BOSNA-HERSEK İŞGALİ VE SREBRENİTSA SOYKIRIMI

7 Mayıs 2024 - 18:23

BOSNA-HERSEK İŞGALİ VE SREBRENİTSA SOYKIRIMI

BOSNA-HERSEK İŞGALİ VE SREBRENİTSA SOYKIRIMI
Son Güncelleme :

09 Temmuz 2012 - 22:00

264 okuma
(Last Updated On: 04/04/2013)

Srebrenitsa1Soğuk savaş sonrasında küresel aktörlerin Balkanlar üzerindeki güç mücadelesi, 20. yüzyılın sonunda, Avrupa’nın ortasında ve dünyanın gözü önünde işlenen bir soykırıma sebep oldu. Bir tarafta soğuk savaş yıllarından bu yana dış politikasını kritik bölgelerde Rusya’yı safdışı etmek üzerine kurgulayan ve Yugoslavya sonrası süreçte bölgede doğacak boşluğu doldurmak isteyen ABD, bir tarafta tek dinli, tek kültürlü bir Avrupa hayali kuran AB ülkeleri, bir tarafta tarih boyunca hayalini kurduğu Balkanlar üzerindeki hesaplarını, ‘Büyük Sırbistan’ hayali kuran ırkçı Sırpları destekleyerek gerçekleştirmeye çalışan Rusya… Ve diğer tarafta adım adım yok edilmeye çalışılan bir ülke… Önce uluslararası kuruluşlar tarafından koruma altına alınarak savunmasız bırakılan, ardından gözü dönmüş canilerin eline bırakılan masum bir halk… Her tarafın hesabında gözden çıkartılan ilk piyon…

 

 

 

 

 

 

 

Yer: Bosna-Hersek

Tarih: 1992–1995

Fail: Sırbistan

Göz Yuman ve Destekleyenler: BM, NATO, ABD ve Avrupa devletleri

Ölü Sayısı: Üç yıl süren işgal boyunca yaklaşık 250 bin,

Srebrenitsa Soykırımı’nda en az 8372 masum insan…

 

SOYKIRIMI HAZIRLAYAN SÜREÇ

 

1990’ların başında Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla birlikte soğuk savaş dönemi sona ererken, dünyada dengeler yeniden şekillenmeye başlamıştı.Özellikle Balkanlar, Kafkasya, Ortadoğu gibi jeopolitik ve jeostratejik açıdan büyük önem taşıyan bölgeler, küresel güçlerin yeni hakimiyet alanları oluşturmak adına karşı karşıya geldiği bölgeler oldu. Soğuk Savaş döneminde Yugoslavya’yı uzun yıllar idare eden ve Sovyetler’le mesafeli bir ilişki kurarak yüzünü Batı’ya dönen Tito’nun 1980 yılında ölmesi, Yugoslavya’nın dağılma sürecini başlatıyordu. Federasyon ancak 90’ların başlarına kadar yaşayabildi ve dağıldı. Balkanlarda Yugoslavya sonrası süreçte rol almak isteyen küresel aktörler, 80’li yıllardan itibaren planlarını uygulamaya başladılar. Rus yanlısı Sırp lider Slobodan Milosevic’in Yugoslavya’da devlet başkanı olmasının ardından yönetimde Rus yanlısı isimler önemli görevler almaya başladılar. Rusya, ‘Büyük Sırbistan’ hayali içindeki Sırp kadroları kullanarak Balkanlar’a yerleşmek istiyordu. Balkanlar, Rusya’nın hem Avrupa devletleri ile olan ilişkileri, hem de Akdeniz ve Kuzey Afrika üzerindeki planları için hayati önem taşıyordu. Bu dönemde Sovyetler Birliği de parçalanınca Ruslar bir süre kendi ülkelerindeki sorunlarla boğuşmak zorunda kaldılarsa da, Rusya’nın Balkanlar’a olan ilgisi devam etti. Öte yandan Soğuk Savaş yıllarından bu yana dış politikasını Rusya’yı kritik bölgelerde saf dışı bırakmak üzerine kurgulayan ABD ve Avrupa devletleri de Balkanlar’da Yugoslavya sonrası süreç için planlar yapıyorlardı. En büyük hedef Rusya’nın bölgedeki nüfuzunu kırmak ve böylece bölgede doğacak boşluğu doldurmaktı. İkinci büyük hedef ise, Yugoslavya’nın dağılmasından sonra, Avrupa’nın ortasında Bosna-Hersek gibi Müslüman bir devletin oluşmasını engelleyerek tek dinli, tek kültürlü yapıyı sürdürmekti. Bu hedeflerin gerçekleştirilebilmesi için öncelikle Rus yanlısı Sırp kadrolarının tasfiye edilmesi gerekiyordu. Küresel güçlerin NATO ve BM’nin büyük desteğiyle, Balkanlarda Rusya’yı nüfus sahibi yapacak Sırp kadroları tasfiye etmek amacıyla hazırladığı planın ilk adımı, Sırpların suç işlemesinin sağlanması, ikinci adım ise bu suçlar gerekçe gösterilerek Rus yanlısı Miloseviç ve ekibinin tasfiye edilmesini öngörüyordu. Böylece Balkanlardaki Müslüman nüfus da bu sayede Sırplara kırdırılmış olacaktı. Nitekim öyle de oldu. Bu plan başarılı bir şekilde işledi. Batı ülkeleri yöneticileri ve BM, NATO gibi uluslararası kurumların yetkilileri1992–1995 yılları arasında dünyanın gözü önünde işlenen soykırım sürecinde Slobodan Miloseviç, Radovan Karadziç gibi Sırp yöneticilerle yaptıkları görüşmelerde, kendilerini büyük bir misyonu ifa ettikleri için tebrik ediyor ve herhangi bir müdahalede bulunmayacakları izlenimini vererek Sırpları daha da cesaretlendiriyorlardı. Nitekim bu gizli görüşme ve pazarlıklar, daha sonra tutuklanarak Lahey’deki Savaş Suçları Mahkemesi’nde yargılanan Slobodan Miloseviç tarafından dile getirilmiştir. Soykırım sürecinde, daha sonra yapılacak müdahalelerin gerekçesini hazırlamak adına, daha dramatik tabloların yaşanması için Boşnak halkının BM tarafından ‘güvenli bölge’ ilan edilerek koruma altına alınan bölgelere nakledilmesi sağlandı ve daha sonra bu bölgeler korunmayarak daha büyük katliamların yaşanması sağlandı. Bu katliamlardan en büyüğü ise, Temmuz 1995’de gerçekleştirilen ve on binlerce insanın birkaç gün içinde hayatını kaybetmesine sebep olan ‘Srebrenitsa Soykırımı’ydı.

Srebrenitsa2Balkanlar’da Körüklenen Etnik Kıyım Yugoslavya’nın dağılmasından sonra federasyonu oluşturan ögeler tek tek bağımsızlığını ilan etmeye başladılar. Bunlardan Slovenya’nın bağımsızlık kararı uluslararası kuruluşlar ve pek çok dünya devleti tarafından hemen kabul görürken, Hırvatistan Sırbistan’ın saldırısıyla karşı karşıya kalarak 1 yıl mücadele etmek zorunda kaldı. Makedonya bağımsızlığını ilan etmesinin ardından Yunanistan’a karşı diplomatik alanda mücadele verdi. Bosna Hersek ise 6 Şubat 1992’de bağımsızlığını ilan etmesinin hemen ardından, birçok devlet ve uluslararası kuruluş tarafından tanınmasına karşın Sırp saldırısına maruz kaldı.

 

 

 

 

 

 

 

Miloseviç liderliğindeki Sırp yönetimi, bu süreçte izlenecek yol haritasını şöyle çizdiler:

 

-Yugoslavya’nın dağılmasını önlemek ve Yugoslavya’yı meydana getiren cumhuriyetlerin yönetimini ele geçirmek,

-Bağımsızlık ilanları ile cumhuriyetlerin ayrılması önlenemez ise Yugoslavya hükümeti olarak bağımsızlıkların tanınmaması için uluslararası lobi faaliyetlerine başlamak ve ordunun devreye sokulması ile denetimi elde tutmak,

-Bağımsızlık ilan edecek cumhuriyetlerde bulunan Sırpları silahlandırarak, bu ülkelerin en önemli şehir ve kasabalarını ele geçirmek suretiyle egemenlik ve bağımsızlıklarını engellemek,

-Tüm girişimlere rağmen bağımsızlık ilanları engellenemiyor ise bu

cumhuriyetlerde başlatılacak iç savaşlarla elde edilecek topraklar üzerinde ayrı birer Sırp Cumhuriyeti ilan ettirmek,

-İlan edilen cumhuriyetlerin bağımsızlıkları kabul görmediği takdirde bu Cumhuriyetlerin Sırbistan’a ilhakını sağlamak.

 

BÜYÜK SIRBİSTAN PLANI

 

Sırplar Büyük Sırbistan planı çerçevesinde en büyük düşman olarak Müslüman Boşnakları görüyorlardı. Onlara göre Müslüman Arnavutlar ve Katolik Hırvatlar daha sonra geliyordu. Zira Sırplara göre Boşnaklar, Osmanlı döneminde topluca İslam’ı kabul ederek Türkleşmiş hain Sırplardı. Bu anlayışın yanısıra coğrafi olarak da Büyük Sırbistan planının uygulamaya konulabilmesi için öncelikle Bosna-Hersek topraklarının alınması şarttı. 1989 yılında, yani Sırpların Osmanlı’ya karşı kaybettiği 1389 Kosova Meydan Savaşı’nın 600. Yılında, Kosova’da yaklaşık 1 milyon Sırp’a hitaben yaptığı konuşmasında Sırp lider Miloseviç, bu süreçte nasıl bir politika izleyeceğinin sinyallerini verdi. İntikam duygularıyla ve hesaplaşma arzusuyla dolu konuşmasıyla Miloseviç Sırp halkını galeyana getirmeyi başardı. Tıpkı Sırplar gibi Hırvatlar da Balkanlar’da kurulacak bir ‘Büyük Hırvatistan’ın hayalini taşıyorlardı. Bu doğrultuda, topraklarını Sırplara kaptırmamak için önce Boşnaklarla işbirliği yapan Hırvatlar, kendi topraklarını geri kazanma noktasında elde edilen başarıların ardından, özellikle Almanya’dan aldığı desteğe güvenerek Bosna tarafıyla yaptığı antlaşmayı bozdu. Bununla da yetinmeyen Hırvatlar, kısa süre öncesine kadar işbirliği yaptığı Boşnaklara karşı, Sırplarla birlikte katliamlara katıldılar ve Bosna-Hersek topraklarında Hersek Hırvat Cumhuriyeti’ni kurdurdular.

Bu süreçte önce Hırvatistan’a ve Slovenya’ya saldıran Sırbistan, bir taraftan da yıllardır birarada yaşadıkları ve azınlık oldukları halde hiçbir ayrımcılığa muhatap olmadan barış içinde yaşayabildikleri Boşnak bölgelerinde örgütlenmeye başladılar. Bu süreçte Sırpların aşırı milliyetçi grubu Çetnikler halkı galeyana getirirken, eli silah tutan Sırp gençlere el altından silah verildi ve askerî eğitim almaları sağlandı. Kiliseler de halkı Boşnaklara karşı kışkırtıyor ve nefret duyguları uyandıracak vaazlarla Boşnaklara karşı psikolojik baskı uyguluyorlardı. Bosna-Hersek’teki Sırpların partisi SDS (Sırp Demokrat Partisi) Başkanı Radovan Karadziç de bağımsızlık referandumu için toplanan mecliste “Referandumdan evet çıkarsa siz Boşnaklar yok olacaksınız” gibi tehditkar ifadeler kullanıyor ve ilerleyen aylarda başlayacak olan soykırım hareketinin sinyallerini veriyordu.

 

BİR MİLLETİ YOK ETME OPERASYONU

Bosna-Hersek’te 20. yüzyılın ortasında yaşanan soykırım, aslında Sırpların tarihi ‘Büyük Sırbistan’ projesinin bir devamı niteliğindeydi. Bu plana göre

Srebrenitsa3Drina havzasının Sırplaştırılması ve bölgedeki Müslüman varlığının sonlandırılması gerekiyordu. Bölgede yaşayan Müslüman Boşnaklar özellikle 1. ve 2. Dünya Savaşı yıllarında Sırplar tarafından gerçekleştirilen çok sayıda katliama maruz kalmışlardı. Ancak 20. yüzyılın sonlarında gerçekleştirilen bu soykırım hepsinden daha büyük acılara sahne oldu ve tüm dünyanın gözü önünde gerçekleştirildi. Sırpların 1992 yılında başlayan ve 3 yıldan uzun bir süre devam eden soykırımına giden yolda Sırp liderlerin açıklamaları olacaklara işaret ediyordu. Miloseviç; “Tanrı bazı milletleri üstün ve seçkin yaratmıştır. Bazılarını değersiz ve üstün olana itaat eden bir konumda yaratmıştır. Hristiyan Avrupa’nın en dindar ırkı olan Sırpların, Müslümanlardan daha üstün oldukları bir gerçektir. Müslümanlar yok olmaktan kurtulmak istiyorlarsa, üstün olana itaat etmeye mecburlar” diyordu. Bosna Sırplarının lideri Radovan Karadziç ise; “Biz tek din ve tek kültürlü bir Avrupa için savaşıyoruz. Amacımız Balkanlar’daki İslam kalıntılarını yok etmek ve Anadolu’ya kadar sürmektir. Bu büyük mücadelemizde Avrupa ve Batı dünyası bizi tam olarak desteklemeli!” diyerek yapacaklarının ne anlama geldiğini ifade ediyordu. Böyle bir ortamda, bağımsızlığı dünya tarafından kabul görmüş bir ülkenin topraklarını işgal eden Sırplar tarafından 1992–1995 yılları arasında gerçekleştirilen soykırımında, 250 bine yakın insan hayatını kaybetti, 2 milyondan fazla insan göç etmek zorunda bırakıldı, 170 bin kişi soykırım sürecinde gerçekleştirilen saldırılar sonucunda sakat kaldı, 50 bin kadın tecavüze uğradı ve 1000’e yakın cami, medrese ve tarihi eser yok edildi. Siyaset bilimci Prof. Dr. Tanıl Bora soykırım süreci devam ederken kaleme aldığı ‘Yeni Dünya Düzeninin Av Sahası’ adlı eserinde şunları söylüyordu: “Bosna-Hersek’teki savaş, Soğuk Savaş sonrasında dünya düzeninin başındaki en büyük dert. Sadece ‘Yeni Dünya Düzeni’nce çözülemediği için değil, o düzenin mahiyetinin en çıplak ifadesi olduğu için. Bosna-Hersek’teki kıyım, çapıyla ve şiddetiyle değil ama ‘anlamıyla’, (post-)modern zamanların en feci olaylarından birisi. Çünkü ‘çağ’ını kamilen ‘temsil ediyor’. Naklen yayımlanıyor, bütün dünyada ‘izleniyor’ ve bir görsel horror-show (korku gösterisi) halinde rutinleşiyor.”

 

 

 

 

Bir başka siyaset bilimci Prof. Dr. Fuat Keyman ise, modernist kimlik anlayışının etnisite boyutunda hareket ettiğini öne sürerek şunları söylüyordu: “Bu söylem ulus-devletin en güçlü ideolojisi olan modern uluslararası ilişkiler anlayışı tarafından kuruluyor. Uluslararası ilişkileri devletler-arası ilişkilere indirgeyerek ulus-devleti modern (uluslararası) toplumun ayrıcalıklı aktörü ve tanımlayıcı kimliği yapan bu anlayış Avrupa’nın ve uluslararası toplumun (ve BM’nin) Yugoslavya’nın trajik ölümüne seyirci kalmasına ve yaşanan bir etnik kıyımı ‘etnik savaş’ olarak kurgulamasına neden oluyor.” Dünya devletleri ve sorumluluğu altındaki bölgeleri korumayarak soykırımın en büyük suçlularından olan uluslararası kuruluşlar BM ve NATO’nun seyirci kaldığı bu kanlı süreç, planın bir parçası olarak Aralık 1995’te zorla imzalattırılan Dayton Antlaşması ile sona erdirilirken, Bosna-Hersek topraklarının yüzde 49’u Sırp yönetimine verildi, yüzde 51’inde ise Hırvat-Boşnak Federasyonu kurularak aslında ülke fiilen üçe bölünecekti.

SREBRENİTSA SOYKIRIMI

 

Büyük Soykırıma Kadar Srebrenica’da Yaşanan Süreç ‘Gümüş’ anlamına gelen Srebrenica kenti Bosna-Hersek’in doğusunda Sırbistan sınırına 10 kilometre uzaklıktadır. Savaştan önce 27 bin civarında olan nüfusun yüzde 64’ünü Boşnaklar, yüzde 28’ini Sırplar oluşturuyordu. Srebrenitsa hem Sırbistan sınırında olması hem de ‘Büyük Sırbistan’ planı bakımından kritik bir konumda olduğu için Sırplar açısından büyük önem taşıyordu.

Nisan 1992’de Srebrenitsa’yı ele geçiren ve yoğun bombardımana tabi tutan Sırp birlikleri, sivil halka karşı toplu katliamlara başladılar. Kuşatma altındaki halk arasında açlık ve salgın hastalık her geçen gün daha tehlikeli boyutlara ulaşıyordu. Mayıs 1992’de Nasır Oric komutasındaki Boşnak birlikleri Sırp kuşatmasını yararak Srebrenitsa’ya girdi ve kasabanın kontrolünü yeniden ele geçirdi. Daha önce burada yaşayan Sırpların kalmasına ve silahlı askerlerin silahlarını bırakarak kasabayı terk etmesine izin verildi. Bu tarihten sonra bombardımandan ve kuşatmadan kaçan Boşnaklar güvenli olduğu gerekçesi ile Srebrenitsa’ya göçmeye başladılar. Bu göçlerle birlikte nüfus artmaya başladı. Etrafı Sırp kuşatması altında olduğundan açlık ve hastalık had safhaya çıktı, üretim ve tedavi imkanları ilkel şartlarda sürdürülebildi. Aylar boyunca devam eden yoğun bombardıman ve kuşatmaların ardından geriye toplu mezarlar, işkence izleriyle dolu parçalanmış cesetler, tecavüze uğratıldıktan sonra öldürülen kadınlar, tedavi imkanlarından yoksun yaralılar ve anne-babalarını yitirmiş öksüz ve yetim binlerce çocuk kalmıştı. Dünya kamuoyu, gözleri önünde işlenen bu drama seyirci kalıyor, bölgede bulunan BM Barışgücü UNPROFOR (The United Nations Protection Force) hiçbir müdahalede bulunmuyordu. Dünyada barışın teminatı olduğu iddiasındaki küresel güçlerin tepkileri ise göstermelikti. Başta ABD olmak üzere, Fransa, İngiltere, Almanya, Rusya, Çin gibi ülkeler, Sırpların uyguladığı bu sistematik soykırıma sırtını dönüyordu. Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegoviç’in dünya kamuoyunu ve uluslararası kurumları göreve çağıran açıklamaları, Bosna-Hersek halkının can güvenliğinin kalmadığını, BM ve NATO’nun duruma müdahale etmesi gerektiğini ortaya koyuyordu. Bosna BM Gücü Komutanı Fransız General Philippe Morillon’un Bosna’daki Sırpların komutanı General Ratko Mladiç ile yaptığı görüşmeden sonra Nisan 1993’te ateşkes ilan edildi. Mladiç’in bu görüşmeyle ilgili olarak, Morillon’un kendisine ‘daha ileri giderlerse NATO’nun müdahale etmek zorunda kalacağını, her şeyi zamana bırakmaları gerektiğini’ söylediği iddia edildi. BM Güvenlik Konseyi, 16 Nisan 1993’te yaptığı toplantıda, Saraybosna Tuzla, Jepa, Gorajde ve Bihaç ile birlikte Srebrenica’yı da ‘Güvenli Bölge’ ilan etti. BM Güvenlik Konseyi’nin Srebrenica’yı güvenli bölge ilan etmesinin ardından, nüfus Bijeljina, Brutunaç ve Zvornik gibi komşu bölgelerden kaçan on binlerce insanın buraya sığınmasıyla 60 bine kadar çıktı. Bu tarihten sonra Srebrenica’da Boşnak birliklerinin elinde bulunan silahlar toplanmaya başlandı ve ‘gerektiği takdirde’ bölgede bulunan BM gücüne bağlı Kanada birliğinin Boşnakları savunacağı sözü verildi. İngiltere hükümeti de Srebrenica’yı savunma görevini üstlenen Kanada birliğinin zor durumda kalması halinde gerekirse kuvvet kullanabileceğini deklare etti. Uluslararası kurumlar ve küresel güçler tarafından verilen bu taahhütler, yalnızca Bosna-Hersek halkını kandırmaya ve elindeki silahları toplamaya yaradı. BM Barışgücü UNPROFOR’un soykırım sürecindeki uygulamaları insanlık tarihine kara bir leke olarak geçecek türdendi. Sırp kuşatmalarının ve katliamlarının tüm hızıyla sürdüğü yıllarda, BM askerleri, güvenliğini korumakla yükümlü olduğu Boşnak halkına karşı Sırplarla birlikte hareket etti. Açlıktan kıvranan halkın mağduriyeti kullanılarak, halka dağıtılmak üzere bölgeye yollanan erzak paketleri karşılığında kadınlardan cinsel ilişki talep edildi, Sırp askerleri ile ortak ziyafetler düzenlendi. Bosna-Hersek’teki BM Barışgücü’nün konumuna ilişkin en çarpıcı örneklerden biri, 9 Ocak 1993’te Bosna-Hersek Başbakan Yardımcısı Hakkıya Turayliç’in Türkiye Devlet Bakanı Orhan Kilercioğlu ile gerçekleştirdiği görüşmeden dönerken Saraybosna’daki havaalanında bindiği BM Barışgücü aracından Sırp milislerce indirilerek Fransız komutanın yanıbaşında öldürülmesidir. Aralık 1994’te Bosna’daki Sırp Yönetimi’nin daveti üzerine ABD tarafından gönüllü arabulucu sıfatıyla gönderilen ABD Eski Başkanı Jimmy Carter, Sırp Cumhuriyeti’nin başkenti Pale’de Radovan Karadziç ile yaptığı görüşmeden sonra Sırp tarafının barış istediğini ve barış için gerekli şartları yerine getirdiğini ileri sürdü. 31 Aralık 1994’te 4 aylık bir süre için imzalanan ateşkes antlaşmasına ihanet eden daha önceki kararlarda olduğu gibi Sırplar oldu, ancak ilk saldırıların Boşnaklar tarafından gerçekleştirildiği iddia edildi. Karadziç, Mart 1995’te Srebrenitsa ve Zepa kentlerinin dış dünyayla bağlantılarının kesilmesi emrini verdi ve ‘Krivaja 95’ adı verilen ve birkaç gün içinde onbinlerce insanın acımasızca katledildiği kirli operasyonun hazırlıklarına başlandı. Ve Srebrenitsa Soykırımı…

1995 yazında, 3 yıldır süren işgal sebebiyle artık tükenme noktasına gelen Boşnak halkını tamamen ortadan kaldırmak niyetinde olan Sırplar, 6 Temmuz günü BM tarafından ‘Güvenli Bölge’ ilan edilen Srebrenica’yı bombalamaya başladılar. 6 Temmuz günü başlayan bombardımandan sonra Bosna tarafı, BM Barışgücü UNPROFOR’a bağlı Hollanda birliğinin komutanı General Thom Karremans’tan güvenliklerini korumaları için yardım talebinde bulundu Ancak Karremans’ın durumu BM’ye bildiren mesajına, ‘ateşkes görüşmelerinin sürdüğü bir süreçte böyle bir müdahalenin barış görüşmelerini olumsuz etkileyeceği, bu yüzden durumun idare edilmesi gerektiği’ şeklinde yanıt geldi. Yani görüşmeler bahane edilerek müdahale talebi reddediliyordu. 7 Temmuz’da yoğun sağanak yağış sebebiyle bombardıman olmadı. İnsanlar yoğun yağış altında elleriyle molozların altından ölü ve yaralılarını çıkartmaya çalışıyorlardı. Hiçbir tıbbî malzemenin de olmadığı kentte yaralılar ahırlara doldurulmuştu. 8 ve 9 Temmuz’da bombardıman devam etti. Dönemin Bosna-Hersek Cumhurbaşkanı Aliya İzzetbegovic ‘Tarihe Tanıklığım’ adlı eserinde bu süreci şöyle özetliyor:  “Srebrenica’ya yönelik nihai saldırı 6 Temmuzda başladı fakat ilk başta o da, önceki bütün o sınırlı çaptaki saldırıları andırıyordu. Bunun kasabaya yönelik kitlesel bir saldırı olduğu sonucuna ulaşılabilmesi ancak 8 ve 9 Temmuzda mümkün olabildi.

NATO hava kuvvetleri tarafından harekât yapılmasını talep ettik. Uluslararası topluluğun, UNPROFOR askerlerinin ve bir güvenli sahanın çiğnenmesine izin vermeyeceğine inanıyorduk.” 9 Temmuz’da Sırp birlikleri BM Barışgücü’nü temsil eden Hollanda gözetleme mevzilerine saldırıda bulundu ve 30 Hollanda askerini rehin aldı. Bütün bunlar dahî BM ve uluslararası güçleri müdahaleye sevketmedi. Hatta General Karremans, Boşnak komutan Ramiz Beciroviç’ten yardım istedi ve isterlerse daha önce teslim alınan Boşnaklara ait mühimmatın geri verilmesini teklif etti. Bu teklif kabul edilmedi; zira artık çember iyice daralmıştı ve savunma yapma ihtimali ortadan kalkmıştı. Aynı gün UNPROFOR’un Bosna-Hersek’teki komutanı Bernard Janvier ve BM Özel Temsilcisi Yasushi Akashi’den göstermelik açıklamalar geldi. Katliama seyirci kalarak yaşanan sürecin en büyük müsebbibi konumundaki BM’yi temsil eden Janvier ve Akashi, yaptıkları açıklamalarda gelinen durumdan Boşnakları sorumlu tutuyorlardı. Basın açıklamasında Janvier şunları söyledi: “Herkese bir kez daha hatırlatmak isterim ki Bosna Hükümet Ordusu birlikleri kendilerini savunacak güce sahiptir. Hem Srebrenitsa’ya yönelik bir müdahalede bulunmamız da Boşnaklar tarafından istenmemektedir. Oradaki durum 1993’teki gibi değil. Aldığım bilgilere göre Boşnak askerler Srebrenitsa yolu üzerindeki Hollanda askerlerine ateş etmekte ve Srebrenitsa üzerinde uçan NATO uçaklarına saldırmaktadır. Müslümanlar bizi arzulamadığımız bir yola çekmeye çalışmaktadırlar.” BM Yugoslavya Özel Temsilcisi Yasushi Akashi ise;  “Saldırıları Müslümanlar başlatıyor. Sonra da BM ve uluslararası gücü yanlış kararlarına ortak etmeye çalışıyorlar” diyerek, dünyanın gözü önünde ve kendi sorumlulukları altındaki bir bölgede işlenen insanlık tarihinin en acı soykırımlarından birine çanak tutuyordu. Her iki üst düzey yetkilinin açıklamasında da sivil Boşnak halkının ‘Müslümanlar’ şeklinde tanımlanması, sürecin evrensel insani ve vicdani değerlerden uzak, etnik ve dini ayrımcılıkla ele alındığını ortaya koymaktadır. Aynı gün Boşnak halkını temsilen BM karargahına görüşmeye gelen Nesip Mancic ve İbo Mehmedovic, şok edici bir manzarayla karşılaştılar. Karargahta UNPROFOR’un bölgedeki komutanı Hollandalı General Thom Karremans, Sırp Çetniklerin lideri General Ratko Mladiç ile birlikte kadeh tokuşturmaktaydı. Ratko Mladic, Boşnak temsilcilere şehrin 5 saat içinde teslim edilmesini istedi. Boşnak temsilciler Karremans’a kendi güvenliklerinden sorumlu olduklarını hatırlattıklarında, Karremans’tan “Aranızda anlaşın, çok kan akmasın!” yanıtı aldılar. Aliya İzzetbegovic, 9 Temmuz günü dönemin ABD Başkanı Bill Clinton’a mesaj yollayarak BM Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanması ve acilen müdahale edilmesi için çağrıda bulundu. 9 Temmuz gecesi UNPROFOR Komutanı General Rupert Smith, Sırp mevzilerine yönelik NATO hava saldırılarının emrinin verildiğini ve gecikme olmaksızın başlayacağını Aliya’ya iletti. Ancak İtalya’daki üslerden havalanan NATO uçakları yarı yoldan geri döndüler. Daha üst kademedeki bir yetkili müdahaleyi engellemişti. Aliya bu kişinin BM Genel Sekreteri Boutros Ghali olabileceğini söylemiştir. Aliya, bu kanaatini bir zamanlar UNPROFOR’un komutanlığını yapmış olan Fransız General Jean Cot’un Le Monde’a verdiği bir beyanata dayandırmaktadır. General Cot, pek çok kez hava saldırıları için Boutros Ghali’den izin istenildiğini fakat Genel Sekreter’in bunu reddettiğini açıklamıştır. 10 Temmuz’da gerçekleştirilen bombardımanlar göstermelik iki NATO bombasıyla karşılandı. Mladiç’in elindeki Hollandalı rehineleri öldürme tehdidi karşısında NATO müdahalesi durdu ve Sırpların bombardımanı devam etti. Gün sonunda Sırplar nabız yokluyordu. Uluslararası kamuoyundan, ABD, İngiltere, Fransa gibi küresel güçlerden, BM ve NATO gibi uluslararası kurumlardan gelecek tepkiyi ölçtüler. Birkaç kınama ve uyarı dışında hiçbir tepki yoktu. Bunun üzerine savunmasız sivillere asıl darbeyi indirmek ve Srebrenica’yı ele geçirmek için 11 Temmuz günü harekete geçildi. Mladiç 11 Temmuz sabahı Srebrenitsa’da kayda alınan konuşmasında ‘Türklerden intikam alma vaktinin geldiğini, Srebrenitsa’yı Sırp halkına armağan edeceklerini’ söylüyordu. Belgrad’dan gelen emirle harekete geçen Sırp birlikleri savunmasız kenti yakıp yıkıyor, genç-yaşlı, kadın-erkek önüne gelen herkesi öldürüyordu. Evler, içindeki insanlarla birlikte ateşe veriliyor, insanların bir kısmı da otobüslere bindirilerek infaz edilmeye götürülüyordu. Bölgeyi savunmakla görevli BM Barışgücü UNPROFOR ortada yoktu, NATO uçakları da gitmişti ve onbinlerce masum sivil savunmasız kalmıştı. Bunu sonuna kadar kullanan Sırp Çetnikler her türlü vahşeti uygulayarak binlerce insanı acımasızca katletti. Bunların yaşandığı sırada BM Genel Sekreteri Boutros Ghali, Atina’da ‘barışa yaptığı katkılardan dolayı’ Onasis Ödülü alırken, Avrupa ‘Faşizme karşı zaferin’ 50. yılını kutluyordu. Katliamdan bir şekilde sağ kurtulan Boşnak sivillerin ve katliamı gerçekleştiren Sırp askerlerinin Lahey Savaş Suçları Mahkemesi’ndeki ifadeleri, katliamların işkence ve tecavüz sonrasında gerçekleştirildiğini ortaya koyuyor.

Kadınlar ailelerinin gözleri önünde tecavüze uğratıldıktan sonra öldürülürken, erkekler işkenceye tabi tutularak ve planlı bir şekilde öldürülmüşlerdi.20. yüzyılın bu en vahşi soykırımında şu ana kadar 8 bin 372 kişinin cesedine ulaşıldı. Yapılan incelemelerde, bir insana ait kemiklerin farklı birkaç noktadan çıktığı tesbit edildi. Ayrıca pek çok cesedin kemiklerinin birbirine karışmış olması cesetlerin toplu şekilde çukurlara atıldığını, bazılarının yakıldığını gösteriyor. Bazı kadın cesetlerine yapışık olarak bulunan bebek cesetleriyse hamile kadınların dahî acımasızca katledildiğini ortaya koyuyor.Bütün bunlara karşın, katliam sonrasında BM Temsilcisi Yasushi Akashi tarafından yapılan şu açıklama BM’nin olaya bakış açısını ortaya koyması bakımından önem taşıyor: “Fiziksel işkenceye dair izler yok. İnsanların kendi istekleriyle mi yoksa zorla mı yerlerinden edildiğini henüz bilmiyoruz.”

Katliamdan sonra BM ile Sırp birlikleri arasında gerçekleştirilen müzakerelerden sonra, Hollandalı askerlerinin her türlü mühimmat, gıda maddesi ve tıbbî malzemeyi bırakarak Srebrenitsa’yı terk etmesine izin verildi. Bu ucuz komedide, küresel askerî güce sahip olan ABD, Fransa, İngiltere, Rusya, Çin, Almanya, Japonya, Kanada ve daha pek çok ülkenin söz sahibi olduğu bir kurumun, Sırp birlikleri karşısında yetersiz kalındığına inanılması isteniyordu. Günlerce devam eden vahşi katliamdan sonra şehir Sırpların eline geçti. Fakat Boşnak birliklerine bağlı askerlerden ve yetişkin erkeklerden oluşan yaklaşık 15 bin kişilik bir grup Sırp kuşatmasını yararak Bosna birliklerine katılmak için yola çıktı. Açlık, yorgunluk ve hastalıkla geçen zorlu yolculukta, pusuya düşürülme ve mayın tehlikesi de vardı. Dağlık ve ormanlık alanda devam eden bu ölüm yolculuğu Sırpların bombardımanlarıyla bölündü ve binlerce insan bu şekilde hayatını kaybetti. Geriye kalanların bir kısmı Jadar Nehri’ni geçmeye zorlandıkları için boğularak ve mayına basarak hayatını kaybetti. Böylece 15 bin kişilik bu gruptan çok az bir kısmı kuşatmayı yararak Boşnak kontrolündeki bölgeye ulaşabildi.

 

SOYKIRIMDAN SONRA

 

Dünyada barışın, huzurun ve adaletin teminatı olduğu iddiasındaki Birleşmiş Milletler’in, Srebrenitsa’da yaşanan bu insanlık dışı süreçte, katliamı gerçekleştiren Sırp askerleri kadar suçlu oldukları anlaşılıyor. Bağımsız bir ülkenin topraklarında ve dünyanın gözü önünde yapılan bu soykırımın, BM ve NATO’nun sorumluluğu altındaki ‘Güvenli Bölge’de vuku bulması da,bu kuruluşların ne ölçüde güvenilir oldukları ve hangi amaçlar doğrultusunda hareket ettikleri hususunda önemli ipuçları veriyor. 1992’de başlayan ve 3 yıldan fazla süren işgal ve soykırım sürecinde bölgede güvenliği sağlamak amacıyla bulunan BM askerleri, Sırp saldırılarını durdurmak ve Boşnak halkını korumak adına hiçbir şey yapmadı, aksine Boşnak halkının mağduriyetini kullanarak BM depolarında bulunan insanî yardım malzemelerini isteyen halktan gayriahlakî taleplerde bulundular. Öte yandan işgal sürecinde bölgede bulunan çeşitli ülkelere mensup BM askerlerinin, korumakla yükümlü oldukları Boşnak halkının değil Sırp askerlerinin yanında saf tuttuğu biliniyor.

Üst düzey BM yetkilileri ise, işgal süresince müdahaleyi gerektirecek durumlarda yaşananları görmezden gelmeyi, dünya kamuoyuna yanlış bilgi vermeyi ve yanıltıcı raporlar hazırlayarak Sırp tarafını daha da cesaretlendirecek yaklaşımlar sergilemeyi tercih ettiler. Benzer şekilde NATO da hava müdahalesi gerektiren birçok durumda göz boyayıcı birkaç isabetsiz atış yapmanın ötesine geçmedi ve daha sonra gerçekleştirilecek müdahalenin şartlarının oluşması için daha fazla masum insanın yaşamını yitirmesine göz yumdu. Oya Akgönenç Mughisuddin, Bosna’da yaşanan süreçte uluslararası kuruluşların ve Batı devletlerinin yanlış uygulamalarını şöyle sıralıyor:

-“Uluslararası hukukun ihlali olan bir davranışın düzeltilmesi yerine saldırgan tarafın yatıştırılması veya yumuşatılması politikalarına öncelik verilmiş olması,

-Sırpların agresif bir şekilde ele geçirdikleri ve bağımsız bir ülkeye ait olan toprakların terk edilmesini sağlamak yerine, topraklarını haksız işgalle Sırplara kaybeden Boşnakları daha toleranslı olmaya zorlayan bir uluslararası baskı mekanizmasının yürürlükte olması,

-Yapılan insan hakları ihlallerine karşın yeterince önlem alınmayışı ve Sırplara baskıyı sağlayacak yol ve metotların kullanılmamış olması,

-Uluslararası girişimlerle tam 65 defa ateş-kes ilan edilmiş ve her seferinde Sırplar bundan vazgeçerek sıcak savaşa dönmüşlerdir. Yani 1003 günlük savaş sürecini esas alırsak, her 15,5 günde bir ateşkes ilan edilip, ihlal edilmiştir. Bu tutum ciddi bir niyetten uzak olup, adeta yoruldukça dinlenmek veya strateji değiştirmek için ara vermek ve ondan sonra daha avantajlı bir noktadan harekete geçmekten başka bir şey değildir.

-Batı devletleri Bosna’da sürekli uluslararası kaide ve hukuku ihlal eden ve saldırgan durumda olan Sırpları durdurmak ve caydırmak amacı ile tam 22 kere NATO kuvvetleri ile vurmakla tehdit etmiş; birkaç tane çok sınırlı vuruş hariç, bu operasyonlardan son anda vazgeçilmiştir. Böylece, Batılı devletlerin ellerinde her türlü imkan bulunmasına rağmen, Sırpları durdurmakta etkili olamamışlar ve inanırlıklarını kaybetmişlerdir.”

 

13 ÜLKENİN ASKERİ BİRLİĞİ

 

Bosna’daki soykırım sürecinde, sözde bölgenin güvenliğini sağlamak adına orada bulunan BM Barışgücü UNPROFOR’da 13 ülkenin birliği bulunuyordu. Birimlerin herbiri görünüşte tek bir komuta altında olmasına karşın, direkt olarak kendi ülkesine bağlıydı. Örneğin Saraybosna bölgesi Fransız kontrolü altındaydı ve emirlerini Paris’ten alıyordu. Aliya İzzetbegoviç, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ile yaptığı görüşmelerde Chirac’ın bu durumu kendisinden saklamaya gerek görmediğini aktarmaktadır.

ABD’de askeri konularda araştırma yapan BASIC adlı kuruluş tarafından hazırlanan bir rapora göre, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac Srebrenitsa katliamının planlandığını biliyordu. UNPROFOR’un Bosna-Hersek’teki komutanı Fransız General Bernard Janvier 24 Mayıs 1995’te yapılan bir toplantıda güvenli bölge ilan edilen Srebrenitsa, Zepa ve Gorajde’nin Sırplara karşı savunulmaması fikrini ortaya atmıştı. Bir süre sonra Fransız istihbaratı Sırpların katliam hazırlığından haberdar oldu. 5-11 Temmuz tarihleri arasından UNPROFOR’un bölgedeki temsilcisi konumundaki Hollanda birliği, Janvier’den 5 kez NATO’nun duruma müdahale etmesi için talepte bulunmasına karşın, Janvier bu talepleri geri çevirmişti. Raporda, Janvier’in Paris’ten aldığı emir doğrultusunda bu yaklaşımı sergilediği belirtiliyor. Nitekim dönemin BM Genel Sekreteri Boutros Ghali, UNPROFOR kuvvetlerinin kendi emirlerini dinlemediklerini ve talimatları direkt olarak kendi ülkelerinden aldığını itiraf etmişti. Srebrenica’daki UNPROFOR birliğinin komutanı Hollandalı General Thom Karremans, yıllar sonra bir televizyon kanalına verdiği röportajda, kendilerinin en az sorumlu olduğunu, destek taleplerine yanıt verilmediğini,Mladic’le sivillere zarar gelmeyeceği konusunda anlaştıklarını ancak bu sözün tutulmadığını, asıl sorumlunun buraları güvenli bölge ilan edenler, daha sonra üst düzey BM UNPROFOR yetkilileri ve en son kendileri olduğunu, bütün bunların bir plan dahilinde yapıldığını anladığını ve kendilerinin de farkında olmadan bu oyuna alet edildiklerini söyledi. Ancak Mladic’le şampanya içerken çekilmiş fotoğraflarına kaçamak cevaplar verdi. Ayrıca bölgede görev alan Hollandalı askerlerle yapılmış mülakatlar da soykırıma göz yumulduğunu belgeliyor. Daha sonra soykırımı belgeleyen her türlü bilgi, belge, ses ve görüntü kaydının da bizzat Hollandalı bir başka General Hans Couzy’nin emriyle imha edildiği ortaya çıktı. Couzy, BM’ye bağlı olarak Hollanda’nın Lahey kentinde kurulan mahkemede, Sırpların bu belgeleri imha etmek için kendilerini tehdit ettiğini söyledi ve askerlerinin güvenliği için böyle bir şey yaptığını söyledi. Sırplar tarafından çekilmiş ve daha sonra ele geçirilen, Boşnak siviller cinsiyetlerine göre ayrıldığı ve Sırp askerlerin erkekleri alıp götürürken Hollandalı askerlerin hiçbir müdahalede bulunmadığı bir başka görüntüyü soran hâkime, Couzy, sadece kendilerine verilen emirleri yerine getirdiklerini söyleyerek bütün yaşananların büyük bir planın parçası olduğunu itiraf ediyor. Soykırımda sorumluluğu olanlar, katliamların üzerinden yıllar geçtikten sonra suçu birbirlerine atmaya başladılar. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, görev süresini tamamlamasının ardından yayımladığı hatıratında, dönemin Fransa Cumhurbaşkanı François Mitterand’ın Balkanlar’da Müslüman idaresindeki birleşmiş bir Bosna devletine sıcak bakmadığını ve soykırımı desteklediğini itiraf etti.

 

3 YIL GECİKEN MÜDAHELE

 

NATO’nun, Srebrenica Soykırımı’nda onbinlerce, bütün işgal boyunca yaklaşık 250 bin insan hayatını yitirdikten sonra başlattığı ve kısa sürede Sırp birliklerini mağlup ederek tarafları Dayton’da masaya oturmak zorunda bıraktıkları hava saldırısının zamanlaması oldukça ilginçtir. Dünyanın gözü önünde insanlar ölürken seyirci kalan BM, NATO ve dünya siyasetine yön veren devletlerin, bir anda müdahale kararı alması, sürecin bir plan dahilinde işletildiği yargısını kuvvetlendiriyor. Bu konuda Aliya İzzetbegovic kendisiyle yapılan bir mülakatta, BM’nin Bosna Misyonunun Sivil İşlerden Sorumlu Başkanı David Harland’ın; “UNPROFOR’un önceden bunu yapmamış olduğu halde, 29 Ağustos 1995’te NATO’nun büyük hava saldırıları için çağrıda bulunmuş olma nedeni nedir?

Bosna-Hersek Cumhuriyeti yetkililerinin kanaatine göre, bu tür hava saldırılarının, eğer Ağustos 1993’te (İgman), Şubat 1994’te (Saraybosna), Nisan 1994’te (Gorazde) ya da Temmuz 1995’te (Srebrenitsa ve Zepa) başvurulmuş olsaydı daha büyük bir askeri ve siyasi yararı olacak mıydı?” şeklindeki sorusuna şu yanıtı vermiştir: “1995 Ağustos sonunda gerçekleşen saldırıların en az üç yıl gecikmiş olduğunda herkes, gerek Bosna-Hersek’te yaşayan bizler, gerekse ülke dışındaki sorumluluk sahibi kişiler mutabıktır. Peki, neden sonunda hava saldırıları noktasına gelinmiştir. Evet öyle görünüyor ki, yaşananlar bardağı taşıran son damla olmuştu. Dünya, ne olursa olsun, kayıtsızca izlemeye daha fazla devam edemezdi. Bu, nedenlerden birisidir. Bir diğeri ise, barışa uzlaşma temelinde ulaşmanın hala muhtemel olduğuna dair değerlendirme olmuş olabilir. Ne galiplerin ne de kaybedenlerin olduğu bir barış uluslararası cemaate uyardı. Bu türden bir barış 1995 güzünde hala olasıydı. Ertesi yıl,sonuna kadar gitmeye karar vermiş olabilirdik. Bu dünyanın işine gelmedi. Onun için de, askeri ve siyasi harekattan yana tercih kullandılar.”Soğuk Savaş sonrası dönemde Balkanlar üzerinde sürdürülen iktidar mücadelesinde Boşnak halkı feda edilirken, üç yıl süren soykırım sürecinden sonra Rus yanlısı Sırp kadrolar tasfiye edildi. Pek çok esrarengiz ölümün gerçekleştiği bu süre sonunda, Sırbistan ABD ve AB’nin himayesi altına alındı, savaş sürecinde çöken Sırbistan ekonomisini kurtarmak adına Sırbistan’a büyük yardımlar yapıldı. Avrupa ülkeleri ve ABD yöneticileri uluslararası kamuoyunda Sırbistan’ı refere edecek açıklamalarda bulunarak soykırım sürecinde Sırbistan üzerinde oluşan olumsuz bakış açısının silinmesine yardımcı oldular. Milosevic ve ekibinin tasfiye sürecinde BM’ye bağlı olarak Lahey’de kurulan ICTY (International Criminal Tribunal fort he Former Yugoslavia/Eski Yugoslavya Uluslararası Ceza Mahkemesi) etkin olarak kullanıldı. Nitekim Slobodan Milosevic de Lahey’de yargılanırken 2006 yılında hücresinde ölü bulundu. Ölümüyle ilgili olarak pek çok spekülasyon yapılırken, ailesi Milosevic’in açıklayacağı gerçekler sebebiyle öldürüldüğünü iddia etti.

Sırbistan İçişleri Eski Bakanı Stojilovic 11 Nisan 2002’de parlamento önünde intihar etti. Sırbistan Eski Başbakanı Zoran Djindjic Mart 2003’te gerçekleştirilen bir suikastle öldürüldü. Sırbistan Sağlık ve Sosyal İşler Eski Bakanı Miodrag Kovac, Madrit’te bir otel odasında asılmış olarak bulundu. Milosevic’in yakın adamlarından biri olan Sırbistan Eski Başbakanı Milan Milotinovic, Yugoslavya Genel Kurmay Eski Başkanı Dragoljub Ojdanic,Sırbistan Başbakan Eski Yardımcısı Nikola Sainovic ve 20 istihbarat elemanı, ordu mensubu ve siyasetçi tutuklanarak ICTY’ye teslim edildi. Miloseviç’in karanlık işlerini yürüten ve Bosna’da sürdürülen soykırım sürecinde binlerce kişinin katledilmesinde etkin rol oynayan, ‘Aslanlar’ ve ‘Akrepler’ adlı paramiliter suç örgütlerinin liderliğini yürüten Zeljko Raznatovic ise 2000 yılında bir suikast sonucu öldürüldü. Hırvatistan’daki ayrılıkçı Sırpları örgütleyen Milan Babiç de yargılanması devam ederken hücresinde asılmış olarak bulundu. Bu konuda, kendisiyle yapılan bir röportajda Boşnak halkının piyon olarak kullanıldığını ileri süren Aliya İzzetbegoviç, şunları söylemiştir:

“Rus yanlısı Sırp egemen kadrosu üzerinden bizi piyon olarak yedirip Rusları Balkanlar’da şah-mat yaptılar. Rus yanlısı faşist Sırp milliyetçi kadrolarının tasfiye edilerek Rusya’nın balkanlardan kovulmasını biz de istiyorduk. Ancak bizim üzerimizden ve bu şekilde değil.”

Soykırım sürecinde Boşnak birliklerinin en önemli komutanlarından biri olan Naser Oric ise “Karadzic, tıpkı ölmeden önce Milosevic’in yaptığı gibi kendisine bazı sözler veren Batılı devletleri ve Amerika’yı suçluyor. Bu durum katliamların asıl suçlusu hakkında bize bir fikir verebilir mi?” sorusuna, “Burada aslında iki blok; NATO ve Varşova Paktı ya da Amerika ve Rusya arasında bir savaştan sözedebiliriz. Balkan toprakları üzerine bir savaş olduğu çok açıktır. Bu savaşta Milosevic genelde Rusya için çalıştı ve Amerika’nın sözünü dinlemedi.

En büyük destekçileri olan Rusya, Sırplara ‘Büyük Sırbistan’ vaadinde bulundu. Dolayısıyla  Amerika, Rusya ile olan hesabını Miloseviç üzerinden kapatmış oldu.” şeklinde yanıt vermiştir.

 

 

SOYKIRIM VAR CEZA YOK

 

BM’ye bağlı olarak Hollanda’nın Lahey kentinde kurulan, yargılama süreci ve alınan kararlara bakıldığında Boşnak halkı için adaletin sağlanmasından çok küresel aktörlerin bölge üzerindeki planlarının hayat geçirilmesine hizmet ettiği anlaşılan ICTY, uzun yıllar süren bir yargılama süreci sonunda Srebrenitsa’da yaşananların bir ‘Soykırım’ olduğuna hükmetti. Ancak bu soykırım sebebiyle yalnızca şahıslar yargılandı; soykırımı gerçekleştiren Bosna’daki Sırp yönetiminin bir devlet olmadığı için yargılanamayacağına ve kararın verildiği tarihteki adıyla Sırbistan-Karadağ devleti soykırımın sorumlusu olmadığı için yargılanması gerekmediğine karar verildi. Soykırımda yakınlarını kaybeden aileler tarafından BM aleyhinde dava açılması için yapılan girişimler, BM’nin dokunulmazlığı sebebiyle sonuçsuz kalırken, Srebrenitsa’yı korumakla görevli olduğu halde hiçbir müdahalede bulunmayan Hollanda birlikleri sebebiyle Hollanda aleyhinde açılan dava da takipsizlik kararıyla sonuçlandı.

Böylece tarihte eşi görülmemiş bir karara imza atılmış oldu. Soykırım kabul edildi; ancak topyekün bir milleti yok etmek üzere olan bu büyük soykırımın sorumluluğu yalnızca birkaç kişiye yüklendi. Sözkonusu bu şahıslar da yıllarca aranıyormuş gibi yapılarak serbestçe yaşamlarını sürdürdüler. Miloseviç, 2001 yılında büyük pazarlıklar sonucunda teslim olmasının ardından Lahey’de çıkarıldığı mahkemeyi tanımadığını, bu mahkemenin NATO’nun suçlarını örtbas etmek için kurulduğunu söyledi. Batılı ülke temsilcilerinin soykırım sürecinde kendisiyle yaptığı görüşmeleri ve kendisine verilen vaadleri açıklamakla tehdit etti. Ailesi, Miloseviç’le yaptığı görüşmeden sonra kendisinin öldürülmekten korktuğunu söylediğini açıkladı. Miloseviç ölü olarak bulunmasından kısa süre önce ABD ve Avrupa ülkelerinin Balkanlar’daki planlarını ifşa edeceğini iddia ettiği bir kitap hazırlığı içerisindeydi. Kitap Nisan 2006’da Independent Publisher Group tarafından yayımlanacaktı. Bütün bu bilgiler ve açıklamalar Milosevic’in öldürülmüş olabileceği ihtimalini kuvvetlendiriyor. Nitekim Miloseviç’in 11 Mart 2006’da ölümüyle birlikte dava düştü ve pek çok sır da deşifre edilemeden üstü örtülmüş oldu.

 

KAYNAKÇA

 

* Akgönenç Mughisuddin, Oya; “Kuvvet Politikasının Yeniden Doğuşu: Bosna-Hersek Uygulaması”; Yeni Türkiye; Sayı: 2 (Ocak-Şubat 1995); Sayfa:

93-101; Ankara.

* Bora, Tanıl; Yeni Dünya Düzeni’nin Av Sahası; Birikim Yayınları; İstanbul;

1994.

*Çubukçu, Mete; “Bosna’da Savaş Bitti mi?”; Birikim; Sayı: 85 (Mayıs

1996); Sayfa: 80-83; İstanbul.

*Demir, Ayhan; “Naser Oric, Srebrenitsa’da Olsaydı, Sırplar Saldırmaya Cesaret Edemezdi”; Milli Gazete; 03 Temmuz 2009.

*Gutman, Roy; Bosna’da Soykırım Günlüğü; Pınar Yayınları; İstanbul;

1994.

*İzzetbegoviç, Aliya; Bosna Mucizesi; Yöneliş Yayınları; İstanbul; 2003.

*İzzetbegoviç, Aliya; Tarihe Tanıklığım; Klasik Yayınları; İstanbul; 2003.

*Karatay, Osman; Ba’de Harâbi’l Bosna; İz Yayıncılık; İstanbul; 1997.

*Keyman, E. Fuat; Herculine Barbin’in ve Yugoslavya’nın Trajik Ölümleri:

Bosna ve Uluslararası İlişkilerde “Etik” Sorunu”; Birikim; Sayı: 83 (Mart

1996) ; Sayfa: 68-75; İstanbul.

*Koçak, Mehmet; İnsanlık Tarihinde Kara Bir Leke Srebrenica Soykırımı;

Batu Yayıncılık; İstanbul; 2010.

 

NOT: Uluslararası Hak İhlalleri İzleme Merkezi  tarafından hazırlanmıştır.

 

 

 

 

 

 

YORUM YAP

YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.