Bu hafta Muradiye dergisi ve “Ailemiz Özel Sayısı” hakkında bir şeyler yazmak istiyorum. Muraş Öğretim Kurumları ile Muradiye Vakfı’nın Türk kültürüne katkı amacıyla çıkardığı “Muradiye Dergisi” üç ayda bir yayınlanmaktadır. Genel Yayın Yönetmenliğini Pervin Ayşe Yaşa’nın yaptığı dergi 20. sayıya ulaşmaktadır.[1] Üç ayda bir yayımlanan derginin her sayısı birbirinden farklı ve özel konularıyla gündeme gelmektedir. Derginin eski sayılarını okuma fırsatım olmadı. Bu sayısını göz önünde bulundurduğumuzda hacimce büyük, içerik olarak da dolgun yazı ve kalemlerden oluşması hemen dikkat çekmektedir. Derginin görselleri ise daha iyi anlaşılmasına yönelik çok güzel renk katmaktadır.
“Ailemiz Özel Sayısı” beş bölümden oluşmaktadır. İlk bölümde Babalar ve Kızları, ikinci bölümde Babalar ve Oğulları, üçüncü bölümde Anneler ve Kızları, dördüncü bölümde “Anneler ve Oğulları” son bölümde ise çoğunluğu uzman akademisyen ve yazarların aile, okul, öğrenci vs. gibi alanlarda yazmış olduğu makaleler bulunmaktadır.
272 sayfalık dergide fotoğraf, mülakat, şiir, karikatür, yazı ve makaleler arasındaki denge iyi kurulmuş. Bahsedeceğim öngörüm ne kadar doğrudur bilmiyorum. Tecessüsü zayıf olanların dahi derginin görsellerini karıştıracağını tahmin ediyorum. Onlarca yazı ve yazarın tamamından maalesef bahsedemeyeceğim. Ancak birkaçına değinebileceğim.
Ümit Meriç ile fikir işçisi Cemil Meriç hakkında yapılan mülakatta daha çok baba kız arasındaki ilişkiye dikkat çekilmiş. Kızı ilkokul üçüncü sınıftayken Cemil Bey kör olunca Ümit Hanım babasının ölümüne kadar kendisine kitap okur. Bu durumu şöyle anlatır: “Dokuz on yaşlarında başlayan bu okumalar babamın vefatına kadar devam etti. Yüz binlerce sayfa okudum sanırım. Fakat bu fikrî bir idmanın yanında bazı fizikî rahatsızlıklara sebep oldu. Düşünebiliyor musunuz, günde on saat nefes alıp vermeyi burun deliklerinizden yapmıyorsunuz, ağzınızdan yapıyorsunuz. Normal bir nefes alışverişini sadece uykuda yapıyordum, çünkü onun dışında sürekli babama okuyordum. Tabii okurken burun kapanıyor. Sürekli okuduğunuz için ağızdan da sağlıklı bir nefes alıp verme olmayınca ciğere doğru dürüst oksijen gitmiyor. Göğsüm tahta gibi olurdu ve ağrırdı. Ben nefes borumu, içimde parke döşenmiş gibi hissederdim.”(s.14) Tabi söylemeye gerek yoktur, baba Meriç’e yapılan bu okumaların faydasını Ümit Hanım yaşamının ileriki yıllarında görecektir.
Ahmet Güner Sayar’ın “Türk kimliğini ayakta tutacak her unsura dikkatle eğilmiştir” dediği rahmetli Süheyl Ünver’i de kızı Gülbün Mesara Hanım anlatmaya çalışmış. Türk milletinin genelinde olan zaaf Süheyl Bey’de yoktur. Mesara Hanımın anlattığına göre rahmetli ”az konuşur, çok yazar”mış. Süheyl Beyin birkaç vecizesi çok çarpıcıdır: “Mazimizi tekrarlamaktan ziyade ondan hız almaya çalışmalıyız”, “Hayatta her türlü hırsımı yendim, öğrenme hırsımı bir türlü yenemedim.”
Geçtiğimiz yıl kaybettiğimiz Mimar Turgut Cansever’i de mimar kızı Emine Öğün anlatmış. Emine Hanımın anlattığına göre, Turgut Bey, mimarlık bayrağını üç çocuğu ve bir damadına teslim etmiş.
Hüseyin Hatemi, babası Ali Asgar Beyi anlatırken babaannesinin mani ve şiir repertuarının genişliği çok dikkat çekmektedir.
Gazeteci-yazar Mehmet Nuri Yardım, ayakkabı tamircisi babasını anlatmış. Atalarımızın söylediği “Üç gün erken kalkan bir gün yol alır.” sözünü kendisine şiar eylemiş Nasri bey. M.Nuri Bey, uzun yıllar babasıyla birlikte kahvaltı yapamadığını söyler.
İttihatçıların Maliye nazırlarından Cavid (Yalçın) bey, oğlu Şiar’ın doğduğu günden itibaren günü gününe oğlu adına günlük tutar. Bu günlükler daha sonra kitap halini alır. Bilindiği üzere Cavid Bey, Atatürk’e suikast davasından idam edilir. Editör, günlüklerden bir seçkiyi dergiye koymuş. Kendi adıma söyleyeyim, bu günlükleri okurken çok ama çok duygulandım. Cavid beyin şu satırları buram buram edebiyat kokmaktadır: “…Doğmadan evvel dokuz ay seni Mesih bekler gibi bekledik… Siyasette sensiz geçmiş olan çorak günlere şimdi ne kadar acıyarak bakıyorum… Senin hafızanda hiçbir iz bırakmayacak olan bu senenin bütün ayrıntılarını bu deftere kaydettim. Buna dindarane bir itikad ile riayet ettim… Ekseriya yatağımda, bazen senin yanında, istikbalin meçhul perdelerini yırtarak, hayatının mukadderatını okumak istiyorum.”
Bu paragrafta bahsedeceğim yerleri dergide okurken bir yazarın “Hayallerinize dikkat ediniz, gerçekleşebilir” sözünün doğruluğuna bir kez daha şahit oldum. Çiçeği burnunda bir baba olarak yavrumla ilgili epey hayal de kurmuş oldum.
Geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz Türkiye’nin ünlü piyanistlerinden Prof. Ergican Saydam’ı kızı Mezzosoprano Ezgi Saydam anlatmış. Ezgi Hanım, babasının işine tutkunluğunu anlatırken küçük bir örnek verir. Bir konser öncesi başparmağı davul gibi olmasına rağmen konserine yine de çıktığını ve seyirciye de hissettirmediğini söyler.(s.54) Ezgi Hanım’ın anlattığına göre, dedesi Arif Bey çocuklarının okuması ve müzisyen olması için çok çırpınmış, çocuklarının mürüvvetini de görmüş. Bir subay olarak çocuklarının hepsini yurtdışında okutmuş. Bunu da bir memur maaşıyla nasıl yaptığını Allahın bir mucizesi olarak gördüğünü söylermiş yakınlarına. Arif Beyin ufkunun genişliğini bir fotoğraf çok güzel şekilde anlatır. Fotoğraf tahmini olarak 30lu yılların ortalarını göstermektedir. Ergican Bey ve diğer üç büyük abisinin tahmini yaşları 8 ile 13 arasındadır. Ergican Beyin dışındakilerin her birinin ellerinde birer keman vardır ve her biri önlerinde duran nota defterlerine bakmaktadır. Ve fotoğrafın altında aynen şunlar yazmaktadır:
“Erdoğan Saydam Keman Sanatçısı, Tıp Doktoru (1921–1982)
Prof. Erçivan Saydam, (1923) Kompozisyon ve Teori Hocası
Ermukan Saydam (1927) Keman sanatçısı, besteci ve felsefeci
Babam Prof. Ergican Saydam (1929) Piyanist ve hukukçu (Sandalyeden objektife bakan)
Vatikan Büyükelçisi Felsefe Profesörü Kenan Gürsoy, annesi Kainat Hanımı kendisiyle yapılan mülakatta anlatmaya çalışır. Kenan beyin anlattığı küçük bir anekdot karşısında dünyadan ve geçmişinden haberi olmayan aydınımıza bakanların irkileceğini tasavvur ediyorum. Öbür taraftan Gürsoy gibi beyinlerin diplomatik makamlara gelmesi de sevindirici bir gelişmedir. Kenan Bey bir entelektüel grubuyla Kahire’ye gider. Buraya kadar gelmişken Kahire Mevlevihanesi’ne de gideyim, der. Mevlevihanenin yerini yanındakilere sorar, ilk kez bir şey duymuş gibi bakarlar. Daha sonra Türk yetkililere sorar, onlardan da olumsuz yanıt alır. Tolon Camii bahçesindeki Müslümanlara sorar. Onlar da bilmez. Çözüme bu satırları okuyanların hepsinin sancı duyacağı şekilde ulaşır. Cep telefonuyla, Lyon’da yaşayan bir Fransız arkadaşına Mevlevihanenin yerini sorar. Arkadaşı kendisinin bulunduğu yeri sorduktan sonra kendisine tarif eder: “Şimdi o yolu takip et. Soldan ikinci sokağa ışıklardan sonra dön, yüz metre ileride göreceksin.” Öbür taraftan aynı Mevlevihanenin restorasyonunun da İtalyan mimar Fanfani tarafından büyük bir özenle yapıldığını söyler.
Yazar Emine Işınsu, öğretmen-yazar annesi Halide Nusret Zorlutuna’yı anlatmış. Zorlutuna’nın “Benim Küçük Dostlarım” eserinden alıntı yapmış editör.
Okunulan kitap, dergi, gazete vesairenin daha derindeki başka birçok esere yol açması gerektiğini düşünüyorum. Bir derginin editörünün yaptığı alıntıların okuyucuda o eseri okumaya yönelik tecessüsler uyandırması gerekir. Bu anlamda editör Pervin Hanımı başarılı buluyorum. Bir baba ve öğretmen olarak Cavid Yalçın’ın oğlu hakkındaki günlüklerden oluşan “Şiar’ın Defteri” ile H. Nusret Zorlutuna’nın “Benim Küçük Dostlarım” isimli eserini alıp okumaya karar verdim.
[*] Eğitimci, E-posta: ikizkuyu@yahoo.com
[1] Muradiye Dergisi, 272 sayfa, Güz 2009, Yıl 5, Sayı 20, Telefon: 312 358 80 94
KÖŞE YAZARLARI
3 gün önceKÖŞE YAZARLARI
8 gün önceKÖŞE YAZARLARI
14 gün önceBALKAN YEMEKLERİ
22 gün önceKÖŞE YAZARLARI
23 gün önce