Balkanların yolunu gözlediği kalıcı huzur günlerine bir an evvel kavuşması birçoğumuzun dilek ve arzusudur. Eğreti durmayan, temelleri sağlam zemine oturmuş, sevgi ve kardeşlik duygularıyla yoğrulan bir Balkan coğrafyası dualardan eksik edilmeyen önemli bir olgudur. Mevcut durum eskiye oranla iyi gibi görünse de etnik ve dini ayrıştırmaya yönelik olaylar gelecek adına kaygı uyandırmakta. Allahü Teâlâ, yeryüzünde vuku bulan hadiseleri belli sebeplere bağlamıştır. Kâinattaki hemen her şey O’nun (c.c.) koyduğu nizam dairesinde seyretmekte. Yaradan, her iş ve oluşun her anında yapacağımız sözlü duanın yanı sıra, insanların çabalarıyla sözlü dualarının gerçekleşmesini ne denli arzuladıklarını göstermelerini de bekler. Ki, bu anlamdaki gayretlerin adı da “fiili dua”dır. Bu dua için; “kişinin herhangi bir arzu, istek ve dileğine nail olabilmesi için elinden geleni bi hakkın yerine getirmesidir” denebilir. Bir kişinin bir işi başarabilmesi belli merhaleleri aşabilmesine bağlıdır. Engelleri bir bir aşabilmekse yılmaksızın çalışıp çabalamakla mümkündür. Bu yüzden dua, istek ve arzular fiiliyatla mutlak surette desteklenmelidir. Ana temasında insan sevgisi olan, engin hoşgörüye sahip, uzlaştırıcı, akılcı, kalıcı, mantıklı ve tutarlı icraatlar bunların başını çekmektedir. Balkanlarda kalıcı barış ve başarı, daha çok gayret ve saye bağlı. Samimiyete bağlı. Vesilelere, vesile olabilme niyetimize bağlıdır. Balkanlarda istikrarlı, huzurlu ve güven dolu bir geleceğe katkı sunacak en büyük vesilelerinden biride hiç kuşkusuz ülkemizde yaşayan Balkan sevdalılarıdır. Sevdalıların oluşturduğu üniteler ve topluluklarıdır. Sivil toplum kuruluşlarıdır. Devlet ve hükümetimiz, yüz yıldır atılması beklenen siyasi, ekonomik ve politik alandaki manidar adımları atmaya başladı. İş adamları ve medyanın Balkanlara olan ilgisi de giderek artıyor. Sıra, ilgili STK’ların atılan bu olumlu adımları, isabetli dış politikaları destekler mahiyette ki fiili dualarında. Bende bu maksatla ve öncelikle, ülkemizde bu uğurda gayret gösteren sevdalıların çaba ve gayretleri hakkında âcizane durum değerlendirmesi yapayım istedim.
CİDDİ VE KALICI ADIMLAR
Bilindiği üzere, 15-20 yıl öncesine kadar Balkanlar’da yaşanan sorunların çözümü hususunda geçmiş siyasi erkler ciddi ve kalıcı adımları atamadı. Fiili dua derinliklerine yeterince inemediler. Bölge, Osmanlının son dönemlerinden beri ve özellikle de Cumhuriyet tarihi boyunca beklenen ilgi ve alakadan mahrum kaldı. An be an bölgeden biteviye uzaklaştık. Bir nevi “Gözden ırak olanlar gönülden de ırak oldular.” Osmanlıdan arda kalanlar için büyük bir bonkörlükle reddi miras yolu seçildi. “Azıcık aşım, kaygısız başım” dendi durdu. Yıllardır bölgede izlediğimiz sönük dış siyasetimiz, sorunların hallini yazıktır ki, bugünlere erteledi. Böylesi bir dış politika izlenmesi, Osmanlı bakiyesi insanımızın yeterince sahiplenilememesi gerçeği ile yüz yüze bıraktı bizleri. Sahipsizliğin doğurduğu zararlardan nasiplenenler, bölgede yaşam mücadelesi veren insanlarımız oldu. Tüm taraflar bunun bedelini oldukça ağır ödediler. Soydaş ve dindaşlarımız yerlerinden ve yurtlarından edildi. İtilip kakıldılar, horlandılar, aşağılandılar. Eza ve cefanın envai türü üzerlerinde denendi. Siyasi ve ekonomik hayattan bir bir tecrit edildiler. İnsan haysiyet ve onuruna yakışmayan haksız ve hukuksuz muamelelerin hedef tahtasına oturtuldular.
SREBRENİTSA SOYKIRIMI ÖRNEĞİ
Srebrenitsa soykırımı buna verilebilecek en iyi örnektir. Bulgaristan’da yaşanan asimile politikalarının oluşturduğu mezalim bir diğer örnektir. Batı Trakya, Adalar, Kosova ve Makedonya da yaşanan soykırım ve asimilasyon politikaları ile daha niceleri bölgedeki insanımızın biteviye kaderi oldu. Milyonlarcası canlarını göç yolunda, mallarını da göç uğrunda kaybettiler. Değerli birçok şeyleri gasp edildi. Dinlerini, dillerini, gelenek ve göreneklerini diledikleri şekilde yaşama hakları ellerinden kayıp gitti. İbadethanelerinin kapıları yüzlerine duvar oldu. Çoğu ibadethanelerse geçmiş rejimlerce yakıldı, yıkıldı, viran eylendi. Sonucunda da siyasi, ekonomik ve askeri gelişmelere müdahil olamadılar. Azınlığın çaresizliğinde bir köşeye sinmek zorunda bırakıldılar. Osmanlının son dönemlerinde nüfusça fazla oldukları bölgelerde dahi günümüzün azınlıkları durumuna düştüler. Düşürüldüler. -Tıpkı ecdat yadigârı sahipsiz kalan ve yok edilen binlerce eserimiz gibi.- Kendi geleceklerini tayin hakları ellerinde değildi. Bunların hepsi ve daha fazlası yüzyıldır bölgenin realitesidir. Ardı arkası kesilmeyen savaşların sonrasında bölge, hâlihazırda yaralıdır. Yaralar da oldukça tazedir. Kabuk bağlayacak zaman aralığını bulma şansına nail olamayan bu yaralar tekrar tekrar kaşınılmakta. Bu suretle de yeniden kanatılmak istenmektedir. Kosova ve Makedonya’da gördüklerimin bende bıraktığı ilk izlenimler böyle.
ARAŞTIRMA-İNCELEME
1 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
3 gün önceHABERLER
5 gün önceHABERLER
10 gün önce