“Kıbrıs’ta papazların başlattığı ‘İlhak’ kampanyası, hâlâ hızını kaybetmemiş aynı tempo ile devam edip gitmektedir. 1814’ü takip eden 1921–1931–1955 nihayet 1963’ün kanlı hadiselerinin yazanları ve onu sahneye koyanlar, papazlar olmuştur” 1969
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Büyük bir titizlik içerisinde hazırlanarak adadaki uyuşmazlığın çözümüne katkı olsun diye Annan’ın Belgesi’nin halkoyuna sunulmasının üzerinden dokuz yıl geçti. Bu oylama sırasında hayır diyenler ödüllendirilirlerken evet diyenlerin cezalandırıldıkları belleklerdeki tazeliğini korumaktadır. Geride bıraktığımız dönemde Kıbrıs Türkleri’nin hak kayıplarının ortadan kaldırılması için başlatılan girişimler Rumların marifetleri ile güçlerinin yetmeyeceğini hissettikleri anda işbirlikçileri ile engellediler. Son olarak Avrupa Parlamentosu’nda Kıbrıs Türklerinin “gözlemci üye” olarak temsil edilmesini engellediler. AB Haber sitesinde yer alan haberin başlığı; “Rum ve Yunan Avrupa Parlamentosu milletvekillerinin yalanlarına bu sefer Füle’yi de kattılar”. Yanıltıldığını anlayan Bay Füle bu kez, “AB Kıbrıslı Türklerin AB ile yakınlaşmasını destekliyor” açıklamasını yaparak bir anlamda günahını çıkarıyor. Bir yandan çözüm adına görüşmeler yapılırken diğer yandan Kıbrıs Türklerine verilmesi düşünülen gözlemci üye olmasını içlerine sindiremiyorlar. Böyle bir yaklaşımı ortalık yere koyanlarla adil bir çözüm olabileceğini düşünmek bile istemiyoruz.
ANNAN BELGESİ’NİN OYLANMASININ 9. YILINDA
Annan’ın Belgesi’nin oylanmasının dokuzuncu yılında huylunun huyundan vazgeçmediğini görüyoruz. Önümüzdeki dönemde benzer planların önlerine konması durumunda kabul etmeyeceklerini vurguluyorlar. Filelefteros gazetesinde yer alan haberde, Edek “Halkın, 2004 yılında olduğu gibi, geleceğini Türk yayılmacılığına ipotek eden her çözüme ‘hayır’ diyeceğini” vurgularken Diko; “ Kıbrıs Helenizminin ‘hayır’nın tüm siyasi güçler için daimi direktif olduğunu” belirtiyor. Rum siyasi partilerinin çözüme bakışlarının değişmediği bir kez daha ortalık yerlere çıkıyor. Kıbrıs Türkleri’nin içinde bulunduğu tanınmamışlık sıkıntısı her geçen gün yeni boyutlar kazanarak devam edecek gibi görünüyor. Karşı taraf ekonomik açmazını kısa sürede belki aşamayacaktır. Çünkü ekonomik açmazın bütün dünyada yıllarca süreceği de öngörülüyor. Mendil büyüklüğündeki ülkenin önde gidenleri toplayıcılığa alışkın olduklarından bu konu ile uğraşarak ayaktopu söylemi ile topu taca atmaya devam edeceklerdir. Çözüme ivedilikle gereksinim duyan Kıbrıs Türklerinin bu isteklerinin gerçekleşmesi Godo’ya havale edilmiş oluyor.
Güneydeki yönetimin Dışişleri Bakanı da ortamı yumuşatmak görüntüsü vermek istiyor. “Türkiye ile müzakere edebilmemizin yolları bulunmalıdır” diye konuşan Bay Yuannis Kasulidos teknik nedenlerle, yakın gelecekte İsrail’le bir doğalgaz anlaşması imzalanmasının beklenilmemesi gerektiğinin altını çiziyordu. Simerini gazetesindeki açıklamasında “Ekonomi başka, Kıbrıs sorunu ve doğalgaz başka” diyor. Gelinen bu noktada Kıbrıs sorununu çözmek gibi önceliklerinin olmadığı görülüyor. Öncelikleri ekonomi oluyor… Bay Kasulides de Annan’ın Belgesi tartışmalarına katılarak; “Annan Planı Kıbrıs halkının 2004’teki kararı ile öldü. Aynı zamanda bir plan reddedildiği anda yok sayılacağı BM Genel Yazmanı’nın önerisiydi” diyor. Ne menem planmış ki bir taraftan öldürüyorlar diğer taraftan canlandırılmaya çalışıyor. Dokuz canlı ejderhaya benziyor. Adanın güneyindeki yönetimlerde değişik dönemlerde Dışişleri- Ticaret Sanayi ve Turizm Bakanlıkları görevinde bulunmuş olan Bay Nikos Rolandis’i sağduyulu bir siyasetçi olarak tanımlamak olasıdır. Filelefteros gazetesinde yer alan değerlendirmesinde, “1948’den başlayarak bugüne kadar Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik 15 inisiyatifi reddettik ve sonra kalkıp ödünler verdik diyoruz. Buna karşın gerçekte inisiyatifleri birbiri ardına reddederek 2004’te en kötü çözüm olan Annan Planı’na ulaştık. Bugün koşullar, Annan Planı dönemindekinden çok daha kötüdür” diyor. Barışa ve çözüme öncelik ve ivedilikle Kıbrıs Türklerinin gereksinimlerinin olduğu biliniyor. Karşı tarafın unsuz ip bırakmadığı noktada Bay Aleksandr Dovner “Herhangi bir takvim konusuna girmek istemiyorum” diye konuşuyor. Birleşik Amerika Devletleri ile AB’de kendi çıkarları için Birleşik bir Kıbrıs’ın kurulması gerektiğinin türküsünü çığırıyorlar. Adada çözüm adına pek umutlu olmadığımızın bilincindeyiz. Bu bilinçle uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımızın teslim edilmesini istemek durumundayız. Aksi halde Kıbrıs Türklerinin haklarını gasp edenler bizlerden helâllik isteyebilirler. Haklarımız teslim edilmeden helâllik vermememiz gerekiyor mu ne…
HABERLER
2 gün önceHABERLER
2 gün önceKÖŞE YAZARLARI
5 gün önceKÖŞE YAZARLARI
10 gün önceKÖŞE YAZARLARI
16 gün önce