AB ve Balkanlar’da akıl tutulması

8 Mayıs 2024 - 01:45

1977'de İstanbul'da doğdum. İstanbul Üniversitesi Coğrafya Bölümünde Lisans ve Yüksek Lisans yaptıktan sonra bir süre çeşitli eğitim kurumlarında Coğrafya Öğretmeni olarak mesleğimi icra ettim. Ancak Coğrafya tutkusunun getirdiği gezme aşkı ile yeryüzünde başta Avrupa'nın hemen her şehri olmak üzere, Kuzey Afrika'da Tunus'tan Ön Asya'da İsrail'den Güney Asya'da Singapur'a dek yaklaşık 70 kadar ülkede ve kabaca 400 kadar şehirde bulundum. Bu gezilerin kimisi bir kaç günlük, kimisi ise bir aya yakın sürelerde olduğundan yaptığım çeşitli işler ve çok çeşitli sebeplerden ve kimi zaman da bazı yardım derneklerinin gönüllü seyahatlerinden dolayı gittiğim bu ülkelerdeki çalışmaların ve gezilen bölgelerdeki edinimlerin hakkı, esas manada Akademik hayat içerisinde bilime aktarılması gereken gözlemler ve araştırmalar olmalıydı. Bu sebepten İstanbul Üniversitesinde Doktoramı tamamlarken aynı zamanda Akademik hayata bu kez bir üniversite bünyesinde yeniden başlamak gerekti ve Fırat Üniversitesinde akademisyen olarak hizmete başladım. Bu bağlamda Bölgesel Coğrafya Anabilim dalında Doktoramı tamamladım ve Fırat Üniversitesi Coğrafya Bölümüne tayinim dolayısı ile 1,5 yıldır Elazığ'da ikamet etmekteyim. İlki 1990'larda yılında henüz üniversite öğrencisiyken olmak üzere 2013 yılına dek Balkan yarımadasına yönelik ziyaretlerimde 3000'e yakın köy, kasaba ve şehirsel yerleşmede geziler ve araştırmalarda bulundum. Fotoğraflanan bu çalışmalarda söz konusu coğrafyanın etnik yapısı, kültürel çeşitliliği, kriz bölgeleri ve sebepleri üzerine çalışmalarda bulundum. Kimi ulusal ve uluslar arası dergilerde ve sempozyumlarda bu çalışmaların bir kısmı yayınlanmış iken halen yayınlanmaya hazır halde 80 kadar makale üzerinde daha çalışmaktayım. Balkanlarla tanışıklık ise babamın da köyü olan Sivas'ın Zara ilçesinin Dereköy köyündeki Sancak'lı nüfusla olan ilişki yanında eşimin de memleketi olan Arnavutluk ve Arnavut halkı ile olmak üzere iki koldan söz konusudur. Bu sebeplerin tetiklemesi sonucunda ilgi alanımı tamamen Balkan Yarımadası ve Coğrafyası yanında bilhassa Balkan Jeopolitiği ve bunun en önemli öznesi olan Etnik topluluklar üzerine yoğunlaştırdığım bu günlerde halen çok çeşitli ziyaretler ile bölge ile olan bağımı canlı tutmaya çalışırken halkımızın da her geçen gün bu coğrafya ile olan ilişkisini geliştirmeyi amaçlamaktayım. Bu sebepten bir çok gezide gönüllü olarak bölgeyi gezmek isteyen akademisyen ve öğrencilere rehberlik ettiğim de olmuştur. Akıcı derecede İngilizce, Arnavutça, Sırp-Hırvatça ile temel düzeyde Fransızca ve İsveç dili ve az da olsa Arapça bilmekle birlikte Kiril alfabesi ile olan eserlere ve söz konusu dillere yatkınlıktan dolayı bölge haberlerini sıklıkla ve düzenli olarak takip etmekte ve bunlardan ve bölgedeki gözlemlerimden çıkardığım sonuçları sizlerle paylaşmaktayım. Günümün çoğunu sırası ile, akademik etno-kültürel ve etno-coğrafi çalışmalar yanında çok sevdiğim eşim ve oğlum ile geçirmekteyim. Kaybedilene yabancılaştıkça yitirdiğimiz şey o nispette bir başkasına ait haline gelir. Kayıp coğrafya'ya ve insanlarına, insanımızı yaklaştırmak, geçmişteki her acının ve her türlü kaybın telafisi için ilk kapıdır.

Yüksel HOŞ

AB ve Balkanlar’da akıl tutulması

AB ve Balkanlar’da akıl tutulması
Son Güncelleme :

14 Mayıs 2013 - 20:43

291 okuma
(Last Updated On: 14/05/2013)

Avrupa ülkelerinin ve Balkanların gündemi demokrasi ve insan haklarından hayli farklı ve demokrasiden git gide uzaklaşan bir düzleme doğru kaymakta. İnsan hakları zar zor kurallara tutunurken, insana saygı ve değer noktasında ise hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinin ciddi sıkıntıları mevcut.

 

Avrupa Birliğindeki akıl tutulması, Balkanlarda yükselen milliyetçilik ve ülkemizin ileri demokrasi sürecine girmesi ve birbiri ardına yürürlüğe konulan reformlar ile parlayan ve bizlere göz kırpan bir gelecek. İşte gelecek bu kadar parlak. Parlak diyoruz çünkü Avrupa ülkelerinin ve Balkanların gündemi demokrasi ve insan haklarından hayli farklı ve demokrasiden git gide uzaklaşan bir düzleme doğru kaymakta. İnsan hakları zar zor kurallara tutunurken, insana saygı ve değer noktasında ise hemen hemen tüm Avrupa ülkelerinin ciddi sıkıntıları mevcut. Gelecekte batı batmaktayken, Batı ile doğunun ortasında bambaşka bir parıltının kendini belli ediyor olacağına şahit olacağız. Meseleleri doğru analiz etmek için Avrupa ülkelerindeki gidişata bir göz gezdirelim. Buradan yapacağımız çıkarım ise ülkemiz ve daima arka bahçesi olan, olması da gereken Balkanların yeni yüzyıldaki demokrasilerden nasıl etkilendiğini ve rolümüze bir göz atalım. Çünkü mevcut durum bize doğrudan bir rol belirliyor ve fazlasıyla da ilgilendiriyor. Henüz bir iki gün önce ünlü tiyatro sanatçımız Kenan Işık, Belçika’da pasaport kontrolünden sorumlu görevlilerce kendisine uygulanan psikolojik baskıdan duyduğu haklı huzursuzluğunu dile getirmişti.

KENAN IŞIK VE JUSTİN BİEBER ÖRNEKLERİ

Kenan-IşıkHavalimanın kendisinin az ötesinden Justin Bieber, sadece Kanadalı olduğu için kontrolden dahi geçirilmeden ülkeye elini kolunu sallayarak giriyorken sadece Türk ve Müslüman olduğu için Kenan Işık bir psikolojik işkenceye maruz bırakıldı. Kendisine uygunsuz ve saçma sapan sorular sorulmasına duyduğu tepki ile de devlet ricalinin bu olaya gözlerini çevirmesini sağladı. Ancak mesele sadece bunlarla sınırlı değil. Geçtiğimiz yıllarda Fransa devleti ülkedeki Romanya vatandaşı kimi Roma halkının (Çingenelerin) serbest dolaşım hakları olmasına rağmen sınır dışına çıkarılmalarını bir parça cebr ile de olsa sağladı ve ilk kıvılcımı ateşledi. Konu Fransa ve Avrupa Birliği kanunlarına aykırı da olsa yapıldı. Önceki yıllarda ise Almanya’da doğmuş olan bir Türk genci, haylazlıkları sebep gösterilerek hayatında belki de hiç doğru dürüst yaşamadığı Türkiye’ye doğru Almanya’dan sınır dışı edildi. Bu da Alman yasalarına ve AB yasalarına aykırıydı. Ama işlerine gelmiyorsa Almanya için, Fransa için sebep için ille de yasaya bağlılık aranmaz. Bunu oradaki herkes bilir. Babası 30 yıl Almanya’da çalışmış olan gurbetçinin oğlu olarak, ben de iyi biliyorum. Bu sene ise Hollanda’da Schiphol Uluslararası Havalimanı’nda benzeri skandallar yaşandı. Ancak bunlar Egemen Bağış’ın kulağına gidemezdi çünkü mağdurların arkasındaki ülke minicik Arnavutluk’tu. Zaten mağdurunun arkasında falan da değildi. Arnavutluk’un zaten uluslararası alanda ne kadar sesi çıkıyor ki? Doğal olarak bu da dünyada duyulmadı. Duyulması da istenmezdi çünkü fail Hollanda polisleri iken mağdur ise bir Arnavut bayandı. Zaten Srebrenica’da uygulanan katliamın doğrudan sorumlusu olan Hollandalı BM Barış Gücü Komutanı Karremans da nedense bu insanlık dışı katliamdan sorumlu tutulmamıştı ve olay örtbas edilmişti. Anlaşılan Hollanda’ya cesaret veriyor olsa gerek bu tür durumlar. İşte mesele: Olay henüz geçtiğimiz aylarda gerçekleşiyor.

BEBEKLİ ARNAVUT BAYANIN YAŞADIKLARI

Hollanda’ya Mart ayında birkaç haftalığına abisini ziyarete gelen bebekli bir Arnavut bayan, cebinde bin Euro’ya yakın parası, elinde serbest dolaşımlı Arnavut Pasaportu ve davetiyeye rağmen 5 saat sorguya alınıyor. Dahası kendisine ne kadar süre kalacağı, kendisini kimin ve neden çağırdığı ve elindeki paranın yetmeyeceği ve garanti gerektiği gibi saçma sapan bir yığın soru ile gereksiz ve yorucu bir muameleye maruz bırakılıyor. Esasen Hollanda, bunu Arnavut vatandaşlarına ve Bosna Hersek vatandaşlarına sıkça yapması ile ünlüdür. Ülkemize gelen ve çoğu bir kaç yüz Euro’yu cebine koyan ve doğru dürüst pazarlarımızda hiç bir şey harcamadan ülkesine geri dönen ucuzcu Hollandalı turistlere biz bunu yaptık mı acaba? Ya da bi kaç bin tane fazla turist gelsin diye yapmadığı şirinlik kalmayan Arnavutluk hükümeti havalimanlarında Hollandalı turistlere “Yeterli paranız yok ne yapacaksınız bu sürede?” şeklinde küstahça bir soru sorabildiler miydi? Sanmıyorum çünkü bu, misafirperver bir kültüre sahip olmakla alakalıdır. En “gavur”  bildiğimiz Balkan milletlerinden Sırplarda bile bu çeşit bir kendini beğenmiş aymazlığa rastlamazsınız. Çünkü Osmanlı misafirperverliğinden onlara da bulaşmıştır. Hem de fazlasıyla. Bir diğer sabıka ise İsviçre’ye aittir.

KOSOVALI YAŞLI AMCANIN İSVİÇRE MACERASI

Fransa'Daki-çingenelerKosova’dan gelen bir yaşlı amca, kalp hastası olmasına rağmen Friburg havalimanında 5 saate yakın alıkonulur geçtiğimiz senelerde. Kalp hastası olması, yaşlı olması dahi onlar için itibara ve saygıya sebep değildir. Ailesinin gelip güvence kağıdı getirmeleri istenir. Ha doğru. İsviçre AB üyesi değildi. Peki ya diğerleri? Hani Avrupa İdealleri vardı? Hani Avrupa’da serbest dolaşım söz konusuydu? Bu tür meseleleri asla bir İrlandalı, Fransa’ya seyahat edecekse duymayız. Bir İsveçli, bir İngiliz, Danimarkalı, Alman, İsviçreli, İtalyan, Belçikalı, Hollandalıdan da birbirlerinin memleketlerine gidişlerinde bu tür bir sıkıntı ve şikayet duymayız. Çünkü bu ülkeler birbirine devrecilik, kurracılık bağı ile bağlıdır. Askerde, önceki devrenin (kurra’nın) sonraki devreleri ezmesi ve pis işleri vermesi gibi bu ülkeler de birbirleri ile olan ilişkilerinde AB’ye ilk katılan ve son katılanlar sırasına göre diğer Doğu Avrupa ülkelerini ve vatandaşlarını en çok da Balkan ülkelerinin vatandaşlarını, sınırdan içeri alacakları vakit,  adamdan dahi saymazlar. Aldıklarına ise ülkelerinde çoğu kez en pis işleri verir ve bu şekilde ekmek yemelerini sağlarlar. Sırplar; “Avrupa için biz 1389’da kendimizi ortaya attık ve Avrupa için kendimizi feda ettik” derler. İngilizler ve Hollandalıların da Sırpları bu hatıradan dolayı desteklediklerini ve el altından onlara katliam yaptırdıklarını sesli şekilde söyleyenler olmuştur. Kimi İngiliz yazarlar, Sırpları Türklere karşı desteklenmesi gereken kahraman millet olarak görüp onlara deyimi yerinde ise “Avrupa’nın bekçileri” şeklinde gaz vermişlerdir. Onlar gaz verdikçe, Sırplar da Doğu Bosna köylerini o gaz ile ateşe vermekte idiler. Kısacası yine bir pis işi Sırplara yaptırmışlardır. Ancak Sırplar bile Avrupa Birliği’nin gelişmiş ağabey ülkelerinde rahat dolaşamamakta, dolaşmayı bırakın rahat gezememektedirler. Belgrad sokakları, Almanya, Fransa, Hollanda, Danimarka ve Avusturya gibi ülkelerden deporte edilen sırp gençleri ile doludur. Her birinin ayrı bir hikayesi vardır. Avrupa gerçeğini acı bir tokat şeklinde o gençlere çoktan vurmuştur. Avrupa Birliği’nin Comenius, Leonardo da Vinci gibi Eğitim Programlarında da benzeri bir durumu gözlemlemeniz mümkündür. Her ülkedeki liseler, Avrupa Birliği’ndeki bir diğer ülke lisesi ile eşleşmektedir bu programlarda. Ancak nedense üç ayrı blok eşleşmesi görürüz bunlar arasında.

Batı ve Kuzey Avrupa Bloğu

Akdeniz Ülkeleri Bloğu

Doğu Avrupa ve Balkan Ülkeleri Bloğu

Vaktiyle öğretmenlik yaptığım günlerde Comenius partnerleri arardım. Sırası ile onlar bize, biz de onların ülkelerine öğrencilerimizle geziler yapar, gençliğin kaynaşması ve ortak ve faydalı fikirler geliştirmesi için biz de bunu faydalı görürdük. Hala da öyle görüyorum. Ancak bir süre sonra baktım ki, Comenius projelerinde Türkiye ile eşleşenler, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Moldova gibi ülkeler. Arada ise tek tük Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Polonya ve Macaristan da denk düşebiliyor. Bazen de Baltık ülkeleri. Peki İngiltere? Danimarka? İtalya? İsveç, Avusturya? Almanya? Neden yoklar? İşte gerçek Avrupa Birliği’nin fotoğrafı da işte burada ortaya çıkıyordu. Meğerse o ülkelerdeki liseler, Balkan ve Doğu Avrupa ülkeleri ile eşleşmeyi tercih etmediklerinden, bildikleri ve kendileri gibi gelişmiş ülkeler ile eşleştiklerinden dolayı eşleşmeleri çoktan tamamlıyorlarmış. Geriye ise bize eşleşecek Moldova, Polonya ve Bulgaristan kalıyordu yani. İşte bu fikir, Avrupa Birliği’nin gelişmiş ülkelerinden çıkan ve uygulamaya konulan bir fikirdir. Comenius Programı denen şey, Avrupa gençlerinin kaynaşmaları ve sözde Avrupa değerlerini özümsemeleri ve geliştirmek için yürürlüğe sokulan türden programlardır. Ancak anlaşılan Batı Avrupa’nın kendisini Doğu Avrupa ve Balkanlar ile bütünleştirmek ve ortak bir Avrupa değeri kurmak gibi bir düşüncesi yok. Peki mesele nedir? Mesele belli bir ekonomik gelişmeye sahip olmanın verdiği burnu havadalık, kendini bir şey sanmışlık ve bunun yansıdığı hastalıklı bürokrasidir. Avrupa’nın gelişmiş ülkelerindeki liseler dahi Doğu Avrupa ülkeleri ile ve Balkanlarla eşleşmekten kaçınıyorlar ise demek ki bu, tabanda da karşılık gören bir durumdur. Bu tabandan tavana tüm bürokrasiye dek yansımış bir değişmez Avrupa klasiğidir artık. Ve o hastalıklı bürokrasiyi hava limanlarından ülkedeki polis noktalarına ve pazarda size soğuk bakışlar atan satıcıya dek birçok yerde fark edebilirsiniz. Almanya’da geçtiğimiz günlerde yapılan Neonazi davasının yargılama sürecinde ise mahkemeye Türk gazeteleri alınmamıştı.

TÜRK BASININA ALMAN AMBARGOSU

Aslında Neonazilerce öldürülen Türklerin Alman derin devleti ile de bağları biliniyordu ve zaten geçtiğimiz yıllardaki ipuçları ile de ayyuka çıkmıştı. Bu durumda Almanya’nın bu olayın üzerine gitmek yerine, Türk basınına ambargo koyması düşündürücüdür. Nerede peki demokrasi? Yine yok. Yunanistan’da Altın Şafak adlı ırkçı Neonazi partinin kapatılmaması hemen hemen kesinleşti. Her geçen gün Müslümanlara karşı nefret kusan bu parti, geçtiğimiz gün de bir başka nefreti kustu. Irkçı Altın Şafak Partisi, Yunan ırkından olan Hıristiyanlara yemek yardımı yapacağını açıkladı geçenlerde ve bir kaç göstermelik yardımda da bulundu. Ardından kendilerine iletilen,

-Müslümanlara neden kumanya yardımı yapmıyorsunuz? şeklindeki soruya ise

-Artık Müslümanlara da yardım yapacağız. Hem de Domuz eti. Şeklinde küstahça bir söz söyleyebildi. Ancak hala bu partinin kapatılmasından söz edilmiyor. Ayrımcılık, discrimination suçu suç değil miydi Avrupa Birliğinde?

Bulgaristan’da da ATAKA denilen bir başka Neonazi parti deyimi yerinde ise at koşturuyor. Hırvatistan’da ise zaten halkın çoğu faşist olduğu için herhangi bir partinin bu bayrağı devralmasına gerek yok demek yerinde olur. Sırbistan ise AB’ye girmek bahasına ülkesindeki faşizan eğilimli partileri bir ölçüde baskılamakta şu sıralar. Kısacası Avrupa’nın Tuna nehri güneyinde kalan, topraklarının yerlisi olan Balkan halkları, Avrupalılarca adamdan sayılmıyor olmalarının acısını, kendi ülkelerinde milliyetçi refleksler ile aksiyonel bazda ufak tefek topluluklara ve azınlıklara yansıtmaktalar. İskeçe’de bir Türk gencinin öldüresiye dövülmesinde nedense Yunanistan olayın faillerini yakalayamadı veya yakalamadı. Bulgaristan’da ATAKA partisi, eylem yapacak sebep bulamadıklarında, cami avlusunda cuma namazı kılan Müslümanlara ve seccadelerine saldırmaktalar ve hala da saldırmaya devam edecek gibi görünüyorlar. Bir Amerikalı arkadaşımla, Yunanistan’da Altın Şafak ve Bulgaristan’da ise ATAKA partisinin 500 kadar üyesi ile yüz yüze görüşmüştük. O kadar tahammülsüzlerdi ki sizinle konuşmadan önce milliyetinizi soruyorlardı. Sonra da neden soruyorsun? neden buradasın? lafları geliyordu. O yüzden muhatap olmayı çoğu kez arkadaşıma bırakmıştım. Hemen hemen 4/5 kadarının ortak yanı, bir şekilde mevsimlik veya dönemlik bazda Batı Avrupa ülkelerinde çalışmaya gittikleri ve oradan dönmek zorunda kaldıkları idi. Bir Almanya görmek, Fransa görmek, Hollanda görmek, nedense Bulgar ve Yunan’ı her zaman medenileştirmeye yetmiyor. Bazen daha da ırkçılaşabiliyorlar. Pek tabii ki bu insanların içerisinde dikiş tutturamayan eğitimsiz ve madde bağımlıları olsa da hepsi için bunu söylemek zor.

EN PİS İŞLER BULGAR VE YUNAN GENÇLERİNE

Anlatılanlara bakılacak olursa Avrupa’ya giden Bulgar ve Yunan gençlerine bu ülkelerdeki en pis işler veriliyor. Bazen de en düşük profilli işlerden başka iş olmadığı için bu insanlar doğal olarak o sektörlere kayıyorlar. Çöpçülük, temizlikçilik, lastik şişiriciliği, benzin pompacılığı vb. gibi.  Bunlar da illegal işlerde çalışmayanların işleridir varın gayrısını siz düşünün. Meselenin özünde aslında fakirlik var. Fakirleşen ve gittikçe durumları kötüleşen Balkan ülkelerinde Avrupa Birliği denen birliğin refah getirmeyeceği daha şimdilerde anlaşılmış olsa gerek. Ancak içten içe bir cinnet psikolojisi gelişiyor ve Batı Avrupa devletleri tarafından ezilen Balkan milletleri, hınçlarını Balkan Müslümanlarından alma yoluna gidiyorlar. Bu bir nevi, iş yerinde azarlanan ve hakaret edilen babanın, patronuna sinirlenip evindeki ufak çocuklarını dövmesi gibi bir şeydir. Azınlıklar, devletlerin kollayıp gözetmesi gereken küçük çocuklarıdır. Daha doğrusu usul bunu gerektirir. Ancak Balkan ülkelerinde Müslümanlar daima yetimdir ve üvey babanın elindedir. Ediz Hun, bir an evvel gelip evladına sahip çıkmadan, Sezercik biraz daha ağlayacak ve Erol Taş’ın rolü de o ölçüde devam edeceğe benziyor.

 

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.