Balkanlarda Köprülerle yaşamak -1

8 Mayıs 2024 - 11:37

1977 İzmir doğumlu çok yönlü sanatçı, Ege Ünv. Ziraat Fak. Toprak Mühendisliği ve A.Ü.Halkla İlişkiler Uzmanlığı , Ege Ünv Eğitim Fakültesi Pedagojik Formasyon Bölümlerinden mezun oldu. İçerisinde Ege Ünv Bilgisayar programcılığı ,Siyaset Okulu dâhil birçok eğitim programını bitirdi . Resmi ve özel kurumlarda resim ve bilgisayar öğretmenliği yaptı. Temel resim eğitimini çok küçük yaşlarda annesi ressam Nüket Bağra’dan aldı . Küçük yaşlarda başlayan resim ve edebiyat çalışmalarında o dönemlere ait ödülleri de bulunmakta olan sanatçı daha sonra Kosova ‘ya giderek sayın Dr.Ethem Baymak atöyesinde Sanat Tarihi , Desen ve Resim Teknikleri üzerine eğitimini geliştirmiştir. Sanatta köklerimizden beslenerek yol alırken özgün olmanın gerekliliğine inanan sanatçı aldığı Toprak Mühendisliği ve Resim eğitimlerinin bir getirisi olarak kendi geliştirdiği kum dokulu karışımı ile kendine has bir teknik yaratmıştır ve KUMSAL YANSIMALARI dizisi ile ‘Kumların Ressamı’ olarak tanınmaktadır. Ayrıca akrilik, yağlıboya, suluboya serilerinden oluşan eserleri bulunmakta ve çocuk kitapları için çizimlerde yapmaktadır. Bugüne dek çoğunluğu yurt dışında olmak üzere on sekiz kişisel,yüz ‘e yakın karma sergi açan sanatçı , yurt içi ve yurt dışında çok sayıda sergi, çalıştay ve uluslararası organizasyonlara katılmıştır .Kendisi de sanat küratörlüğü yapmakta ve kendi tekniği ile ilgili olarak bir çok bienal ve önemli sanat fuarlarından özel davet almaktadır.. Uzmansal çalışmalarını Türkiye, ,Balkan ülkeleri , İtalya, Mısır ,Bahreyn ,Karadağ gibi ülkelerde zaman zaman sürdüren sanatçı; “İtalya Regolad de Arte Vakfı” tarafından 2011 yılında düzenlenen yarışmada dünya üçüncülüğü ödülüne değer görülmüştür. Toplum sorunlarına kayıtsız kalmayan sanatçının birçok Sivil Toplum Kuruluşu’nda kurucu üye ve aktif yönetim kurulu üyeliği bulunmaktadır. Eserleri bir çok resmi ve özel koleksiyonlarda bulunan çok yönlü sanatçının; resim çalışmalarıyla birlikte yürüttüğü edebiyat çalışmaları da bulunmaktadır.Dergi editörlüğü , köşe yazarlığı , eleştiri,deneme,araştırma ve şiir kitapları yazmakta ve bu konularda ki araştırmaları ile bir çok bilimsel toplantılara katılmakta olan sanatçı Sanat çalışmalarını İzmir Karşıyaka’da bulunan atölyesinde sürdürmektedir..

Fatma Elvin Öztürk

Balkanlarda Köprülerle yaşamak -1

Balkanlarda Köprülerle yaşamak -1
Son Güncelleme :

10 Ekim 2012 - 22:00

281 okuma
(Last Updated On: 10/02/2014)

DRİNA KÖPRÜSÜ

 

 

 

Üç otuzunda çıktım bir yola

Yolun sonu hayır ola

Boyalar tenimden akar iken

Gün de tan da boyana

Nice yıllar geçmiş yok ola yok ola

Fert a fert akmış insanlar

Yıllarda bir o yana bir bu yana

 

kopru1Küf Kokulu Bakışlar adlı şiir kitabımı açmışım iki fırça darbesi molasında, seviyorum bazen kendi kitabımı okumayı şiir ile besliyorum yüreğimi, dolduruyorum fırçamın her bir telini, imgeler ile beslenip figürlere boyuyorum resimlerimi. Bir nefes molasında aşağıya göz atıyorum. Of ne zordur kuşbakışı yapmak bir tabloyu, ama bu köprü kuş bakışı bir farklı göz kırptı bana bugün. Kalktım aldım malzememi düştüm yola dedim tuvalimde kuşbakışı Drina Köprüsü’nü bir o yandan bir o yana yaslandırayım. Lakin zor be dost, mola verdim sırtım terlemiş, sevdam rüzgâra komşu uzak yellere kaptırmış kendini, nefesim o kadar sessizleşmiş ki alırken bile fısıldıyor bana. Ne yorgunlukmuş bu tadı ile acısı kol kola olmuşta sanki köşe başında çekiştiriyorlar erkekleri. Hah işte tamda bu esnada Drina Nehri’nin yemyeşil sularına, manzarasına bakarken, kitabımın molasında 3-5 dizeyi okuyorum bu satırlardan size doğru. Geçen sayıda bahsetmiştik köprünün efsanesinden ya şimdide işte o köprüde yaşıyoruz efsaneyi. Fırçam ile her bir köprü ayağını çizerken bahsedilen hangi ayak acaba diye düşünmeden edemiyorum kuşbakışı bakarken bu şahesere. Drina Köprüsü bizi bir güzel ağırlıyor ki sormayın. Mağrur ve ağır bir asker sanki direngen ve umutlu, ya altındaki nehir nerden gelir nereye gider? Bizden alır kimlere ulaştırır yüreklerimizi?  Nehir Vişegrad’da kuzeye doğru akar, doğudan gelen Rzav ile birleşerek daha kuzeyde Sava Nehri’ne karışır. Sava Nehri de Belgrad’da Tuna ile buluşur. Drina bugün de Bosna-Hersek ile Sırbistan’ı birbirinden ayıran bir sınır nehri olma özelliğini korumaktadır. Tarihi köprü yeşil bir bitki alanına ve yeşilimsi bir su ile bezenen nehrin ortasında inci gibi parlamaktadır. İşte maksat bu inciyi aslına uygun çizebilmekte, aslını suretine geçirebilmekte… Zaman biz insanlara neler getirip neler götürüyor oysaki. Bu köprüyü insanların üzerindeki zaman etkisi yaratırken, şimdi bu köprü kimbilir kimlerin zamanını yaratıyor. Kim bilir kimlere kolaylık sağlarken kimleri yaşantısına doğru gülerek uğurluyor. Benim bile satırlarıma hayat verirken tuvalime gülümsüyor. Zamanın da ise ufacık bir çocuğun beklide istemeyerek geçtiği sular tarihe yine o çocuğun adı ile göz kırpıyor. Yıllar yıllar evvel Osmanlı’nın topladığı 10-15 yaşları arasındaki devşirme Hıristiyan çocukları, küçük Bosna atlarının sırtındaki sağlı sollu sepetler içerisinde İstanbul’a getirilirken, Vişegrad’da Drina’nın sol yakasında konaklarlar ve salla karşıya geçirilirlerdi. Anne ve babalar oğullarını son defa burada görürler ve çok acıklı görüntüler oluşurdu. 1516 yılının bir sabahında, sonradan Sokullu Mehmet Paşa olarak sadrazamlık yapacak ve bu sularda yaşadığı acıyı unutmayarak bu taşların serzenişi olan yakınlardaki Sokoloviç Köyü’nden bir çocuk da bu çocuklar arasındaydı. Zaman aktı ve Drina sularına uzandı bu çocukla beraber gün be gün ve tarihler 1566 yılını gösterdiğinde Sokullu Mehmet Paşa’nın gönderdiği ustalar Mimar Sinan’ın önderliğinde 5 yıl sürecek köprü inşaatına başladılar. Yapı 250 adım uzunluğunda ve 10 adım genişliğinde 11 açıklıklı bir kemer köprü olarak planlanmış ve köprü ile birlikte bir de Kervansaray da yapılmıştır. Kervansaray, köprüden 200 adım mesafede, her hafta pazar kurulan Meydan’a çıkan yokuşun başladığı düzlükte inşa edilmiştir. Bu yapı tipik bir Osmanlı Kervansarayı olup yeme içme dâhil bir gecelik konaklama vakıf tarafından karşılanmaktadır. Macaristan elden çıktıktan sonra vakıf gelirleri yok olduğu için, yapı bakımsızlıktan harabeye dönmüştür. Avusturyalılar ise gelince kalıntıları tamamen yıkarak yerine garnizon binası yapmışlardır. Köprünün yapımı tam 5 yıl sürmüş. İlk yıl ormandaki ağaçları kesmek ve kütükleri taşımak ile geçer. Drina’nın iki kıyısına da o kadar çok tahta yığılır ki herkes ahşaptan bir köprü yapılacağını sanır. Sonra toprak tesviyesi ve kıyıdaki kayaları kırma işleri yapılır. İkinci yıl Dalmaçya’dan taşçılar da gelir. 30 kadar taşçı ustasının şehirden bir saat uzaktaki Banya yakınlarında yonttuğu taşlar köprüye taşınır. Bir taraftan da işçiler köprü ayaklarını kuruda yapabilmek için suyun akıntısını değiştirecek kazık sıralarını hazırlayıp aralarını sepetlerle taşıdıkları kille doldurup bir nevi set oluştururlar. Yoğun çalışma bölgedeki yaşamı oldukça fazla etkiler. Yöre halkının malı, tarlası, bahçesi, hayvanları zarar görür, kendisi de bazen parayla bazen de angarya ile çalıştırılır. Bu da halkta hoşnutsuzluk uyandırır. Bu hoşnutsuzluk direnişe, hatta köprüyü tahrip edecek sabotajlara kadar ulaşır. Sabotaj sırasında yakalanan birisinin ise halka ibret olsun diye cezalandırıldığı tarihin satırlarında ise açıkça anlatılmaktadır.  Köprü tam ortasında bulunan birbirine eşit iki teras ile genişler. İşte köprünün bu bölümüne Kapiya denmektedir. Terasların uzunluk ve genişlikleri beşer adımdır. Terasların etrafı köprününki gibi taş parmaklıklarla çevrilmiştir. Kasabadan gelişte sağdaki terasa Sofa derler. İki basamakla çıkılan bu kısmın, etrafı taş sıralarla çevrilidir. Karşı teras da Sofa’nın aynıdır. Ancak sırası falan yoktur. Parmaklıkların orta yerinde insan boyunda bir duvar vardır. Onun tepesine de mermer bir kitabe konmuştur. Duvarın dibinde ise bir çeşme vardır. Bu terasa, cezveleri, fincanları ve mangalı ile bir kahveci yerleşmiş olup Sofa’da oturanlara kahve taşır. Nice yollara düşenlere soluklanma molası olurlar. Kahvenin kırk yıllık hatır molasında dinlenir sohbetleri dillendirirler. Elimi matarama uzatıyorum. Suyun yeşiline son bir fırça darbesi vurarak ve bende aldığım kahvemden yudumumu ılık ıslak indiriyorum mideme, derin bir oh merasiminden sonra sandalyemin arkasına yaslanıp biraz geriniyor kahve kokusunu çekerken ciğerlerime hülyalı bir şekilde bakıyorum uzun yollara, yıllara ve hatta satır aralarına bitmiş bir köprünün tarih kokan hikâyesine, Edebiyatı da kendi tarihine nasıl buladığına…

 

EDEBİYATTA DRİNA KÖPRÜSÜ

kopru2Sırp yazarı İvo Andric’in, konusu Sokullu Mehmet Paşanın yaptırdığı bu köprü etrafında geçen ve dünya klasikleri arasında yer alan aynı ismi taşıyan Drina Köprüsü adlı bir romanı da vardır. Kitap Temmuz 1942 – Aralık 1943 tarihleri arasında Belgrad’da yazılmış ve ilk defa 1945’te yayımlanmıştır. Eser, 1961 Nobel Edebiyat Ödülünü almıştır. Bu romanda 350 yıllık bir gelişim süreci içinde Vişegrad kasabasının tarihi anlatılmaktadır. Olaylar Bosna’nın Osmanlı hâkimiyetine girişinden başlar. Osmanlı İslâm kültürü ve batı kültürünün özellikleri ile bu etkiler arasında değişen kişileri canlandırarak devam eder. Söz konusu köprünün Birini Dünya Savaşındaki bir bombardıman esnasında yıkılışıyla son bulur. Tarihi olayları kavramaya çalışırken ayrı toplumların insanlarına aynı sevgi ve hoşgörüyle yaklaşan romanda Osmanlı tarihi ve kültürü geniş biçimde ele alması ile Türk edebiyatı açısından da önemli olmuştur. Kitap kurgusunda Köprü üzerine söylenceler ve yerel hikâyelerle birlikte 16. yüzyıldan – 20.yüzyıla kadarki döneme alıp götürüyor bizi yazar. İlk bölümlerdeki köprü etrafında gerçekleşen olaylarda yavaş yavaş bizi kitabın içine çekiyor, hissettirmeden köprünün iki yakası arasında gidip geliyoruz. Yazar Balkan’lardan Osmanlı’nın her çekildiğinde yerine gelen Avusturya-Macaristan’ın ve onun getirdiği düzeni eleştirilerle ve eski düzene bazen özlemlerle aktarıyor. Kitap ilk yarısında bizi akıcı dili ve köprü etrafında dönen seri hikâyeler ile içine aldıktan sonra son bölümünde 19. ve 20. yüzyıl kısmına geldiğinde siyasi hareketlerin, kamplaşmaların, politikanın, partilerin, sermayenin, para kazanma hırsının insanları nasıl birbirlerinden uzaklaştırdığını anlatmaya başlıyor, karakterleri tek tek çözüyor ve bize etrafımızda gelişen olayları 21.yüzyıl gözlükleri ile yorumlamamızı sağlıyor. Kitaplar bir bir elimden geçer iken uzaklaşıyor yağlı boya kokusu aksam sefalarının kokusuna müteakip. Durmak istesem de satırlar kavrıyor beni hikâyeye doğru çekiyor yavaş yavaş. Saatler 1878 yılının yaz başlarını vurduğunda, padişahın hiç karşı koymadan Bosna’yı bıraktığına herkes inanmıştır. Vişegrad Müslümanları arasında direnme konusunda ayrılık çıkar. Ali Hoca Mütevelli de romanda köprü gibi bir sembol figürdür. Ali Hoca direnişe karşı çıktığı için, Vişegrad’dan çekilirlerken direnişçilerin reisi tarafından Avusturya’lıları karşılasın diye Kapiya’da kulağından eski karakoldan kalan bir kazığa çivilenir. Artık Avusturya hâkimiyeti başlar. Daha sonra Sırbistan bağımsızlığını kazanır. 1914 yılında Saraybosna’da Avusturya-Macaristan veliahtinın bir Sırp tarafından öldürülmesi, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasına sebep olur. Avusturyalılar Vişegrad’ı topa tuttukları bir sırada köprünün orta ayağının yanındaki ayak (şehre uzak olan) hasar görür. Daha önceleri Vişegrad’ın işgali sırasında köprünün o ayağında, bakım yapıldığı görünüşü verilerek patlayıcı madde yerleştirildiği halk arasında anlatılırmış. Köprünün tahribi o kadar güçlüdür ki ayaktan kopan büyük bir parça çarşıda Ali Hoca’nın dükkânına kadar ulaşır. Ali Hoca o gün, bu şaşkınlıkta evine ulaşmaya çalışırken yokuşta tıkanır ve ölür. Böylece Osmanlı’dan bir son iz de yok olmuştur. Kitabın bölümlerinden birinde ilerleme adı altında insanların üzerine salınan gürültülü, hesapsız ve insanları gereksiz heyecanlara sürekleşen, başarı fetişisti yapan ve zenginliği, lüksü kutsayan günlere dair eleştiriler de var. Günümüzde de hala bunlar geçerli tabii ne enteresandır ki olayları değiştiren ya da değiştirmeyenin zaman değil insan olduğu bir kez daha açığa çıkıyor öyle değil mi? Yazar bunları 1942’de yazmış romanın ise 1903’deki bölümünde geçiyor oysaki bunlar ve şimdi 2012 deyiz. İçlerinde en yeteneklileri, öğrenmeleri gerekli şeyleri küçümsüyor, yapacakları şeyleri de küçük görüyorlardı. Yalnız, bilmedikleri şeylerle övünüyor, güçleri yetmeyen şeylere hayran kalıyorlardı. Şimdiki tanımlaması ise cahil cesareti idi bu cümlenin. Hayata girmek için bundan daha tehlikeli bir biçim, müstesna davranış, ya da tam bir bozguna götüren bundan emin bir yol olamazdı. Ve köprümüz romanın surlarında Birini Dünya Savaşı’ndaki bir bombardıman esnasında yıkılışıyla son bulur. Tarihi olayları kavramaya çalışırken ayrı toplumların insanlarına aynı sevgi ve hoşgörüyle yaklaşan romanda Osmanlı tarihi ve kültürü geniş biçimde ele alındığını tekrar tekrar gözlüyorum kapağı kapatıp hayranlıkla köprüye baktığımda. Ağlayan nehrin köprüsüne bakıyorum sanki. Bazılarının kızıl nehir de dediklerini duymuştum çünkü savaş sırasında dönem dönem kızıl akmış bu nehir, öldürülenleri atarlardı buraya demişti otelde sabah çayımı hazırlayan garson. Dikkatli baktığımda nehrin hüznünü hissedebiliyorum, hayatımda hiç o renk bir nehir görmediğimi de eklemeliyim. Hala aklıma geldikçe içimi bir hüzün kaplıyor fırçalarımda hüznün renkleri raks ediyor hala…

DRİNA KÖPRÜSÜ TÜRKİYE TARAFINDAN RESTÖRE EDİLİYOR

 

kopru3Devlet Bakanımızın, Bosna-Hersek’e gerçekleştirdiği ziyaret kapsamında Mimar Sinan’ın eseri Drina Köprüsü’nde incelemelerde bulunduğu geliyor aklıma ve gülümsüyorum. İşte böyle sahip çıkmalıyız tarihimize sanat eserlerimize diye gözlerim dolmuyor değil ne yalan söyleyeyim. Bakanımız Mimar Sinan tarafından 1577 yılında yapılan tarihi Drina (Sokullu Mehmet Paşa) Köprüsü’nün bulunduğu Vişegrad kasabasını ziyaret etmiş ve belediye binasında kasaba hakkında yetkililerden bilgi almış. Burada yaptığı konuşmada, Bosna-Hersek’in kalkınmasına yönelik projeleri önemsediklerini ve bu kapsamda gereken desteği vermeye hazır olduklarını belirtmiştir. Kasabada bulunan ve İvo Andriç’in Nobel ödülü aldığı aynı adlı romanına da konu olan Drina Köprüsü’nün restorasyonuna yönelik projenin hazırlandığını ifade ederek, yenileme çalışmasının Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı (TİKA) tarafından yürütüleceğini sözlerine eklememiş miydi? Uzun sözün kısasına daha ne diyebilirim ki. Darısı daha nice yenileme edilmemiş sanat eserleri olarak atalarımızdan yadigâr kalan yapılara. Ayrıca neden sanat eseri diyorum çünkü biliyorum ki… Vişegrad’daki 16. yy taş Mehmet Pasa Sokoloviç Köprüsü (Drina Köprüsü) UNESCO Dünya Mirası Listesine eklendi. Bosna’da Mostar köprüsünden sonra bu listeye giren ikinci anıt oldu. Köprü, Osmanlı mimarisi ve mühendisliğinin bir başyapıtı olarak görülerek kategori altına alındı. UNESCO, köprünün önemli evrensel değerini onaylamış bulunmaktadır.” Diyen zamanın UNESCO Başkanı Koichiro Matsuura, Bosnalı yetkililere köprünün listede bulunduğuna dair bir sertifika sundu. “Kültürel değeri ulusal ve kültürel sınırları aşmıştır” dedi. Köprü, tarih boyunca Bosna ile Sırbistan arasındaki sınırı çizen Drina’nın iki yakasını birleştirmekte hatta ve hatta insanları ırkları gerek acı, gerek mutlu, gerekse onure edici hikâyeler ile sarmalamaktadır. Drina Köprüsü’nü daha özümsemek istiyorsanız biraz efsanelerin satırlarında dolaşıp birazda İvo Andriç in roman kahramanlarından birinin yerine kendinizi koyup daha da özümseyebilirsiniz. Kimler mi? Belki Abid Ağa olursunuz, belki de Davut Ağa ,ya da daha yolun başında suçsuz yere öldürülen Yelisey, ya da o yıllarda bile kadınlık gurur için intihar eden Fato….

 

 

 

Biraz bakalım bu kahramanlar kim?

Abid Ağa: Osmanlı İmparatorluğunu yıkılışa sürükleyen beceriksiz idarecilerdendir Zalim, bencil, makam hırsıyla do­lu, sert, katı yürekli bir yöneticidir
Mimar Tosun: Sonradan Müslüman olmuş bir Rum’dur Abid Ağa’nın yardımcısıdır
Arif Bey: Abid Ağa görevden alındıktan sonra Drina Köprüsü’nü inşa etmekle görevli mimardır Dürüst, ince, yu­muşak, iyi niyetli bir kişidir
Yelisey ve Mile: Suçsuz yere başları kesilen iki efsane­vi, saf köylüdür
Davut Ağa: Hanın yöneticisidir Akıllı, azimli, inatçı, va­tanı için delice çalışan biridir
Molla İbrahim: Müslüman cemaatin lideridir Rahip Nikola ile çok iyi geçinen, bilgili bir kişidir Kekeme, merha­metli, zengin biridir

Rahip Nikola: Ortodoks cemaatinin lideridir Hoşgörü­lüdür, Molla İbrahim’le dosttur

Davit Levi: Kasabanın hahambaşısıdır Zengin, zayıf, güçsüz, biraz da korkak bir kişidir
Yoso: Rahip Nikola yaşlandıktan sonra yanına aldığı yardımcısıdır
Fato: İstemediği bir gençle evlenmek zorunda bırakıldığı için intihar eden güzel bir Boşnak kızıdır
Lotika: Kasabada bir restoran işleten, güzel, çalışkan, otoriter bir Yahudi kadınıdır
Ali Hoca: Kasabanın eskiden zengin, önde gelen ailele­rinden birine mensup olan Ali Hoca, dürüst, bilgili, mantıklı bir insandır Belki seçtiniz bile birini, ya da usulca kitapçıya doğru romanı edinmek için yola çıktınız.

Belki de karar verdiniz İvo Andriç olmaya o topraklardan nice edebiyat eserlerini yaratmaya. Neye kara verirseniz verin ben biliyorum ki bu yeşilimsi sular büyüleyecek her göreni. Haftaya bir başka harikaya doğru, başka bir kültür mirasına doğru arşınlamaya ne dersiniz? Mostar’da buluşalım.

 

 

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.