DOLAR 32,5789 0.19%
EURO 35,0576 0.22%
ALTIN 2.454,380,78
BITCOIN 1969394-3.72758%
İzmir
30°

AÇIK

13:13

ÖĞLEYE KALAN SÜRE

117 okunma

Şekilsiz Ortadoğu’nun Çapsız Aktörleri -3

ABONE OL
03/09/2020 00:54
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Ortadoğu’nun şekilsizliği ve dünyada akıtılan kanın önemli sebeplerinden birisine ışık tutması açısından, ABD kongresinin bir iki gün önce yaptığı bir açıklamayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Açıklama aynen şöyle; “Amerika’nın 2011 yılında gerçekleştirdiği silah satışı 2010’a göre üç kat arttı. ABD, 2010 yılında 21,4 milyar dolarlık silah satışı yaparken bu rakam 2011’de 66,3 milyar dolara fırladı. ABD’yi Rusya izledi. Oda 4,8 milyar dolarlık silah satışı yaptı. 85.3 milyar dolarlık toplam hacme sahip silah pazarından en çok silahı gelişmekte (ezilmekte) olan ülkeler satın aldı. Satın aldıkları silahların toplam bedeli 2011 yılı için 71,5 milyar dolar olarak gerçekleşti.” Sanırım ölen milyonlarca insanın asıl sebebi yavaş yavaş daha iyi anlaşılıyor. Birde silah sektörü patronlarının da neredeyse tamamının Yahudi kökenli Siyonistler olduğu düşünüldüğünde çıkarılan bu savaşlar için öne sürülen tüm sebeplerin havadan- sudan, beyhude oldukları böylece netlik kazanmış oldu. Asıl amacın yukarıda açıkladığım rakamlarda gizlidir. ABD, İngiltere ve İsrail şeytan üçgeni, koordinatlarına denk düşen ne varsa kural tanımdan, yutmak için gün geçtikçe de iç açılarını büyütmektedirler.  On beş- yirmi yıl evvelinin Irak ve İran ordularının aldıkları silahlarla teçhiz ettikleri ordularının marifetleri bir bir gözümüzün önündeydi. Bu ordular kimin için vardır alla sen? Neden ve niçin kurulur, amaç ve gayeleri nedir, kim kurar bu orduları? Milletlerinin vergileri ile oluşturulan ve teçhiz edilen bu ordular ne işe yararlar? Sorularının cevapları bugün Ortadoğu ve gelişmekte (ezilmekte, sömürülmekte) olan ülkelerde yaşananlardadır. Konuyu açalım isterseniz. Normal şartlarda ordu, ülkesini ve bağlı olduğu milletini yasalardan aldığı yetki ile dış tehditlerden korusun diye kurulur. Sizce de öyle değil mi? Gelin görün ki, İslam ülkelerinin ve özelliklede Ortadoğu’nun ordularında durum böyle değil. Bir kere bu ordular teçhizat ve teknolojilerinin tamamını dışarıdan satın almakta. Buna mahkûm edilmekteler. Satın alınan bu silah ve teçhizatın hiç biri rakip ülke, düşman ilan edilen ülke teçhizatına galebe çalacak mahiyette değildir. Silah satan ülkeler hiçbir zaman üstün teknoloji ürünlerini satılığa çıkarmazlar. Hatta kimsenin ulaşamayacağı karanlık dehlizlerde insanlığı mahvetmekte kullanmak için saklarlar. Ta ki istedikleri savaşı çıkarana değin bu sürer. Ortadoğu’nun ordu kurduk zannına kapılan ülkeleri savaş başladığında kandırıldıklarını anlar. Ancak o zamanda iş işten geçmiş olur. Kurda sormuşlar, “ensen niye kalın diye” oda, “kendi işimi kendim yaparımda ondan” demiş. Kendi imkânlarıyla teknoloji geliştirmek isteseler dahi bu işin ağababaları bunu bile savaş sebebi saymaktan geri durmazlar. Irak ve İran’ın başına gelenler bundan dolayı olmadı mı? Satın aldıkları ölüm makinelerinin kontrolleri dışarıdan rahatlıkla yapılabilmekte. Aklıselimle düşündüğümüzde, bu orduların düşmanı ilan ettikleri ülke ordularıyla boy ölçüşebilecek güçte olmadıklarını aşikârdır.

İSRAİL İLE BAŞETMEK

Bu bağlamda, Arap yarımadasında ki ordulardan hangisi İsrail ile baş edebilir, üçü-beşi bir araya gelse de avuç içi kadar bile olmayan İsrail ordusu ile baş edebilirler mi? Oradan gelecek tehlikeyi bertaraf edip, ülkesini ve milletini sahili selamete çıkarabilir mi? Bu sorunun cevabı kocaman bir hayırdır. Kanıtı ise 1940’lı yılların ilk yarısında başlayan 5-6 Arap devleti ile İsrail ordusunun savaşmasının sonucunda yatmaktadır. Geriye ne kalıyor dediğimizde, bugün Mısır’da, Tunus’ta, Irak’ta, Suriye’ de ve İran’da yaşananlar akla geliyor. İran ile Irak 10 yılı aşkın süre birbiri ile savaştı. Kardeş kardeşin kanını döktü. Galibi olmayan bir savaştı bu. Milyonlarca Müslüman yoktan yere bu savaşın bedelini canlarıyla, kanlarıyla ve namuslarıyla ödediler. Ardından Saddam’ın, kazanamayacağını bile bile Kuveyt’i işgal etmesi geldi. Bunun, intihar etmekten farksız olduğunu tüm dünya gördü. Mamafih Saddam “göremedi..” mi acaba? Kuveyt’in ilhakının ardından Irak, ABD tarafından resmen işgal edildi. Mukaddesatlar ayaklar altına alındı. Uluslararası hukuk ve insan hakları katledildi. Bulutlar dağıldığında petrol noktaları konsorsiyumlar arasında pay edilmiş, hisseler yeni sahiplerince aralarında üleşilmişti. Irak artık eski Irak değildi. Saddam’ın gayretleriyle, artık tek bir devlette değildi. Yeryüzüne nifak tohumları serpenlerin gölgesi olayların üzerinde bariz bir şekilde düşmüştü. Dıştan gelen tehdidi önlemeye gücü yetmeyen, yetmediği ayan beyan ortada olan Irak ordusu tek bir uçak dahi havalandıramadan mahvı perişan olmuştu. Ordunun kalan kısmı da Saddam’ın emriyle, kimyasal silahlarını kendi vatandaşlarını yok etmekte kullandı. Namlular bir kez daha kendi ordularınca Müslüman halklarına doğrultuldu. Zahiren bahse konu “ordular”, çoğunlukla halkını dize getirmek, darbe yapmak ve muhtıra vermek için kurulmuşlar intibahını uyandırmakta. Sonuçta, “mutlak kaybeden kim? ” Derseniz, yine İslam âlemi ve Müslümanlar denilebilir.  Peki, öyleyse, Esed kim?, Saddam kimdi? Kaddafi kimdi? Mübarek ve diğerleri kimlerdi? Sorularının yanıtını tefekkür âleminizde rahatlıkla bulabilirsiniz. Sağlıcakla kalın.

 

    En az 10 karakter gerekli