Şüphesiz ki bizim kuşağın, hatıralarında yer eden takriben 60 – 65 yıl öncesinin Ramazanları ve Bayramları sadece Makedonya’da değil, yurdumuzda da bir başka geçer ve bugün için o eski haz, coşku ve heyecanın geriye dönüşü olmayacağına göre, yeni kuşaklara bu güzel anıları nakletmek bizlere düşmektedir. Hatırlayabildiğim kadarıyla 1940’lı yılların sonu ile Türkiye’ye göç ediş tarihimiz olan 1957 yılının Nisan ayına kadar olan süre içerisinde, Ramazanlar ve Bayramlar, sadece çocuklar için değil, yetişkinler için de bir başka coşku, heyecan ve mana taşırdı. Makedonya’da 1953 ve 1959 yılları arasında Anavatan’a yaşanan o koca göçe rağmen, bu geleneğin eskisi kadar olmasa bile, yine de sürdürüldüğüne, Üsküp’te T.C. Üsküp Büyükelçiliği Kültür Müşavirliği görevinde bulunduğum 1999-2002 arasında ve daha sonra Makedonya’ya yaptığım seyahatlerde tanık oldum. 1950’li yılların başında Büyük Göçün öncesinde bilindiği gibi Makedonya’nın bir çok yerleşim biriminde Türk nüfus çoğunluktaydı. Bu itibarla çoğunluğun verdiği bağlılık, güç ve gelenekleri muhafaza etme duygusu hala belleğimde silinmeyen tatlı ve yarı hüzün dolu bir anıdır.
OHRİ’DEKİ ÇINARALTI KAHVESİ
Bir sanatçı olmam dolayısıyla zaman zaman duygusallığım ağır basarak “Ah keşke o günleri bir daha yaşasam ya da yeni nesil bu günleri yaşasın diyorum.” Çocukluğumun geçtiği Makedonya’nın incisi Ohri’de Ramazan öncesinde o zamanın kıt ekonomik şartlarına göre kıt kanaat çeşitli hazırlıklar yapılırdı. Türklerin gittiği ve bugün için anılarda kalan ve yerinde artık başka bir iki iş yeri bulunan Çınaraltı Kahvesi’nde artık içki içilmez ve büyüklerimiz teravih namazından sonra sohbetlerini yapmak için bu kahveye gider ve orada ada çayı ya da kahvelerini yudumlayarak sahur vaktinin yaklaşmasını bekler ve sahur yemeklerini yemek için evlerinin yollarını tutarlardı. Ada çayı diyorum çünkü o tarihlerde demli çay olan şimdiki Karadeniz çayı pek bulunmazdı ve lüks sayılabilen bu çaya Rus Çayı denirdi. Bunun yerine ada çayı içilirdi. Ohri’de ada çayına halen Dağ Çayı denir. Bu Çınaraltı Kahvesi ki Osmanlı döneminden beri birçok anıyı da yıkılan duvarlarıyla beraber götürmüştür. Ben bu kahvede yaklaşık 8 yaşlarındayken, bugün için Türküsü dillere destan olan meşhur Tahir Aga’yı görmüştüm. Bu Türkü “Viran kalsın Tahir Aga Meyhaneler” diye başlayan türküdür. Çınaraltı Kahvesi’ne rahmetli dayımla birlikte gitmiştik, dayım bir arkadaşını sormak için bu kahveye uğramış ve yanında ben de vardım. Rahmetli Tahir Aga içki masasında tayfasıyla oturmuş duygusal bir şekilde “Dayler- Dayler” şarkısını söylüyordu. Delikanlılık çağında olanlar ise iftar ve teravih namazından sonra her gece bir kişinin evinde toplanır, mevsimine göre meyveler ve lokum ikram edilir ve sohbetler yapılırdı. O tarihlerde Makedonya’da çok sayıda Türk yaşadığı için, hem iftar ve hem de sahurda, Ohri Gölü kıyısında Sazlık Mahallesinde “İskele ile Dalyan arasındaki sahil Şeridi”
(1950’li yılların başında bu sahilde 65 ev vardı bu evlerin 60’ı Türklere, 5’i ise Makedonlara aitti. Bugün ise bu tablo, bu durumun tam tersidir.) Ayrıca davul, kalede de çalınır ve bu şekilde Ohri’ nin bütün semtlerinden davul sesi duyulurdu. Ancak bu arada Hıristiyan ahalinin sahurda davul çalınması konusundaki hoşgörüsünü de saygıyla anmak gerekmektedir. 1950’li yıllarının başlarında ramazan yaz aylarına rastlamaktaydı. Ohri’de güzel bir yaz akşamında ve mehtaplı bir gecede Sahur için göl kıyısındaki Dalyan’da davulunu çalmaya başlayan Roman davulcuya, rahmetli dayım birkaç arkadaşıyla birlikte bahşiş vermiş ve belli bir süre davulla halay çektiklerini hatırlıyorum. Yine o yıllarda mutfaklara henüz beyaz eşya teknolojisi girmemişti. Yiyecekler her gün günlük olarak hazırlanır her evde bulunan tel dolapta saklanırdı. Mutfaklara buzdolabı ve modern pişirici ev aletleri henüz girmemişti. Rahmetli büyükannem harp sonrası yılların verdiği yoklukla fazla çeşidi olmayan fakat buram buram mis kokan lezzetli iftar soframıza, başta pite olmak üzere iki üç çeşit yemeği hazırlardı. İftar yemeğinden sonra ise, bu gün için belki güç olan, merhum annem ve büyük annem hemen taze sahur yemeğini pişirmeye başlarlardı.
Biz çocuklara gelince; bizler bu heyecanı büyüklerimizle beraber hisseder ve paylaşır, dört gözle bayramın gelmesini beklerdik. Çünkü Bayram için kıt kanaat alınan ve bu günkü kadar bol çeşidi olmayan bayramlıklarımızı giymek için bayramın gelmesini büyük bir heyecanla beklerdik, hatta arifeyi bayramı bağlayan gece bizleri uyku bile tutmazdı. Bayram namazından sonra kabir ziyaretleri yapılır sonra evde kahvaltı yenir fakat en önemlisi Bayram Kuşluğu idi. Bu kuşluğun başyemeği Büryan ve Baklavaydı.
BAKLAVA HIRİSTİYANLARA HEDİYE EDİLİRDİ
Komşu Hıristiyan ailelere ise bir tabakta güzel bir örtü örtülmüş şekilde baklava ikram edilirdi. Baklava Makedonya’da Hıristiyanların yapmayı beceremediği bir tatlı çeşidiydi. Bunun için komşumuz Yunanlı dostlarımızın ” Baklava Bizim kültürümüzdür” şeklindeki iddialarına ülkemizde ve Balkanlarda gülmeyecek insanı zor bulursunuz. Bayram ise akraba ve dost ziyaretlerinde çocuklara verilecek olan bayram bahşişi biz çocuklara ayrı bir heyecan vesilesi olurdu. Bayram namazından sonra davulcu davulunu bütün mahallede çalar ve arada bir gençler halay çekerlerdi. Davulcuya aileler maddi durumlarına göre bahşiş, ya da el havlusu gibi hediyeler verirlerdi. O mahallede yeni evli bir çift varsa, o aile tarafından davulcuya çevre denilen oyalı bir ipek mendil hediye olarak verilirdi.
Ramazan Bayramı’ndan sonra gelen Kurban Bayramı ise Ramazan bayramları kadar olmasa bile, yine de coşku içerisinde geçerdi. Kurban kesebilecek ekonomik güçte olan kimseler Kurban Bayramı öncesi kurbanlıklarını seçerek evlerine götürür. Kurban Bayramı namazından sonra kurbanlar kesilir, önce ihtiyacı olanlara sonra da akraba dostlara kurban etleri bir beyaz temiz beze sarılarak dağıtılırdı. Her iki bayramın ortak yanları; ailece beraber yenen bayram kuşluğu, kabir ziyaretleri, eş dost ve akraba ziyaretleri, çocuklara yeni alınan elbiseler ve çocuklara verilen harçlıklardı. Çok tatlı anılarla dolu olan o günlerin Makedonya’sında ki bu Ramazan ve bayramlara uzun yıllar sonra Ohri ve Struga’da tanık oldum. Uzun yıllar sonra bu güzel geleneklerimizin eskisi gibi olmasa da tekrar yaşatıldığına tanık olmak, beni o eski günlere tekrar götürdü ve tarifi olmayan bir şekilde duygulandırdı. Bu arada aklıma gelen başka bir konuyu sizlerle paylaşmak istiyorum. Benim çocukluğumda Makedonya’da, centilmen, eli açık, dürüst ve mert olan bir kimseye, erkek olsun ya da hanım olsun o kişi için “O Osmanli’dır ” derlerdi. Satırlarımı gururumuz olan Üsküp’te doğup orada 18 yaşına kadar yaşamış olan Büyük Şairimiz Yahya Kemal Beyatlı’nın Üsküp için yazdığı Kaybolan Şehir adlı şiirin son mısrasıyla bitirmek istiyorum.
Çok sürse ayrılık, aradan geçse de çok sene
Sen bizde olmasan da, biz sendeyiz yine.
Nice sağlıklı ve mutlu Ramazanlara ve Bayramlara.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
6 gün önceHABERLER
10 gün önce