Bir ressamın gözüyle adım adım Balkanlar

7 Mayıs 2024 - 23:55

1977 İzmir doğumlu çok yönlü sanatçı, Ege Ünv. Ziraat Fak. Toprak Mühendisliği ve A.Ü.Halkla İlişkiler Uzmanlığı , Ege Ünv Eğitim Fakültesi Pedagojik Formasyon Bölümlerinden mezun oldu. İçerisinde Ege Ünv Bilgisayar programcılığı ,Siyaset Okulu dâhil birçok eğitim programını bitirdi . Resmi ve özel kurumlarda resim ve bilgisayar öğretmenliği yaptı. Temel resim eğitimini çok küçük yaşlarda annesi ressam Nüket Bağra’dan aldı . Küçük yaşlarda başlayan resim ve edebiyat çalışmalarında o dönemlere ait ödülleri de bulunmakta olan sanatçı daha sonra Kosova ‘ya giderek sayın Dr.Ethem Baymak atöyesinde Sanat Tarihi , Desen ve Resim Teknikleri üzerine eğitimini geliştirmiştir. Sanatta köklerimizden beslenerek yol alırken özgün olmanın gerekliliğine inanan sanatçı aldığı Toprak Mühendisliği ve Resim eğitimlerinin bir getirisi olarak kendi geliştirdiği kum dokulu karışımı ile kendine has bir teknik yaratmıştır ve KUMSAL YANSIMALARI dizisi ile ‘Kumların Ressamı’ olarak tanınmaktadır. Ayrıca akrilik, yağlıboya, suluboya serilerinden oluşan eserleri bulunmakta ve çocuk kitapları için çizimlerde yapmaktadır. Bugüne dek çoğunluğu yurt dışında olmak üzere on sekiz kişisel,yüz ‘e yakın karma sergi açan sanatçı , yurt içi ve yurt dışında çok sayıda sergi, çalıştay ve uluslararası organizasyonlara katılmıştır .Kendisi de sanat küratörlüğü yapmakta ve kendi tekniği ile ilgili olarak bir çok bienal ve önemli sanat fuarlarından özel davet almaktadır.. Uzmansal çalışmalarını Türkiye, ,Balkan ülkeleri , İtalya, Mısır ,Bahreyn ,Karadağ gibi ülkelerde zaman zaman sürdüren sanatçı; “İtalya Regolad de Arte Vakfı” tarafından 2011 yılında düzenlenen yarışmada dünya üçüncülüğü ödülüne değer görülmüştür. Toplum sorunlarına kayıtsız kalmayan sanatçının birçok Sivil Toplum Kuruluşu’nda kurucu üye ve aktif yönetim kurulu üyeliği bulunmaktadır. Eserleri bir çok resmi ve özel koleksiyonlarda bulunan çok yönlü sanatçının; resim çalışmalarıyla birlikte yürüttüğü edebiyat çalışmaları da bulunmaktadır.Dergi editörlüğü , köşe yazarlığı , eleştiri,deneme,araştırma ve şiir kitapları yazmakta ve bu konularda ki araştırmaları ile bir çok bilimsel toplantılara katılmakta olan sanatçı Sanat çalışmalarını İzmir Karşıyaka’da bulunan atölyesinde sürdürmektedir..

Fatma Elvin Öztürk

Bir ressamın gözüyle adım adım Balkanlar

Bir ressamın gözüyle adım adım Balkanlar
Son Güncelleme :

03 Mart 2012 - 22:00

345 okuma
(Last Updated On: 10/02/2014)

Bir-ressaman-8Denizin kokusundayım yine, iyot kokusu ifil ifil esiyor ciğerlerime. Havada aşk kokusu var, şairle şiirin, ressam ile manzaranın, denizle yakamozların aşkı, hangi sahilden bakarsan bak kucaklaşıyorlar işte…

 

 

 

 

 

 

 

 

Denizin kokusundayım

Üç beş molasındayım ömrümün

Bir yanım sen

Bir yanım senden öte

bir-ressamn-7Denizin kokusundayım yine, iyot kokusu ifil ifil esiyor ciğerlerime. Havada aşk kokusu var, şairle şiirin, ressam ile manzaranın, denizle yakamozların aşkı, hangi sahilden bakarsan bak kucaklaşıyorlar işte… Karşıyaka’dan bakıyor gibiyim. Oturmuşum sahile ılık bir rüzgâr ve deniz… Arya sesleri ile uyanıyorum. Bir grup genç geçerken arya söylüyorlar. O sırada Kilise çanları başlıyor eşlik etmeye ve farkındayım, ne önümdeki deniz ne de ben memleketimdeyim. Önümdeki deniz değil, kocaman bir göl. Ben bir hafta boyunca deniz dedim dostlarım düzelttiler göl diye … Giderken onlarda başladı deniz demeye. O kadar büyük ki ucu bucağı yok üzerinde tekneler, yatlar, yelkenliler. Ben hiç bu kadar temiz bir su görmedim. Ah tabi ki; ben nerden bahsediyorum, nerdeyim ve ne yapıyorum. Ohrid (Ohri )‘deyim. Makedonya’nın incisinde. Şu an gölün doğduğu yerde yani kaynağında Sveti Naum Kilisesi’nin restoranında oturmuş elimde boyalarım resim yapıyordum ki  yazımı yazmaya karar verdim. Bu güzellik dökülmeli kaleme sadece resmetmek yetmez diye… Makedonya’da bir ressamlar buluşması varmış Ohrid’de hocam Ethem Baymak çağırınca öğrendim. On kadar ressam buluşup resim yapıyoruz. Birbirimizden besleniyoruz anlayacağınız. Sohbetler, şiirler, resimler, boyalar oluk oluk karışıyor gecenin rengine. Üzerimizdeki boyalar ile kıvrılıp bir köşede uyuyoruz. Sabah, hop elimizde fırça aynı yerden başlıyoruz boyamaya, nasıl koşmam böyle bir buluşmaya … Hele Ohrid’de ise babaannemin memleketi. Gidince anlıyorum babaannem geldiğinde niye yabancılık çekmemiş. İzmir gibi sayfiye şehri orası da. Bütün Balkanlar yazları akın ediyor oraya tatile. O sularda yüzmeye. Ben hiç böyle berrak sularda yüzmemiştim. Sanki arınıyorsunuz her şeyden. Derin bir sessizlik ve suyun hazzı sarıyor sizi. Şehirden kaynağa gidene kadar sahil kıyısı boyunca her yer plaj. Kaynağın olduğu yerse Struga. Makedonya’nın en güzel kentlerinden biri. Burada yabancılara kentin güzelliğini anlatmak için “Bu dünyada Struga gibisi yok” anlamına gelen bir tekerleme sıkça tekrarlanıyor. Ohri Gölü’nün kıyısındaki kent ise ülkenin en önemli turistik merkezi. Şehre geri dönelim öyle ise ve yol alalım şehirden kaynağa kısa bir tarihsel bilgi ile…

 

 

 

TURİZM MERKEZİ

Bir-ressamn-9Ohri (Ohrid) önünde uzanan ve kendi adıyla anılan gölün kenarına kurulmuş olağanüstü güzellikte tarihi bir kent. Bu özelliğinden dolayı ülkenin turizm merkezlerinden biri. Eski tarz evleri ve Türk çarşısı aynen muhafaza edilmiş. Önce çoğu kişi Türkçe konuşuyor. Hiç zorluk çekmiyorsunuz. Alışveriş için girdiğim bir ayakkabıcı da arkadaşıma kaça acaba şu ayakkabı derken yanıma yanaşan delikanlı “Sana 20 Euro olur abla” deyince sıçrıyorum sonra derin bir sohbet başlıyor aramızda. Aydın’dan gelmiş ailesi Osmanlı zamanında. Mübadelede dönmemişler geri. Hemen Türk kahvesi ikram ediyorlar. O eski misafirperverlik hiç ölmemiş burada. Bu haliyle gittikleri yerlerde eski kültürleri arayanlara ilginç özellikler sunuyor Makedonya. Eski yapılar hala dikiliyor zamana, savaşlara inat. Türklük hala çarpışıyor er meydanında. Yapılar bağırıyor sokakta biz Türk’üz diye. Bu yapılar arasında ilk dikkatimi çeken Ali Paşa Camii oluyor. Cami çarşı içindeki dükkânlar arasına sıkışmış; çarşı içinde yeni binalar arasında kaybolmuş Ali Paşa Hamamı da gözlerden kaçırılmış gibi. Uzun Türk hâkimiyeti boyunca atalarımız Ohri’ye çok sayıda eser kazandırmış. Ama bunların büyük çoğunluğu kaderlerine terk edilmiş durumda. Hacı Hamza Camii, Keşanlı İmareti, Kuloğlu ve Emin Mahmut camileri bunlardan. Bir zamanlar kaleden şehri kuş bakışı süzen İmaret Camii ise yakın yıllarda yıkılmış direnememiş daha fazla…

 

 

 

 

 

 

SARMA VE İMAM BAYILDININ LEZZETİ

Bir-ressamn-gzyle-2Ohri’nin merkez çarşısında adını birkaç asırlık bir çınardan alan Çınar Meydanı ve onun serin gölgesi. Altında bir restoran. En güzel yemekleri yedim orada. Sarma yedim. Yoğurt, imambayıldı, bizim yemekler ve bizim lisanda. Tabi yöreye özgü yemeklerde vardı onlardan da yemedim desem yalan olur. Yemeğimi yerken zaman geçmesin istiyorum. Hiç kalkasım yok. Meydan burası cıvıl cıvıl insan kaynıyor hareket bol. Turist yağmış sanki. Allah’ım bir ülkenin insanları bu kadar mı güzel olur kızlar kalem bacaklı sülün gibi, erkekler desen genci yaşlısı filmlerden fırlamış gibi. İri yarı insanlar gördüklerim. Bu yönüyle işte buradanmış köklerim diyorum (Oh be sonunda iri kıyım olmamın sebebini buldum). Bu çınarın Türkiye tarihi açısından önemli bir özelliği de var. İttihat ve Terakki’nin burada kurulmuş olması gibi. Yüzlerce yıllık ve 10 kulaç genişliğindeki dev çınar ağacının hemen altında toplanırlarmış İttihatçılar, binaları da hemen çınarın arkasında. Çınarın tam karşısında ise bir zamanlar Halveti Tekkesi’nin misafirhanesi olan harap konak göze çarpıyor. Ve yanında Ohri Halveti Tekkesi. Rumeli’deki pek çok dergâh gibi Anadolu’nun, hatta Orta Asya’nın bu bölgedeki uzantısı. Kurucusu Şeyh Mehmet Hayatî. Rumeli’nin ünlü kültür merkezlerinden Serez’e geçip Halveti şeyhi Hüseyin Baba’nın yanında yetişmiş ve onun halifesi olmuş. Şeyh olarak Kırçova’ya geçmiş, oradan da Ohri’ye gelerek şimdiki tekkeyi kurmuş. Tekkenin zikir odası, küçük mescidi, bakımlı bahçesi ve diğer bölümleri temizlik ve güzellikleriyle böyle kurumlara örnek olacak mükemmellikte. Türk dervişi olarak adı hep geçen Sarı Saltuk’tanda söz etmeli. Söylenceye göre Hacı Bektaşi Veli tarafından Balkanlar’a gönderilen Sarı Saltuk, Arnavutluk’la Makedonya’yı birleştiren Ohri Gölü’nü Taptuk Emre’nin kendisine verdiği seccade üzerinde geçer. Bugün Aziz Naum Kilisesi olarak bilinen yere gelen Sarı Saltuk yöre halkı tarafından Aziz Naum ile özdeşleştirilir. Bu bilginin tarihi açıdan belgelenmesi mümkün değilse de burası bir makam olarak yöre halkının hafızasında kayıtlı. Bu tür çift sempati örneklerine Balkanlar’da sıkça rastlanmaktadır. Hocamdan bu bilgileri aldıktan sonra canım çay istiyor. İşte en büyük eksiklik bu… Çay yok hiçbir yerde. Kahvenin her türü var. Hatta Makedonya’ya özgü Machiato‘yu da tavsiye ederim. Başka bir tavsiyemde çayınızı mutlaka yanınıza alın. Neyse ben çay diye diretince orada bir Türk kahvesi varmış oraya gittik. Demlenmiş çayında tadına doyum olmuyor. Bildiğiniz Türk kahvesi. Tahta iskemleler, boş boş oturan erkekler. Çayımızı içtikten sonra resimlerimizin başına dönmek üzere yola çıkıyoruz ama ben ayrılamıyorum vitrinlerden Allah‘ım her yer inci, takı, mücevher. Hangi dükkâna baksam iri inciler, sedefler işte Ohri’nin en büyük özelliği Ohri İncisi. Hocamdan izin istiyorum gezelim arkadaşlarla bugün. Oda insafa geliyor başlıyoruz hep birlikte gezmeye. Eee ressam önce görsel doymalı tatmin olmalı ki daha rahat yansıtsın akışkan olsun boyaları.

 

 

 

MAKEDONYA’NIN İNCİSİ

Bir-ressamn-gzyle-3Ben bu fırsat hemen bir dükkândayım. Her yer inci, beyaz beyaz parlıyor. Neden bu kadar inci var diye soruyorum. Aldığım cevap neden Ohri’ye Makedonya’nın İncisi dediklerini anlatıyor. Ekosisteminde sadece o yöreye özgü dünya çapında öneme sahip 200’den fazla tür bulunan ve 1979’da UNESCO tarafından Dünya Kültür Mirası listesine dahil edilen Ohrid Gölü’ndeki benekli alabalıkların pulları, kadınların en önemli güzellik tutkuları arasında yer alan takılara da ham madde oluyor. Kurutulup toz haline getirilen balığın pullarının plastik boncuklara ya da değerli taşlara kaplanmasıyla yapılan inci görünümlü kolyeler, küpeler, bileklikler ve tespihler, kente gelen turistlerin tercih ettiği en önemli hediyelik eşyaların başında geliyor. Sadece 2 aile tarafından orijinal haliyle geleneksel olarak yapılan takıların işlenişi sır olarak saklanan Ohrid’de, ustalık sadece erkek çocuklara öğretiliyor. Çok güzeller hemen bütün canlarıma alıyorum küpeler, bilezikler tabi kendime de. İnci ile sedefi karıştırmamak lazım ikisi de var çünkü. Bir de taklit ürünlere de dikkat etmek lazım. Sahil boyunda yürüyoruz şimdi de. Burada evlerde bir başka. Şehrin içinde ki evler eski konakları ve Safranbolu evlerini andırsa da benim dikkatimi sahilde bulunan üç katlı binaların çatı katları çekiyor. Aşık oluyorum dairelere, çünkü göle hakim bir manzaradaki dairelerde duvar yok her yeri cam, camdan yapılmış çatı katları. Nasıl bir ütopya, nasıl bir güzellik. İçinde olup resim yapmak delicesine şiirler yazmak istedim bir an. Sokaktan aryalar söyleyerek geçen gençleri mum ışığında o evde dinlemek,. Sabah çan ve ezan seslerinin harmonisine eşlik eden köpeklerin ulumalarını o evden duymak istedim. Köpekler bile farklı uluyor bu kentte. Nasıl bir enerji varsa dikkat kesilip eşlik ediyorlar ibadete hep birlikte. İstemesem de evin hayalinden ayrılmayı dostlarım çekiştiriyor. Giderken suluboyalarımı almamı söylüyorlar. Arabaya biniyoruz ve Struga’ya doğru yol alıyoruz. Deniz (pardon göl) dolu, insanlar suya salmış kendilerini arınıyorlar. Adım başı bir koy, adım başı bir otel. Neyse yarım saatlik bir yolculuktan sonra bir orman kampına geliyoruz bizim mangal alanlarımız gibi, ama farklı. Sağlı sollu dükkanlar var derme çatma. Tişörtler, gümüş takılar satıyorlar. Sağ taraf plaj ağaçlar altında solda ise bir restoran ama dikkatli bakınca restoranın ötesi yine su. Kayıklar var bağlı diğer yanda.

 

 

 

GÖLÜN BEYAZ KAYNAĞI

Bir-ressamn-gzyle-5

 

 

 

Bu ne diye sormama fırsat vermeden bindiriyorlar kayığa beni. Burası gölün beyaz kaynağı. Birde karşı dağda siyah kaynağı varmış. Kayığa binenler asla konuşmuyor sessizlik hakim, doğayı dinliyorsunuz. Huşu ya varmak bu sanırım diyorum içimden. Yok böyle bir manzara. Su dupduru, dibi bembeyaz. Kayıkçı bile sessiz anlatıyor tarihi, çevirmen de adeta fısıldıyor kulaklarımıza. Bir ara kayıkçının lisanından benim Türk olup olmadığımı sorduğunu anlıyorum. Usul usul gülüşüyorlar arkadaşımla. Manzaraya dönüyorum tekrar Cemal Safi ‘nin dizeleri geliyor aklıma ‘’İşte bu benim aslıma rücu edişim’’ . Tam kaynağa vardığımızda duruyoruz. Rüzgar konuşuyor sanki ormanın içinden, ürperiyor herkes. Ve geri dönüyoruz usul usul çekiyor kürekleri kayıkçı gölü incitmeden, rahatsız etmeden. Ve gülüşmelerin sebebini anlıyorum kayıkçı benim için Türkçe bir türkü mırıldanıyor sesi aynı doğa kadar yumuşak.

 

 

 

 

Çifte çifte paytonları

Gönderdim sana marika

Çifte çifte paytonları

Gönderdim sana marika

Ne dedim sana marika

Darıldın bana  …

 

TBir-ressamn-gzyle1eşekkür edip ayrılıyoruz kayıkçımızdan. Ben diyorum burada oturalım suluboyalarımızı çıkaralım nereye bakacağımı şaşırarak. Dur bakalım diyorlar. az kaldı. Yürüyoruz buranın bir özelliği de burada Aziz Naum Kilisesi var (sveti naum ) St. Naum ve St. Clement, Kiril alfabesini bulan, Slav birer aziz olan St. Kiril ve St. Metodius‘un öğrencileriymiş. St. Kiril’in bulduğu Kiril alfabesini tüm Balkanlara yayanlar ise St. Naum ve St. Clementmiş. Ohrid, Hristiyanlık açısından önemli bir merkez konumunda bulunuyormuş. St. Naum bu manastırı 16 yy sonunda inşa etmiş. Burada özellikle zihinsel problemi olan hastalara şifa dağıtıyormuş. Manastırın içinde bir de kilise var. St. Naum’un mezarı da bu kilisenin içinde. St. Naum’un mezarının üstüne kulağınızı dayadığınızda eğer iyi bir insansanız kalp atışını duyabileceğiniz rivayet ediliyor. Deneyenlerin olduğunu itiraf etmeliyim. Bir de manastırın girişindeki mozaiği dikkatle incelemenizi tavsiye ederim. Ayrıca ” Before The Rain “ filminin de St. Naum manastırında çekildiğini de belirteyim. Aynı zamanda bir Osmanlı konağı çevreliyor kiliseyi. Konağın bahçesinde tavus kuşları karşılıyor bizi. Bahçe duvarından göl tarafına bakmak istiyorum. Büyülü bir manzara bu çarpılıyorum tek kelimeyle. İşte başa döndük restauranttayım, göl balığı yedim enfes ve Arnavut rakısı içtim. Rakı desem de değil. Aynı viski tadında ben pek anlaşamadım kendisi ile ama siz mutlaka deneyin derim. Elimde fırçam ve denizin kokusundayım. Sinekler bile farklı burada fosforlu. Karanlık bastıkça parlıyorlar. Gece orman ateşinde bu büyüde resim yapacağız. Daha çok şiir yazacağım ben bu akşam belli oldu.

 

 

 

 

 

Resim ve şiir aşk mıdır birlikte.

Biri olmadan diğeri olmaz mı.

Bu topraklar da benim ruhuma bu kadar kokmasaydı resim ve şiir aşkımı yaşayamazdım sanırım içimde.

Bir sonraki koloni Lesnova’daymış. İp değil kalın urganlarla çekiyorum…

 

Elvin Öztürk

 

 

 

 

 

 

 

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.