Balkanlarda yıllardır konuşulmayan veya konuşulmasından hoşlanılmayan bir konu var, o da: Türk sorunu. Osmanlı’nın dağılmasıyla hakim olduğu topraklarda yeni devletlerin veya devletçiklerin kurulmasının ardından hep bu dağılan büyük devletin baskılarından bahsedilmiş. Osmanlı’nın uyguladığı politikalardan uzak, fakat Balkan tarihi kültürüne yakın olan bu konu, yeni kurulan söz konusu devletlerin Osmanlı’ya ve türklere karşı kullanılan en büyük haksız suçlamasıdır. Ancak yeni tarihçilerden Noel Malcolm gibileri, Osmanlı’nın bu tür uygulamalardan uzak kaldığını ifade etmektedir. Diğer taraftan Türklere karşı yapılan katliam ve sindirme politikalardan söz edilmemektedir. Osmanlı’nın dağılmasıyla Balkanlar’da büyük bir Türk nüfüsu bulunup, bir zamanları çoğunluğu ifade ettiği halde, günümzde azınlık derecesine düşmüştür. Buna iten sebeplerin de hiç araştırılmamış olması ilginç sayılan özelliklerden. Diğer yandan Avrupa Birliği’nin bütün azınlıklar hakkında derin bilgilere sahip olmasına rağmen, Türkler hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını, karşılaştığımız yabancı temsilcilerinden öğreniyoruz. Ayrıca AB’nin Balkanlar’daki türklerin kültürlerini yaşatabilmeleri için hiçbir kültürel proje ve proğramlarının olmaması da düşündürücüdür. Daha da vahim olanıysa, ‘burada Türkler de mi yaşıyor?’ sorusunu sormalarıdır.
Diğer taraftan biz Türkler, kendi kültürümüzü yaşatmak için acaba yeterince gayret gösteriyor muyuz? Daha da öte, varlığımızı belirleyecek çalışmalarımız da mı yok? Bu soruları hiç soruyor muyuz kendimize? Eğer bugün buralara yeni tayin edilicek bir İngiltere Büyükelçisi veya Avrupa Birliği temsilcisinin bizler hakkında bilgileri yoksa, kendimize soracağımız ikinci bir soru daha var: ‘bizler neredeyiz?’ Acaba gerçekten Balkanlar’da var mıyız? yoksa gölgelik yapmaktan öte gerçek vucuta kavuşamadık mi hala?
Türk sorunu dediğimizde, bizleri eski komunist rejiminde olsun ondan önceki Krallık Yugoslavya’da olsun hep ikinci planda tutulmamızın, bilerek ve planlı bir şekilde yapıldığını mazeret olarak göstermemizin haklı tarafları fazlasıyla vardır. Ya şimdilerde yaşadığımız demokrasi rejiminde kendimizi ifade edememenin ve anlatamamanın suçunu kendimizde arama zamanı gelmedi mi?
Suçluyu bulmak zor değil, ama bundan daha da önemlisi Türk sorununun yıllardır gerçek tanımının yapılmamasından kaynaklanmaktadır. Çoğu kişi böyle bir sorunun hiçbir zaman olmadığını söyleyeceğini de biliyorum. Bunlara cevap olarak binlerce delil gösterilebilir olmasına rağmen, en büyük delili bir asır boyunca süren göçtür. Fakat ben bu tür kişilerle labirentte dolaşmayı istemediğimden, onları gerçek muhatap olarak görmüyorum. Asıl gerçek muhatabım olarak yeni yetişen, okuyan, düşünen ve böyle bir sorunun varlığını hisseden, ‘akıl yaşta değil başta’ anlayışıyla dinamik olan soydaşlarımı görüyorum.
Bu günlerde Türk sorunu, bizlere eskiden komunist rejiminde olduğu gibi bazı kişiler tarafından, hala gerçekten uzak noktalar çerçevesinde gösterilmeye çalışılıyor. Hala biz Türkler, herkese boyun eğen kardeş olmak zorunda olduğumuzu, hakkımızı aramaya kalkarsak birilerini ve başta devleti rahatsız edeceğimizi, söyleyenler tarafından aldatıldığımızın farkında değiliz. Bir nebze sindirme politikaları eskiden yabancılar ve içimizdeki işbirlikçiler tarafından değil, içimizde rahatça demokrasinin serbest söyleme hakkını kullananlar yapıyor. Türk sorunu bizlerin görmesi gerektiği gibi değil, bazılarının istediği şeklinde gösterilmeye devam ediliyor. Böyle olmasaydı geçen son 20 sene bir geriye bakın ve herkes kazançlı çıkarken bizlerin neler kaybettiklerini sayarak bitirebilir miyiz? 90’larda eski Doğu blokunda özgürlük rüzgarları eserken, ülkemizin bir geri adım atarak kurucu unsuru olarak milletimizin adını anayasadan çıkardığında kaç kişi hakkımızı savundu da sesimiz yine geleneğimizin bir parçası olan sıcak odalarımızdan öteye gitmedi? Sonra da azınlık olma peşine bir peşin hükümle koşturulduk. Daha da vahim olanı, azınlık olarak elde ettiğimiz hakların elimizden bir faşist uygulama ile geri alınması oldu. %20 nüfusa sahip olanlar ancak o haklara sahip olabildiler. Avrupa Birliği devletleri arasında sınırların kaldırıldığı sıralarda, bizlerde yeniden hem de bir devlet içinde inşa edildi. Balkanlar’ın vazgeçilmezliğindendir birilerinin mutlak üstünlüğünün olması. Bu, pek çok sorunu olan bir milletin çözümsüzlük içinde gömüldüğü anlamına gelmez. Biz hala forumlar oruşturmaya çalışmalıyız ve çözümü bulmadan önce sorunu çok iyi bir şekilde tespit etmeliyiz. Bu da demokratik ve sosyal ihtiyaçlar çerçevesinde yapılmalıdır.
Günümüzde Türk sorunu, demokratik ve özgür beyinler tarafından ele alınıp değerlendirilmeli; yoksa bunu tam bir millet şuuru içinde yapmıyacaksak hala, bize başkaları hem dert hem de derman olmaya devam edecektir.
HABERLER
19 saat önceHABERLER
19 saat önceKÖŞE YAZARLARI
4 gün önceKÖŞE YAZARLARI
9 gün önceKÖŞE YAZARLARI
15 gün önce