Günaydın, günaydın hoş geldiniz. Sabah ne zaman oldu da ben hangi solukta buraya geldim onun bilinçsizliğinde iken. İşte bu sözlerle aralanıyor gözlerim. Gerçi yaşama tekrar tekrar uyanıyorum her sabah burada, hava soğuk, soğuk ama dingin. Yaşam durgun, durgun ama canlı. Bense nefes almaya bile korkuyorum. Zaman gelip geçecek diye. Ama şu karşımda duran heybetli taş köprü hiç korkmamış zamandan direngen ve umutlu durmuş. Bak hala üstünden çocuklar okullarına gidiyorlar coşku ile. Bir kaç şey söylüyorlar anlamadığım sanırım Arnavutça konuşuyorlar. Ah tabi nerde miyim? E Arasta da. Prizren’ de… Neden hep burada içiyorum kahvemi bilmiyorum. Oysaki daha birçok işletme var birbirinden güler yüzlü bu derenin kenarında. Sanırım bu köprüyü bu kadar yakından seyretmek alıyor nefesimi, derenin içinde oturur gibi oturmak. Ayağımı sallasam aşağıya ıslanıverecek hissi veriyor. Derenin sesini o kadar yaşıyorum ki boğazımdan geçen yudumları bile sayamıyorum. Yüzüme ufak bir kar kırıntısı çarpıyor. Hava soğudu biraz, biraz da atıştırmaya başladı. Tutmaz ama öyle hissediyorum. İzmir’de bahar gibi imiş hava şimdi konuştum. Olsun hiç canım çekmiyor. Nefes alıyorum. Soğuk bir kütle ama oksijen o kadar yoğun ki canlanıyorum. Adlandıramadığım bir coşku var havasında mı suyunda mı bilmiyorum. Doğurganlık çağrıştırıyor bana bu dere ve bu mis kokan hava.
MAVİDEN BOZMA EFLATUNA ÇALAN ÇİÇEKLER
Masamda yoldan az evvel gelirken kopardığımız maviden bozma eflatuna çalma çiçekler. Sadece burada mı var ben bizim oralarda görmedim. Yada şimdi daha mı güzel geliyor bana bilmiyorum ki. Mm sıcacık bir machiato gibisi de yok hele eserken bir yandan da kar havası… Daha bir gömülüyorum koltuğuma. Sahnede ise Taş Köprü heybeti ile beni selamlıyor yoksa ben mi onu…
Tabii ki ben bu muazzamlığa sadece şapka çıkarılır biliyorum. Neden burada farklıyım şimdi biraz oturttum sanırım kahvemin sıcacık yudumları eşliğinde. Çünkü her yer, içinde iken ben bile buram buram Osmanlı kokuyor. Osmanlı canlanıyor, heybetini bir bir taşıyor buralarda… Sizde o ruh halinin etkisinde genlerinizin önderliğinde bakıyorsunuz bir başka. Bu dokuya, sevdaya…
Çantamda boyalarım isyanda hadi ama çıkar bizi de şöyle tuvalini yasla köprüye karşı diye fısıltıdan çığlığa dönük bir ses ile haykırıyorlar. Haykırıyorlar da kim oralı ki. Elim tutulmuş dilim keza kardeş elime. Düşüncelerim kar tanesi gibi bir
Orda bir burada salınıyor. Romantikliğim ise pik yapmış durumda… Baktıkça bakıyor büyüsünden düşüncelerime söz geçiremiyorum. Gerçi fark ettiğimde epey bir süre düşünmeden boş boş baktığımı ‘kahvenizi tazeledim ‘sözü ile irkilince anlıyorum. Bizim oraların tabiri ile sanırım bir süre öküzün trene baktığı gibi boş boş seyretmişim. Daldıkça dalmışımda kurcalıyorum beynimi ne düşündüm diye. Yok bulamadım. Köprüleri düşünerek başlamıştım aslında. Kosova’da ki köprüleri değişmeceli değil canım gerçek köprüleri. O kadar çok var ki hangisinden başlarım ne yaparım derken taş köprünün gizeminde ruhumu dinlendirmişim. İşte benim köprüm esas adı ile
ALİ BEY TAŞ KÖPRÜSÜ:
Prizren’de 4 köprü yaptıran Ali Bey, Yemen fatihi Sinan Paşanın babası. Şadırvan’a çıkan taş köprü Ali Bey’in yaptırdığı 4 köprüden biridir. Üç kemerli olan köprü üç gözden oluşmuş. 1979 yılında selden derenin yıkıcı hoyratlığına direnemeyerek yıkılmış. Üç yıl sonra ise aslına sadık kalarak restore edilmiş. İyi ki de edilmiş yoksa ben buralarda iken kiminle dertleşir mavi çiçeklerimi kime gösterirdim. Şehir merkezinde olması en önemli özelliği bence, düz gidince de çeşme, hani şu suyundan içilince tekrar gelineceği rivayet olunan, buz gibi lezzetli suyu olan çeşme… Yan gözlerin 4 metre ortadakinin 10 metre olduğu ve 4 metre genişliğinde olduğu söylenen canım köprü…Hani diyorum ya buram buram Osmanlı kokmak bu diyarlarda bu topraklarda işte nedeni. Osmanlıların XIV. yüzyılda Balkan yarımadasına doğru ilerlemesiyle Rumeli’de bulunan tüm yöreler yanı sıra Kosova bölgesi de Osmanlı idaresi altına girmiştir. Söz konusu idarenin uygulanması, buradaki kentlerin ve diğer yerleşim yerlerinin de değişmelerine nice eserlere ev sahipliği yapılmasına hatta köprüler sayesinde anavatana bağlanmasına yol açmıştır. XIV. yüzyılın ortalarından XX. yüzyılın başlangıcına kadar Osmanlı mimarîsi Rumeli’de olduğu gibi Kosova’da da egemen olmuştur. Bu dönemde, bu yörelerde çok sayıda inşa edilen askerî, sivil ve dinî mimarî eserlerinin büyük bir bölümü bugün bile hâlen mevcut, hatta üzerinde adımlar arşınlanmakta, camilerinde namaz kılınmaktadır. Osmanlı idaresi döneminde Kosova’da amaçları çeşitli olan çok sayıda cami, medrese, mektep, türbe, tekke, hamam, kütüphane, çarşı, çeşme, şadırvan, sebil, han, kervansaray, saat kulesi, köprü, kale, zaviye, imarethane ve diğer eserler inşa edilmiş. Türk zevkinin ürünü olan tüm bu eserlerde Osmanlı döneminin sanat dehası sergilenmiştir. Dünya görüşümüz, ahlakımız, yaşam tarzımız, zevkimiz, estetik anlayışımız, dilimiz, dinimiz bu eserlerden çevreye yayılmış, geniş bir alana Türk’ün damgası vurulmuştur. Bu nedendendir ki. Savaş ta bu yapılar yok edilmeye çalışılmış. Sanki dilimizi dinimizi yok edilebilirlermiş gibi. Bu nedenledir ki yapılar hep ilk hedeftir. Bizi yapılar bağlar topraklarımıza evin nerde ise yurdun orasıdır der bir düşünür. İşte böyle bir şey buralarda bu yapılara tutunmak. Onlar heybetlice yükseldikçe buradaki kardeşlerimiz bundandır daha fazla dillerini yastık altlarına saklamak zorunda kalmazlar. Bundandır ki dinlerini kendi camilerinde doyasıya yaşarlar. Tarih anlatıyor çok değil daha birkaç sene önce. . 1999 yılında Kosova’da meydana gelen savaşla ilgili olarak yapılan incelemelerde, bu yörelerde bugüne kadar görülmemiş bir şiddetin ve felaketin yaşandığı bildirilirken, bu savaşta binlerce insan kaybının ölçülmez değerde menkul ve gayrı menkul kaybının yanı sıra 197 dinî eserin de tahribat gördüğü vurgulanmaktadır. Yetkililer bu yönde araştırmaların hâlen devam ettiğini bildirirken, bu sayının daha da fazla olduğuna inanmaktadırlar. Tabii ki Osmanlıların gelişinden günümüze kadar bu yörelerde meydana gelen savaşlar ve diğer sebeplerden dolayı çoğu mimarî eserlerin yıkılıp yok olduğu o zamandan günümüze kadar kalan belgelerden tespit edilse de. O yapılarının ruhlarının bile şehri sarmaladığı bir gerçek, buram buram kokularının yayıldığı. İnsanların haklı bir gurur ve mağrurlukla dolaştıklarının gerçek olduğu gibi. Kosova’da XV. ve XVI. yüzyılda inşa edilen Osmanlı mimarî eserlerinin çoğunda bilhassa camilerde mimarlık, ressamlık ve estetik işlemleri Osmanlı Klâsik üslûbunun örneklerini yansıtmaktadır. Balkanlardaki Türk varlığının en çok hissedildiği ülkelerin başında gelen Kosova’da tarihi mirası artık emin ellerde Avrupa’nın bu çiçeği burnunda ülkesinde tam 229 eser tespit edilmiş Prizren ve Priştine’de onlarca cami, türbe, çeşme, köprü, medrese, hamam ve eski konak yenileme sırasını bekliyoryanlarından geçerken şimdi benim sıram edasında daha mı dik duruyorlar hayata ne, yoksa bana mı öyle geliyor. Kosova Hükümeti, bakıma ve onarıma ihtiyacı olan eserleri korumak amacıyla özel bir komisyon kurdu diyor arkadaşım usulca. Az evvel yanıma geldi. Biraz oturup kadın kadına dertleşip keyfine vardıktan sonra birbirimizin, kaptırınca kendimizi mimari eserlere e ben bide not alıp yazmaya başlayınca. Oda böyle usul fısıltılarla başladı anlatmaya. Uzmanlardan oluşan kurul diye devam ediyor sözüne, başta UNESCO verileri olmak üzere birçok belgenin yardımlarıyla onarımı yapılacak eserlerin listesi hazırlamış demesi ile bir sevinç kapladı içimi hah şöyle diyorum ne güzel düşünmüşler. Her bir taş onarıldığında biz daha çok orada olacağız. Her bir taş yükseldikçe onlar daha çoğalacaklar. Bağlanıp köklenecekler. Biz onlar onlarda biz olacağız. Bugün, Kosova’da çoğu Osmanlı mimarî eserleri gibi taş köprüler de bakımsızlık yüzünden hasara uğramış ve kullanılmaz duruma gelmiş aslında. Vushtrri’de Eski Taş Köprü; Jakova’da Tabaklar Köprüsü, Terzi Köprüsü, Lipjan’da Yaşar Paşa Köprüsü vs. Kosova’da mimarî açısından büyük değer taşıyan eski taş köprülerin sayısının 30’dan fazla olmadığına inanılmaktadır. Kosova’da inşa edilen taş köprülerin daha küçükleri tek gözlü iken: Örneğin Dukacin Nahiyesi’nde Drim nehri üzerinde “Şivan Köprüsü”; Rahovça yakınlarında Balbe Köyü’nde Eski Taş Köprü vs. gibi. Daha büyükleri ise köprünün uzunluğuna göre birçok ayaklara dayanan kemer ve gözlerden oluşuyormuş: Jakova yakınlarında Erenik Nehri üzerindeki Terzi Köprüsü, girişinde Tabaklar Köprüsü; Vushtrri ’de Eski Taş Köprü, Lipjan’da Yaşar Paşa Köprüsü, İstok belediyesine bağlı Jaç Köyü’nde Eski Taş Köprü, Klina’da Eski Taş Köprü, ve Prizren’de Ali Bey Taş Köprüsü gibi.
Kosova’da ki eski ahşap köprülerden günümüze ulaşan olmamış maalesef. Sesini, türkülerini efsanelerini bize duyuramamış. Zaman içinde bu köprülerin yerine, daha sağlam ve dayanıklı olduğu düşünülerek yeni taş ve beton köprüler inşa edilmiştir. Bu köprüler bugün eski taş köprülerin bir devamını oluşturmaktadır ve sayıları çok kabarıktır. Zamanında Prizren’de önemli ahşap köprülerden “Arasta Köprüsü” nü anmak gerekir. Bugün bu köprü mevcut değilse de zamanında Prizren kentinde çok önemli ve çarşısıyla çok zengin bir köprüyü oluşturmaktaydı. Günümüz de sadece Prizren’de Osmanlılardan kalma 9 taş-beton köprü vardır. Bu köprülerin arasında önemli olarak XVI. yüzyılda inşa edilen ve bugün hâlâ mevcut olan Suzi Köprüsü’nü ve Sucudi Köprüsü’nü anmadan geçmek olmaz ki. Kosova’da eski taş köprülerinden en tanınmış olanları şunlardır: Prizren’nde Ali Bey Taş Köprüsü; Jakova’da Terzi Köprüsü, Tabaklar Köprüsü, Taliç Köprüsü, Vushtrri ’de Eski Taş (Süt) Köprüsü, Lipjan’da Yaşar Paşa Köprüsü, Jaç Köyü’nde Eski Taş Köprü, Mitroviça’da İbar Köprüsü, Klina’da Eski Taş Köprü vs. Bu köprüler arasında en büyük ve en uzun köprüyü Terzi Köprüsü oluşturmaktadır. 192 metre uzunluğunda olan köprü bugün kullanılmaz durumdadır.
KIRPINAR TAŞ KÖPRÜSÜ :
Kuruluş tarihi belli değilmiş maalesef. Prizren’den 5 km. uzakta Prizren deresi üzerinde bulunmakta. Tek gözlü kesme taştan , duvarlar molozdan yapılmış. Açıklığı 13 metre, sudan yüksekliği 6 metre, boyu 20 metredir. Göz alıcı bir güzelliğe sahip bu köprü. Tuvallere yandaş diğer köprülere boyaların önderliğinde kardeş mi geliyor yoksa. Köprü etrafında ise içme su kaynakları bulunmakta ve buraya Kırkpınar da denmektedir.
SUZİ KÖPRÜSÜ:
1508 yılında şair Suzi tarafından Bistriça suyu üzerinde yaptırıldı. Taştan yapılmış olan köprünün kuzey tarafında ki bir gözü halen durmaktadır. Suzi Camii karşısındadır. Osmanlı kayıtlarına göre, Bistriça nehri üzerinde kurulu olan bu köprü, Suzi Çelebi tarafından 16. yüzyılın başında yapıldı. Köprü, 1919 yılındaki sel felaketinde önemli ölçüde hasar görmüş. Ah bu köprüler yıllara yollara insanlara katlanıyorlar da suların hezimetinde bir tek direnemiyorlar. Bazen öyle kızgın bazen öyle yorgun hallerine denk geliyor ki sanırım direnemiyorlar
ARASTA KÖPRÜSÜ:
Yok, olsa da bugün adını anmadan geçemediğim bir köprü, oturduğum mekân yüzünden mi içtiğim kahvenin şerbetinden mi bilemem ama bu adı nerde duysam, pak deresinde özlemlerimi yüzdürüyorum keyfe karşı diye içimden bir hüsran geçmiyor değil. Taştan örülmüş üç kemerli bir köprü imiş. Arastanın devamı olarak köprü de varlığını sürdürürmüş bir zamanlar…
MARAŞ KÖPRÜSÜ:
Son defa 2002 de yeniden yapılan köprüde sadece iki gözü taşıyan taştan örülmüş orta ayak kalmış. Direnemeyen bir köprü daha mı desek zamana yada yaşanmışlıklara…
MANASTIR KÖPRÜSÜ:
Prizren’de manastırın yanında bulunan tek kemerli bir köprü. Ne yana dönsem bir köprü görüyorum ee dere şehrin içinden geçince bu kadar köprüde olması normal yoksa iki yakanın sevdası nasıl yaşanacaktı ki…
Taşköprü
Balkanlarda bu tarz Osmanlı eseri görmek çokça mümkün. Her yeri imar eden, yenileyen, kendinden iz bırakmak isteyen Evlad_ı Fatihanlar Vushtrri’yi de imar etmekten geri kalmamış. Taş köprünün zamanında kurulmuş olduğu dere kurumuş durumda olsa da köprü tarihi bir yapı olarak ayakta durmakta.
Fakat güzel bir haber duymuş arkadaşım derki bölge belediyesi önümüzdeki yıllar için hazırladığı bir proje kapsamında bölgede yapay bir su kanalı oluşturacakmış ve etrafta bir mesire alanı kurulacakmış. İzmir’e yakın bir görüntü canlanacak desenize gözümde mesire alanları ve piknik yapan insanlar. Bizim oralarda bahar dedin mi çömecek bir yer ararız. Gelsin köfteler gitsin sohbetler. İki lafın belini kırar üzerinde demleniriz. Açık havanın sarhoşluğunda pekiştiririz bahar coşkumuzu. Biz İzmir’de baharı yerinde çimlerin üzerinde, coşkumuzun sevincinde kutlarız. Mesire kelimesi yüreğimde bir bahar coşkusunu şu yağan karın altında bile hissettirir bana. Bazen de Efsaneler canlanır gözümün kopçasında. Hiç bahsetmedik bu sefer efsanelerden derken nasılda esti dimağıma bir bakalım Şivan köprüsü efsanesi neler söyler bize
Kosova’nın en büyük akarsuyu olan Drin nehri üzerinde Jakova’ya 10 kilometre mesafede bulunan Şivan Köprüsü ile ilgili bir efsane anlatılır bu yörelerde
Şivan Köprüsü üç kardeş tarafından yapılmıştır. Köprü inşaatına başlayan üç kardeşin gündüz attıkları temellerin geceleyin yıkıldığı ve inşaatın ilerleyemediği söylenir. Bir gün yaşlı bir adam çıkagelir ve kolay gelsin delikanlılar der. Üç erkek kardeş yaşlı adama gündüz inşa ettikleri köprü duvarlarının gece yıkıldığını, ayakta durmasını sağlayacak bir bilgisinin olup olmadığını sorarlar. Yaşlı adam bildiğini söyler ve üç kardeşin evli olup olmadıklarını sorar. Kardeşler evli olduklarını söylerler. Yaşlı adam da köprünün ayakta kalması için kendilerine söyleyeceği şeyleri hanımlarına anlatmayacaklarına dair söz vermelerini ister. Kardeşler söz verdikten sonra yaşlı adam, ertesi gün kardeşlere yemeği getirecek hanımın köprünün temeline canlı olarak gömmeleri gerektiğini söyler. İhtiyarın sözlerine göre duvarlar sağlam temel tutacak ve köprü ebediyen ayakta kalacaktır. Ardından yaşlı adam ortadan kaybolup gider. Büyük kardeş yemin etmesine rağmen evine gittiğinde olup biteni hanımına anlatır ve ertesi gün köprüye yemek götürmemesini söyler. Ortanca kardeş de yeminine rağmen evine gidip olanı biteni hanımına anlatır. Sadece küçük kardeş yeminini bozmaz ve evine gittiğinde hanımına hiçbir şey anlatmaz.
Ertesi sabah üçü erkenden kalkar ve çalışmaya giderler. Evde, her şeyden habersiz kardeşlerin annesi büyük gelinine yemek vaktinin geldiğini ve erkeklere yemeklerini göndermesini söyler. Ama büyük gelin hasta olduğunu bahane ederek gidemeyeceğini söyler. Bu kez ortanca geline söyler. Ancak o da bir iki gün kalmak üzere ailesine gideceğini bahane eder. Bu kez de küçük geline döner. Küçük gelin ayağa fırlayıp buyur ana der. Küçük gelin gidebileceğini ama oğlunun küçük olduğunu, emzikte olduğunu ve bundan dolayı ağlayacağından endişelendiğini söyler. Eltileri sen git biz ona bakarız derler. Küçük gelin kalkar, ekmeği, suyu alır, küçük oğlunu öper ve ardından yola koyulur. Erkeklerin çalıştığı yere vardığında onlara kolay gelsin der. Küçük gelini görünce kardeşlerinin benzi beti atar. Küçük kardeş çekici elinden atar, taşa duvar lanet okur. Küçük gelin niye lanet okuduğunu sorar. Büyük kardeş hemen atılıp ona yemin ettiklerini ve onu köprünün temeline canlı canlı gömeceklerini söyler. Küçük gelin kayınbiraderlerine canınız sağolsun ama bir vasiyetim olacak der. Sağ gözünü, sağ elini ve sağ göğsünü duvarın dışında bırakmalarını söyler. Böylece küçük oğlunu görüp tutabilecek ve onu emzirebilecektir. Kardeşler küçük gelini alıp köprünün temeline gömerler, duvarlar yükselir ve köprü bir daha yıkılmaz. Gelinin etrafındaki taşlar daima nemli ve yosunlu kalır. Bunun nedeni ise köprünün temeline gömülen gelin, oğlu için döktüğü gözyaşlarını akıtmaya halen devam etmektedir…Bir kolumdan da diğer efsanenin diğer hali Vıçıtırın yöresinde yaşayan yaşı 85 olan Kadriye Hasani teyzemizin ağzından yöre ağzı ile otantik yapısı ile çeker beni, beni de anlat edasında. Hemen yanlışlık yapmadan anlatayım diye karıştırırım Ethem Baymak’ın efsaneler ile ilgili doktorasını ve buldum. Burada okumuştum çünkü ve çok sevmiştim efsaneyi hatta bizim dilimizden daha çok. Çünkü efsaneler yöresinde o şive ile canlı ve güzel. Heyecanı daha çok hissediyor tadı daha çok yaşıyorsunuz. İşte bunu yaşamayı duymayı çok seviyorum sanırım.
Bakalım Kadriye Teyze nasıl anlatmış bize;
Eskiden üç kardeş varmış. Aralarında anlaşmişlar yapsinlar bi çüpri, ama deylar çi süz verisık çi karilara diver meyelim. Niçin çüpriy yapmak için lazım kurban çesilsin. Hem süz verilar çi üçünün hancısının karısı yemek cütürürse o kurban olacak. Bu işi büyük kardaş divermişlar karılarına çi colmasınlar. Bunun için üçüncü kardaşın karısı ali kuşlugi yalasın kocasına. Yolda hem cezey hem haykırı şarki, Çünçî cece rüyada cürmiş çi oli kurban. Ne zaman coli kocasına dey: Bak kocacıgım, ben cürdüm rüyada çi oldum kurban. Ama emanet edeyim, eğer ülürsem sag mememi dışarda bragasın çi emzirsin çocugum. Böylece kocasi tutay süzini. Karisini kurban edey ama emanetini da unutmay. Bülece kocasi her pazar cüni yolay çocuguni emzırsın. Hem karısının şarkisini hiçbir zaman unutmamış kocası.
Dinle dinle gospodin
Bilin nedır yetim
Hercün mezarıma cetirın
emzırem çocugumi
Hem siz bilirsiniz o zaman yetimin kıymetini. Aslında kurban vermek geleneğimizde mevcut. Temel taşına kan dökmek gerek gibi gösterse de, helâlından yapılması asıl bahane. Yapılan işin dürüst, hilesiz, temiz ve alın teri çiğnenmeden helâlinden yapılan bir işin sağlamlığına dikkat çekmektir amaç.
Aslında Anadolu Efsanelerimizde de benzer efsaneler o kadar fazla ki.
E buda Balkanlar’da köprüler ile yaşamanın bir göstergesi değil mi?
Ha taşla toprakla, ha aşkla baharla, ha insandan insana, yoldan yola durmadan direnmeden zamana, köprüler kurarak yaşamak değil mi? Telefonum çalıyor ne tesadüf Kosova’dan arkadaşım köprü kuruyor benimle, sımsıcak dost köprüsü.
BALKAN YEMEKLERİ
2 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
18 gün önceHABERLER
27 gün önce