“Şu kadarına inanıyorum ki ne hükümeti ne de milletvekillerini küçük düşürmek için vesileler yaratmadım, yaratmayacağım. Fakat gözle görülen ve toplumun aleyhine sonuçlar verecek hareketler çıkarsa bunlar hangi partiden çıkmışsa onları eleştirmek hakkımdır zannederim. Uzun seneler, yıkıcı tenkitlerin topluma neye mal olduğunu ve olacağını bana öğretmiş olduğundan onlardan daima kaçmasını bildim, bundan da ayrılacak değilim”.
1980
Dr. Fazıl KÜÇÜK
Ağırlıklı olarak bölgemizde yaşanan çatışmalardan kaçanlar, daha iyi bir yaşam uğruna ülkelerinden ayrılıyorlar. İlk sığındıkları yer genellikle Türkiye olmasına karşın sığınabilecekleri ülke bulunca da yollara düşüyorlar. Yolculuk sırasında bazılarının yaşamları denizin ortasında sonlanıyor. Bunu “insanlık dramı” olarak okumak gerekiyor. Yaşama tutunmayı başaranları bu kez daha büyük zorluklar bekliyor. Dünyaya insanlık ve çağdaşlık dersi vermeye çalışan ülkeler göçmen diye tanımladıkları kişileri ülkelerine almamak için suyu tükenmiş derelerden su getirmeye çalışıyorlar. Gelişmekte olan bazı ülkeler ise bu sığınmacılara sınırlı da olsa barınma olanağını sağlıyorlar. Yapılan bu uygulama, vücudu saran kanseri aspirinle tedavi etmekle bire bir örtüşüyor. Buna karşın göçmen cenneti olarak bilinen ülkelerin başında İsveç’in geldiğini söylersek fazladan abartmış olmayacağız. Böyle olmasına karşın uygulamaya karşı çıkanların sayısı bir hayli arttı. Buna koşut sıkı bir şekilde örgütlendiği bilinen ırkçı partinin son dönemde oylarını arttırarak birinci parti konumuna yükseldiğini kaydetmek durumundayız.
IRKÇI SÖYLEMLER
Irkçı söylemlerin öne çıkmasının nedenlerinin başında yabancıların çocuk sayılarının fazla olmasını gösteriyorlar. Danimarka ve İsveç’e yaptığımız ziyarette konuştuğumuz kişilerin bu olguyu öne çıkardıklarını gözlemlemiş bulunuyoruz. Doğal olarak bu söylem bir nefret söylemidir. Kendilerinin de çok çocuk sahibi olabileceklerini söylediğimiz de ise “niye çok sayıda çocuk sahibi olayım” diye yanıt aldığımızı belirtmek istiyoruz. Azınlığa düşeriz kuşkusunun yaygın olduğu Avrupa anakarasında ırkçı partilerin bu nedenlerle prim yapmaları doğaldır. Bu bakış açısı ise üzücü sonuçlara da çağrı çıkarmaktadır. Sosyolojik olarak olaya bakıldığı zaman yükselen ırkçılık olgusu ülkedeki genel oy oranlarının yüzde 10’ların üzerine çıkması sonrasında çatışmaya neden olmaktadır. 20. yüzyılda yaşadığımız iki paylaşım savaşının bu nedenle yaşandığını anımsatmak istiyoruz. AB’nin böyyük patronu olan Almanya, şimdilerde sığınmacı veya göçmen diye tanımlananlara karşı başlayan saldırıları önlemek için boğuşuyor. Ağırlıklı olarak Almanya da başlayan saldırıların diğer üye ülkelere de yayılması kuşkusu yaygın bir kanıdır. İ-kinci Paylaşım Savaşı sırasında ve sonrasında Nazi zulmü nedeniyle ülkelerinden ayrılanlara Türkiye başta olmak üzere bütün ülkelerin kucak açtığını da anımsatmak durumundayız. Avrupa anakarasında bunlar yaşanırken bölgemizde dengelerin değişmekte olduğu görülüyor. Her ikisi de kandan beslenen İsrail ile Hamas örgütü ateşkes koşullarının kalıcı olması için görüşmeler yapmaya başladılar. Yapılan bu görüşmeleri değerlendiren İsrail Dışişleri Bakanlığı Direktörü Dore Gold’un açıklamasına göre uzlaşma sağlanırsa –ki bu konuda iddialı konuşuyor- Gazze’nin yüzer bir limanla KKTC’ne bağlanmasının masada olduğunu söylüyor. Bu açıklamaya koşut olarak sormak durumundayız. Kıbrıs adasını da mı vaat edilmiş topraklar olarak görüyorsunuz? Böyle bir ortamda adada yapılan müzakerelerin hangi amaca hizmet edeceğinin de sorgulanması kaçınılmazdır. Bir yandan üzerinde anlaşılan konuların çoğaldığı belirtilirken güvenlik-garantiler-toprak gibi başat konularda uzlaşmanın sağlanamadığı biliniyor. Türkiye kökenliler diye tanımladıkları kişilerin konusunu da sıklıkla gündeme taşıyorlar. Taşımakla kalmayıp görüşmelere adeta meze yapıyorlar. Bu insanlık dışı uygulamaya dur demenin zamanı gelmiş hatta çoktan geçmiştir. Aradan 41 yıl geçmiş olmasına karşın konuyu gündeme taşımak yukarıda da belirttiğimiz gibi insanlık dışıdır. Yunanistan’dan getirilerek Baf bölgesine yerleştirilen Pontus kökenlilerin sayısının 100 bin civarında olduğunu çok önceleri bizzat Rum İçişleri Bakanı tarafından açıklanmıştı. Bu konunun öncelikle gündeme taşınması gerektiğini düşünüyoruz. Uzlaşma sağlanamayan diğer bir konu ise yeni başkanlık sistemine ilişkindir. Karşı tarafın aklı başında sayılan Dışişleri Bakanı Bay Yannakis Kasulides, “dönüşümlü başkanlık adil değil” diyerek karşı çıkarken “İngilizlerden de garantileri reddetmesini isteyelim” diyordu. Filelefteros gazetesinde yer alan söyleşisinde, “Yunanistan Dışişleri Bakanı’nın garantiler konusunda girişim üstlendiğini, İngiltere’den garantör rolüne devam etmekle ilgilenmediğini doğrudan açıklamasını neden istemediklerini” de sorguluyor. Adanın güneyinde bulunan İngiliz üslerinin Garanti Anlaşmasının ilgili hükümlerine göre konuşlu bulunduğu da biliniyor. Gelinen bu noktada başat konularda uzlaşma sağlanamazken bazı konularda uzlaşmanın olduğunun açıklanması görüşmecinin mezesi mi oluyor?
HABERLER
3 saat önceHABERLER
3 saat önceKÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önce