Mağusa’mın Surlariçi’nde yer alan Ayios Yeorgios İkserinos Kilisesi’nde ya da Türkçe tanımlaması ile Aziz Yorgos İkserinos Kilisesi’nde geçen gün yapılan ayin beni çocukluğuma götürdü. Kilise gerçekte Katolik kilisesi ve Ortaçağ’da, adanın Türkler tarafından fethine kadar Mağusa suriçinin kuzey batısında yaşamlarını sürdüren Nasturilere ait bir Nestoryan kilisesi. Söz konusu bölgede Nasturiler ve Ermeniler birlikte fakat ayrı ayrı mahallelerde yaşamaktaydılar.
Mağusa’nın Güneydoğu bölgesinde Ortodoks Rumlar, merkezde Lüzinyanlar, ardından Venedikliler, Güney batı bölgesinde ise Yahudiler yaşamaktaydı. Mağusa o dönemde dünyanın ticaret merkeziydi. Bankacılık sistemi tamamen Yahudilerin elindeydi. Şehre yeni gelen bir Yahudi, sadece kredi verebilecek mali güce sahipse şehirde ikamet etmesine izin veriliyordu. Aksi takdirde, günümüzde surların içinde kalmış ve girişi örülmüş haldeki kuzey kara kapısından içeri sokulmuyordu. Zaten o dönemlerde Mağusa’nın 5 tane giriş kapısı vardı. Şimdi ikisi Venediklilerin yaptıkları surların içinde kalmış olan Güney Kapısı, Kuzey Kapısı ve 1960’lı yıllarda liman yapıldığı için kapatılmak zorunda kalınan “Delik” olarak adlandırdığımız denize açılan balıkçı kapısı. Dördüncü kapı şimdi adına Canbulat Kapısı dediğimiz kapıydı. Beşincisi de bugün adına Mağusa Kapısı dediğimiz köprülü kapı. Venedikliler surları inşa ederken, Kuzey ve Güney kapısını kapatıp, doğrudan limana açılan “Deniz Kapısı”nı inşa ettiler ve Canbulat Kapısını da tersaneye giriş ve çıkış kapısı olarak kullanmaya başladılar. Batı kapısını da ana giriş kapısı yapıp adını Ravelin koydukları dış kale içine aldılar.
LİNGİRİ OYNAMAK
Oyuncakların bile olmadığı o günlerde en büyük eğlencemiz, lingiri oynamak, futbol topu diye içi bez dolu topa benzer bir yumağın peşinden koşmak ve gizli gizli kiliselerdeki ayinleri, varsa alçak bir pencereden veya da anahtar deliğinden seyretmekti. Çocukluğumda Rumlar Ayios Yeorgios İkserinos Kilisesi’nde ayin yaparlarken gizlice kilisenin kapısına kadar gelir, korka korka anahtar deliğinden içeri bakardık. Kutsal şaraptan bir yudum alıp, mayasız bisküvi yediklerini görünce “Bunlar ne biçim dua ediyor, bizimkine hiç benzemiyor. Dua ederken yemek mi yenirmiş” diyerek hayretler içinde kalırdık. Sonra da çarpılmamak için koşarak oradan kaçardık. Masonlar da ikiz kiliselere gelir toplantı yaparlardı. Tabii biz bunu Rumların bir başka ayini zannederdik. Anahtar deliğinden baktığımızda da diğerine kıyasla çok daha farklı olduğunu görür, şaşırırdık. Bunlar “şarap içmez, biskot yemez, çok fakirler galiba” diye düşünür, güzel güzel otomobillerle kiliselere gelmelerini de fakirlikle bir türlü bağdaştıramaz, küçücük kafalarımızdaki bilgilerle bir türlü bu sorunu çözemezdik. Mağusa’nın Surlariçi’nde yer alan Ayios Yeorgios İkserinos Kilisesi’nde yapılan ayinden sonra ve ertesi günü konuştuğum farklı yörelerdeki farklı kişiler, sanki de ağız birliği etmişçesine hep aynı şikayeti dile getirdiler.
Hepsi de ortak bir dille, “Rumlara karşılığında bir şey almadan hep veriyoruz. Bu güzel bir politika değil, siyasilerimiz haklarımız yediriyorlar” diye şikayette bulunuyorlar. İkili görüşmelerde ve pazarlıklarda politikanın olmazsa olmaz kuralı “Almadan vermemektir.” Binlerce bu yıldır bu kural yürürlükte. Saflığı bir kenara bırakmamız gerekiyor artık…
KÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
22 gün önceKÖŞE YAZARLARI
23 gün önce