Kıbrıs Rum tarafı 1990 yılında AB’ye aday oldu ama sınır sorunu olduğundan ve de Anayasası içeriğince Türkiye ile Yunanistan’ın üye olmadığı bir birliğe giremeyeceğinden, özellikle İngiliz Hükümeti bu başvurunun ilk zamanlarında bu üyeliğin pek gerçekleşebilme olasılığı olmadığını söylüyordu. İmdada Yunanistan yetişti ve Almanya’nın çevresindeki küçük devletler ile Malta’yı üye yapmak girişimini fırsat bilerek, Kıbrıs’ın da bu üyelik süreci içine alınmasını aksi takdirde tüm üyeleri veto edeceği baskısını başlattı ve sonunda da başarılı oldu. Başvurudan sonra Rum Yönetimi eski Cumhurbaşkanı Glafkos Klerides, 1993–2003 yılları arasındaki Cumhurbaşkanlığı döneminde yeni bir stratejiyi ortaya attı. Klerides, “AB’ye üyelik için müracaatımızın nedeni siyasidir, ekonomik değildir” diyerek esas amaçlarının 21 Aralık 1963 saldırılarından sonra gasp ettikleri “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti” unvanı altında 1960 Antlaşmalarından kurtulmak girişimlerini lehlerine sonuçlandırmak olduğunu ortaya koydu. 2002 yılında da Kıbrıs Rum Cumhuriyeti’nin AB’ye giriş tarihi belirginleşince, “Türkleri AB çemberine alarak Türkiye’nin Kıbrıs üzerindeki haklarını tümüyle yok edelim ve adanın tek sahibi olalım” düşüncesini ve stratejisini açıkladı. Mantıklıydı bu belirledikleri strateji. Zaten asırlardır da aynı stratejiyi Türklere karşı uygulamışlardı.
1821 MORA İSYANI
1821 Mora isyanında Türk ordusunun Atina’ya girmiş olmasına rağmen aradan sadece yedi sene geçtikten sonra Avrupa Devletlerinin Osmanlı Devletine yaptıkları baskılar ve yalan vaatler sonrasında Yunanistan Devleti kurulmuştu. Ve ondan sonra da bir tek silah atmadan ve de savaşmadan, Avrupa Ülkeleri sayesinde Osmanlı devletinden parça parça topraklar alarak bu günkü sınırlarına ulaştılar. Girit adasını da Avrupa devletleri yağdan kıl çeker gibi Osmanlı Devletinin elinden almışlar ve Yunanistan’a hediye etmişlerdi. Klerides’in belirlediği strateji de tamamen bunların aynısıydı. “Türkiye’yi silah gücü ve askeri bir saldırıyla yenmemiz olası değildir. Türkiye’nin AB’ye katılım başvurusunu fırsat olarak değerlendirelim ve Kıbrıs adasını politik oyunlarla elinden aldıktan sonra üye olup olmaması çokta önemli değil” diyerek son aşamadaki stratejilerini de ortaya koymuştu. O gün bu gündür, Kıbrıs Rum Cumhuriyeti, Türkiye’nin müzakere sürecini her devam ettirmek istediğinde önüne Kıbrıs’a yönelik bir takım tavizler koydu, başlıkları veto etti ve Türkiye’yi boyuna posuna bakmadan sıkıştırmaya çalıştı. 12 Haziran seçimleri bu gidişatı tersine çevirecek şekilde sonuçlandı. Özellikle seçim sürecinde hiçbir siyasi partinin Kıbrıs konusunu propaganda malzemesi yapmaması, AB üyeliğinin hedef olarak öne çıkarılmaması, Türkiye’deki siyasi partilerin programları içinde artık Kıbrıs sorunu ile AB üyeliğinin yer almaması gerçekleri ve bu konuda ileride yaşanacakları ortaya koyuyor. Var olduğu söylenen “B Planı”nı da adeta kendini hissettirdi bu seçimlerle. 1955-2000 yılları arasında bütün kozlar ve ipler Rumların ve yardakçılarının ellerindeyken, Kıbrıs konusunu istedikleri gibi manipüle edip, kendi çıkar doğrultularına çekmeyi başarmışlardı ama artık bu roller değişim sürecine girdi. Şimdi mali yönden batağa saplanmış Yunanistan ile AB içinde batış sırasında 4.cülüğe oturmuş olan Kıbrıs Rum Cumhuriyetinin, bölgesel bir güç haline gelmiş ve politik oyun kurucu konumundaki Türkiye’nin karşısında hiçbir şansları kalmadı. Elbette ki Kıbrıs konusu bundan böyle onların istedikleri yönde değil de Türkiye’nin istediği yönde gidecek. Zaman bize bunu gösterecek.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
4 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
6 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
6 gün önceHABERLER
8 gün önceHABERLER
13 gün önce