Son elli yıldır ekonomik sıkıntıların ve küçülen tarım pastasının kurbanı olan birçok Anadolu kasabası, giderek artan bir hızla göç verdi. Hem yetişmiş iş gücünden, hem yerleşik kent kültüründen çok önemli kayıplar veren bu kasabalar, küçüldükçe kamu yatırımlarından daha az pay almaya başladı, gün geçtikçe kan kaybetti, fakirleşti.
Bu küçülme sarmalından yalnızca turizm kartını açabilen birkaç kasabanın kendisini kurtarabildiğini görüyoruz. Özellikle nostalji turizmi, azalan nüfus ve küçülen ekonominin tesiriyle tarihin akışını birkaç nesil fasıla ile yaşayan kasabaların bazılarında şans buldu. Betonlaşma, çevre kirliliği ve büyük kentlere özgü sorunların etkisinden kendisini koruyabilen yörelerde yeşeren turizm filizleri, az sayıda bile olsa kimi küçük Anadolu kasabasını zenginleştirdi.
Doğası ve tarihi ile adeta turizm için yaratılmış Bodrum, Marmaris ve Datça gibi güney Ege kasabalarının, fazlasıyla yakaladığı turizm zengini olma şansını kıyısından köşesinden zorlayan bazı Anadolu kasabaları da son yıllarda gerçekten önemli sayılabilecek turizm gelirleri elde edebildi.
Bunu başarabilen kasabaların yaptıkları tek şey, kendilerine özgü bazı tarihi ve kültürel değerleri turizm sektörünün gerçekleriyle birleştirmeleriydi aslında. Sözün gelişi birbirinden güzel konaklarını, hoş bir nostalji sosuyla turizm dünyasına servis eden Safranbolu ve Beypazarı, önemli sayılabilecek ekonomik kazançlar elde etti. Hemen yanı başımızda kasaba irisi bir şehir olan Amasya’nın da yaptığı, “şehzadele kenti” sloganı ile beraber tarihi konaklarını turistlerin beğenisine sunmaktan ibaretti.
Silüetindeki tarihi dokuyu koruyabilen bazı Anadolu kentleri de, yakın geçmişlerinin bir parçası olan “mübadele” olayından turizm gelirleri elde etti. Misal, bizimkilerin sonradan Güzelce dedikleri İzmir’in Selçuk ilçesi yakınlarındaki Çirkince kasabası her yıl binlerce turiste ev sahipliği yapıyor. “Benden selam söyleyin Anadolu’ya” isimli kitabıyla ülkemizde de tanınan bir Yunanlı yazar olan Dodi Sotiroyo’nun çocukluğunun geçtiği bu şirin kasaba, Rumlar’dan kalma binaları koruyup restore ederek gerçekten önemli bir turizm merkezi oldu.
Bir diğer “mübadele” odaklı turizm cenneti ise Fethiye yakınlarındaki Kayaköy. Bir zamanlar Rumlar’ın yaşadığı bu terkedilmiş Rum kasabası, bugünlerde yöre turizmi için çok büyük bir merkez haline gelmiş durumda. Restorasyon çalışmalarıyla birlikte “Türk – Yunan dostluğu” için bir örnek proje olarak servis edilen Kayaköy, sadece bu iki ülkeden değil, dünyanın dört yanından binlerce turist çekiyor.
Üçüncü örnek ise, Asmalı Konak dizisi ile şöhreti yakalayan Kapadokya bölgesindeki Mustafapaşa kasabası. Eski adı Sinasos olan Mustafapaşa, bölgede mübadele öncesi dönemden kalan kalıntıların turizme kazandırılması sayesinde tam bir turizm merkezi kabul edilmeye başlanmış durumda. Asmalı konak için kasabaya gelen turistler, mübadele döneminden kalma binalardaki moteller, lokantalar, kafeteryalar ve alışveriş merkezlerine büyük miktarda para bırakıyor.
Mübadele döneminin izlerini koruyarak turizmde yol alan bir kasaba da Zeytinbağı, ya da çok bilinen adıyla Tirilye… Bu küçük Marmara kasabası başta İstanbul olmak üzere çevre illerden gelen turistleri adeta mıknatıs gibi çekiyor.
Bilenler bilir; esasen Karadeniz Bölgemiz de “mübadele” olayını en yoğun biçimde yaşamıştır. Sebebi Pontus takıntısı mıdır, yoksa Karadenizlilerin turizm konusundaki birikimlerinin azlığı mıdır bilinmez ama her nedense mübadele öncesi dönemin kalıntılarını ekonomiye kazandırma hususunda ne Samsun’da ne de bölgedeki diğer kentlerde hiçbir örneğe rastlayamıyoruz. Hani çok eski bir tarihi kalıntı olan Sümela Manastırı’nı bir tarafa bırakırsak, eski Rum konaklarının, kiliselerinin ya da benzeri kültürel mirasın restore edilip farklı bir kimlikle turizme kazandırılması fikri pek taraftar bulamadı buralarda.
Şimdilerde mübadeleden kalma değerlerini bir turizm kartı olarak kullanma stratejisi, Samsun’un Alaçam ilçesinde deneniyor. Gerçekten vizyon sahibi birkaç bürokratın teşviki ile Samsun Mübadele Derneği bu konuda epeyce yol aldı. Alaçam ilçemizde bulunan tarihi konaklardan birisinin restore edildikten sonra “Türkiye’nin ilk mübadele müzesi” haline getirilmesi için yürütülen proje, başta Samsun Valisi Sayın Hasan Basri GÜZELOĞLU ve il özel idaresi Genel Sekreteri Sayın Aslan KARANFİL’in büyük katkısı ile geliştiriliyor. İlçenin bir türlü hareketlenemeyen turizm potansiyelini tetikleyebilecek değerde bir atılım fırsatı yaratacak mübadele müzesi projesi, muhtemelen diğer konakların da ekonomiye kazandırılmasının önünü açacak.
Bu konudaki potansiyeli izah etmek için birkaç rakam verelim: Türkiye’nin nüfusunun on milyonu bulmadığı 1923’lü yıllarda Türkiye’ye 500.000 mübadil yerleşti. Kaba bir nüfus projeksiyonu ile Türkiye’de bugün aile geçmişinde mübadeleden izler bulunan üç –dört milyon kişi yaşıyor. En az bir o kadar da komşu Yunanistan’da “mübadil kökenli Rum” olduğunu düşünürsek, Türkiye’nin ilk mübadele müzesinin doğrudan hitap ettiği yerli ve yabancı sayısı yaklaşık 7-8 milyon kişiyi buluyor demektir. Üstelik bu sayılara, mübadele dışında diğer göçlerle Balkanlar’dan göç etmiş olanlar da dâhil değil… İyi bir tanıtımla Alaçam Mübadele Müzesinin, Türkiye’deki milyonlarca Rumelili için olduğu kadar; şimdiye kadar hep Trabzon’u mesken tutan Yunanlı turistler için de “ilk fırsatta ziyaret edilmesi gereken” bir çekim merkezine dönüşmesi işten bile değildir.
Samsun’un bu konudaki en büyük şansı, vizyon sahibi bürokratlarla beraber klasik bir hemşeri derneği olmak yerine akademik faaliyetlere odaklanan Samsun Mübadele Derneği’nin birikimlerini buluşturmasıdır.
Yeri gelmişken küçük ama çok önemli noktaya da değinelim: Aman kimse bu projeyi, mübadillere tanınmış bir imtiyaz gibi algılamasın. Yunanistan’da ilk mübadil dernekleri 1930’larda kurulmuş, ilk mübadele müzeleri de bunu takiben açılmıştır. Yunanistan’ın birçok yerinde Rumlar’ın Anadolu’daki geçmişlerini hatırlatan yer isimleri vardır: Nea Bafra, Nea Amasia gibi…
Alaçam Mübadele Müzesi, Türkler’in Balkanlar’daki 600 yıllık geçmişinin yaşayan bir belgesi olacak. Atatürk’ün dediği gibi, “muhacirler kaybedilmiş toprakların aziz hatırası” ise, bu hatıraların unutulmadan önce modern bir müzede arşivlenmesi gerekmez mi?
Bu projeye sadece mübadiller değil, Türk milliyetçiliğini bayrak edinmiş herkes sahip çıkmalı. En başta da, Alaçam’ın yarınları için yüreği titreyen tüm gerçek Alaçamlılar saf tutmalı! Mübadil olmasalar bile…
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce