çevreleyen o korkunç elektrikli tel örgünün birkaç resmini kurtarabildim. Yabancı ajanslar bu resimleri ve yazıları Milliyet’e atfen dünya basınına aktarıyordu…
Kişiye özel vize anlaşması!
29 Aralık 1965’te Milliyet Kıbrıs’a kanlı olaylardan iki yıl sonra girmeyi başaran ilk Türk gazetesi olarak, Başpiskopos Makarios ile yaptığım söyleşiyi manşetten bildiriyordu…
Bunu gerçekleştirmek kolay olmadı. 1965’in aralık ayında Romanya’daki bir uluslararası konferansı izlerken, Kıbrıs (Rum) Radyo TV Kurumu’nun müdürü Markides ile tanıştım. Bu zat, Makarios’a yakınlığı ile tanınıyordu. Ben de bunu fırsat bildim; kendisine Kıbrıs’a gitmek ve Makarios ile bir mülakat yapmak istediğimi söyledim. “Neden olmasın, bakarız” gibisinden bir yanıt verdi. Ertesi gün konferans tam dağılırken “Kıbrıs’a ne zaman gelmek istersiniz?” diye sorunca şaşırdım. Ve aynı şaşkınlık içinde “Hemen bugün, sizinle olabilir mi?” diye karşılık verdim. Markides’in eşliğinde Lefkoşa’ya gittim ve temaslarıma başladım. İki gün sonra da Makarios ile görüştüm.
Ayrılmadan önce, tekrar adaya gelmeme ve kendisiyle görüşmeme izin verilip verilmeyeceğini sordum. Başkanlık dairesine bir telgraf çekerek ne zaman gelmek istediğimi bildirmemi önerdi. Ben de çok geçmeden bunu denedim. Gerçekten telgrafa olumlu cevap aldım ve tekrar Atina yolu ile Lefkoşa’ya gidebildim.
Makarios ile o gün yaptığım “kişiye özel vize anlaşması” sayesinde, Kıbrıs’ta Türklere karşı girişilen kanlı saldırıların ikinci dalgasını da anında ve yerinde -15 Kasım 1967’de, Geçitkale’de- izlemek olanağını sağlamış oldum…
Prag’da tank ateşi
1968 Ağustos’unda, Sovyet ordusunun Doğu Avrupa’da bazı askeri manevralar düzenleyeceği haberi geliyordu. Ben Prag’a gidebilirim diye Çekoslovak Konsolosluğu’na başvurup vizemi aldım. Ama 21 Ağustos sabahı Sovyet tanklarının Çekoslovak topraklarına girmeye başladığı haberleri geldiği ve benim derhal uçağa atlayıp Viyana’ya uçtuğum saatlerde, vizenin olması bir şey kazandırmıyordu. Çünkü Sovyet ordusunun ilk işi, sınırları kapatmak, ülkeye tüm girişleri yasaklamak olmuştu. İşgalin ilk günü binlerce kişi Bratislava yolu ile ülkeyi terk etti ama ertesi gün göç kesildi. Ben ilk gün diğer birçok meslektaşımla Bratislava’dan girmeye çalıştım ama olmadı. Ülkenin Batı kesimine henüz Sovyet askerlerinin ulaşmadığını, oradan giriş-çıkışların devam ettiğini öğrendim. Derhal bir araba kiralayıp o bölgedeki bir köprüden geçip Çek hudut karakoluna ulaştım. Genç bir nöbetçiye vizemi gösterdim, gazeteci olduğumu ve Prag’a gitmek istediğimi anlattım. Bana söylediklerini hiç unutmayacağım: “Ruslar buraya gelmeden Prag’a gitmenize yardımcı olacağım. Lütfen gidin, görün ve yazın. Bütün dünya bu felaketi öğrensin.” Genç Çek subayının yardımıyla yaptığım maceralı bir seyahattan sonra, Sovyet tanklarının sivillere açtığı ateş arasında Prag’a girdim. Ve nöbetçi subayın dediği gibi bu dramı duyurmaya çalıştım…
‘Yeni bir ülke’ye adım
1970’lerin başında Çin Halk Cumhuriyeti -o zaman sıkça kullanılan tabiriyle Kızıl Çin- Mao Tse Tung’un yönetiminde, büyük bir devrim geçiriyordu. Komünist yönetim, “Kültür Devrimi” adı verilen katı ideolojisi ve sert uygulamalarıyla, farklı bir Çin yaratmak istiyordu. Dünya bu önemli oluşumu ancak uzaktan izleyebiliyordu. Çin’in çok az ülke ile diplomatik ilişkileri -ve dolayısıyla Pekin’de pek az yabancı elçilik- vardı. Ülkeye yabancı gazetecilerin girmesine pek ender izin veriliyordu. Çin makamlarının yabancı gazetecilerin ülkeye girip çalışabilmeleri için koştuğu şart, mensup oldukları ülkenin Çin Halk Cumhuriyeti’ni tanıması ve onunla diplomatik ilişki kurmasıydı. 1971’in başlarında Türkiye Çin’i tanımaya karar verdi. Çetin müzakerelerden sonra Ağustos ayında bir protokol imzalandı. O sırada Paris’teydim. Büyükelçimiz Hasan Esat Işık’a Çin’e gitmek için öteden beri uğraştığımı anlattım ve “Umarım şimdi diplomatik ilişki kurulduğuna göre, bana vize verirler” dedim. Vize için formları doldurdum ve cevap beklemeye başladım. Bu cevap haftalar sonra geldi. Ama bu kez cevap olumlu idi. Üç haftalık Çin gezisi sırasında gördüklerim, gerçekten çok farklı, yeni bir Çin’in kurulmakta olduğunu gösteriyordu.
Kültür Devrimi, ülkenin kalkınmasında Mao’nun deyişiyle “büyük bir ileri atılım” oluşturuyordu ama öte yandan bu aynı zamanda insanları gene “büyük liderin” öğretileri çerçevesinde, tek bir kalıba sokuyordu…
Bir devrin sonu
1991’de Sovyetler Birliği’nin ve komünist rejimin son bulması, tarihin en önemli olaylarından birini oluşturuyordu. Bir gazeteci olarak bu tarihi geçiş sürecini yerinde izlemek benim için büyük bir fırsattı.
Rejimin çatırdamakta olduğu, o yılın başlarından itibaren görülüyordu. Ben olaylar zincirinin en dramatik halkasında, 24 Ağustos’taki darbe girişimi ve onu izleyen olaylar sırasında Moskova’daydım. Sovyet liderleri o günlerde 70 küsur yıllık devlet yapısının çökmesi sonucunda, değişik bir birlik oluşturma arayışı içine girmişlerdi. Bu amaçla Kremlin’in modern Kongreler Sarayı’nda Halk Temsilcileri Kongresi’nde, SSCB’nin çeşitli yerlerinden gelen binin üstünde delege, bu konuda düşüncelerini dile getiriyor, önerilen çözüm seçeneklerini hararetle tartışıyordu. O günlerde Moskova’da herkes gibi, dış dünya da nefesini tutmuş, bu kongreden çıkacak kararı merakla bekliyordu. Bu kararın, hem Sovyetler Birliği’nin varlığına, hem de komünist rejime son vermek yönünde olacağını kim tahmin edebilirdi? Verilen hüküm buydu. Bunun hayata geçirilmesi için çok beklenmeyecek, 26 Aralık 1991’de SSCB tarihe karışacak, Kremlin’de orak çekiçli Sovyet bayrağı indirilecekti… Tarihi kararın kesinleştiği gün şöyle yazmıştım: “Kongreler Sarayı’ndan iki tabutun çıkmasına tanık olduk. Birinde SSCB, diğerinde de komünizm yatıyor… Bir dönem de böyle kapanıyor.”
Yüzsüz Zühtü Çin’de
Kohen, 1971 yılında Mao yönetiminde, büyük bir devrim geçiren Çin’deydi. Çin’de yaşadığı ilginç bir olayı da şöyle anlatıyor: “Uzun seyahatlere gittiğim zaman arkadaşlar ufak tefek siparişler verirdi. Çin’e gitmeden önce sordum. Altan Erbulak o sıralar Yüzsüz Zühtü diye bir oyun sahneliyordu. Yurt dışına gidenlere afiş veriyor. ‘Şanzelize’de bir yere koy, fotoğrafını çek. Biz de Yüzsüz Zühtü Paris’te diyelim’ diyordu. Bana da bir afiş verdi. Pekin’de arka planda Mao’nun kocaman resmi, iki tarafta kocaman kızıl bayrak bundan güzel sahne olamaz. Mihmandarım Ko anlamadı ne yaptığımı. ‘Bu afişi meydana mı asacaksınız? Yüzsüz Zühtü kim? Altan Erbulak kimin hesabına çalışıyor?’ diye sıraladı soruları. Afişi direğe asıp yanında poz verdim Ko’ya. Devrim muhafızları gelip yakasına yapıştı. Filmi istediler vermeyince en sonunda gittiler. Fotoğrafları sağ salim götürdüm. Altan sevinçten havalara uçtu.”
Milliyet
BALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
18 gün önceHABERLER
27 gün önce